Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '07

 
Kategori
Küresel Isınma
 

Piyasa küreyi soğutabilir mi?

Piyasa küreyi soğutabilir mi?
 

Bazı zamanlar, kavramlar, söylemler o kadar birbirine benzeşir, herkesin dilinden benzer şeyler çıkar ki, insan farklıyı aramaya girişir.

İşte son zamanlarda küresel ısınma ile ilgili olarak benzer bir düşünce eğilimi içindeyim. Öncelikle küresel ısınmaya karşı alınması gereken tedbirler konusu artık iyiden iyiye sıkıntı vermeye başladı. Herkes ortak bir dil etrafında dolanıp duruyor. Su tüketiminde tasarruflu davranalım, otomobillerimizi zorunlu ihtiyaçlar dışında kullanmayalım, organik ürünler tüketelim, çevreye duyarlı ürünleri satın alalım vb. Bu öneriler gitgide, çöpleri çöp kutusuna atalım, yerlere tükürmeyelim benzeri önerilere dönüşmeye başladı. Bildiğiniz üzere bu “çöpleri çöp kutusuna atma” ve “yere tükürmeme” mevzuları bizim ünlü tabela sloganlarımızdır. Ha birde “çimlere basmayalım” şeklinde ünlü bir sloganımız mevcut var, es geçmeyelim.

Büyük sorunları, parçalara bölüp, onu küçücük problemler haline çevirmek ve bu mantık neticesinde sorunun önem mertebesini zihnimizde düşürmek konusunda oldukça uzman bir canlı türü olduğumuz kesin. Aslında bunun tek başına kötü bir yöntem olduğu söylenemez elbette. Çaresiz olunduğu hissedilen sorunlar karşısında, sorunları mücadele edilebilir hale getirmek elbette doğru bir yöntem olabilir ama beraberinde sorunun önem derecesinin de düşürmemek kaydıyla anlamlı bir yöntem olacaktır. Eğer sorunu çözülebilir hale getirirken, aynı zamanda zihninizde kapladığı önemi de azaltırsanız, ancak kendi yönteminizle kendinizi kandırmış olursunuz.

Önerilerin oldukça romantik ve sempatik oldukları konusunda şüphe yok. Sahile vuran denizyıldızlarını teker teker denize fırlatarak, en azından bir tanesini yaşatmış olmanın vicdani rahatlığı esasına dayanan bu önerilerin elbette yanlış olduğu söylenemez. Ancak iki tane ana öğenin gözden kaçması riskinin ortada durduğunu söylemek lazım. İlki bireysel tedbirleri ön plana çıkararak, total iradeyi gözden kaçırmak, diğeri sorunu ortalama bireyin zekâsına teslim etmek. Son cümlenin bir zekâ ırkçılığı koktuğu söylenebilir ama toplumların önlerine çıkan sorunları, zekâ yapıları kendilerinden farklılık gösteren (düşük veya yüksek değil farklı) liderlerin öncülüğünde aştıkları da ayrı bir gerçektir. Bunu aslında sorunları, sorunun esas kaynağı olan parametrelerle çözmeye çalışmaya benzetebiliriz. Farklı parametre geliştirebilen bir zihin ise söz konusu tarihsel dönemeçte karşımıza lider olarak çıkabiliyor.

Tüm bu hoş önerilerin yanında, belki de daha çözücü olabilecek ama daha radikal ve insanlarda tepki oluşturabilecek teklifler neden dile getirilmiyor diye merak ediyorum. Mesela insanoğlunun nüfusunun artık dünyanın taşıyabileceği kapasitenin üzerine çıkmış olması ve bu artışa en azından bir sınırlama getirilmesi gerektiği neden söylenmez? Mesela belirli bir motor gücünün ve karbon salınım kapasitesinin üzerindeki şahsi taşıtların üretimi ve satışı neden yasaklanmaz?

Çünkü ilki yoksulların ve dolayısı ile geniş kesimlerin, ikincisi ise zenginlerin dolayısı ile karar verme mekanizmalarına yakın olan insanların tepkisini çeker de ondan. O zaman bu iki kesimi de rahatsız etmeden, aklı, mantığı, vicdanı ve toplumsal çıkarı bir nebze daha fazla bir arada tutmayı becerebilen orta sınıflara yönelik önlemleri ön plana sürmek gerekmektedir. Ancak gariptir ki, bu önerilerin birçoğu, birçok farklı geniş spektrumlu sorunda olduğu gibi, sivil toplumcu ve piyasacı bir mantıkla dile getiriliyor. Yani kişinin kendi bilinci ile doğruyu ve yanlışı ayırması gerektiği mantığı ile.

Ekonominin piyasa ekonomisi mantığı ile küresel bir felaket ile baş etmeye çalışmak ne kadar mümkün. Hele ki, bu felaketin esas sorumlusunun insanı yanlış yapmaya yönelten anlayışın olduğu kanaatinde iseniz. Zaten bu mantıkla söz konusu problemimiz çözülmez bir noktaya ulaşmıştır. Ancak piyasacı bir mantıkla probleminiz yoksa bile, en azından küresel bir probleme karşı, insana yanlış yapma şansı tanıyan bir sistemi öngörmek son derece hatalı olur.

Çünkü piyasa ekonomilerinde yatırımcı da olsanız, tüketici de kendi aldığınız kararlardan kendiniz mesulsünüzdür ve olumsuz gelişmelerin cezasını birey olarak çekersiniz. Ancak toptan bir yıkımın yaklaştığı ve hatalı ile hatasız, çabalayan ile çabalamayanı ayırt etmeyecek bir felaketlerin yaşanacağı bir dönemde, en azından çaba harcayanların emeğini boşa çıkaracak sorumsuzlukların önüne geçebilmek gerekmektedir.

Oysa şu ana kadar ortaya çıkarılan önlemlerin tamamı gönüllülük esasına dayanan şeyler. Elbette total iradeleri karar almaya zorlayan girişimler var ve bunların en önemlisi bilindiği üzere Kyoto sözleşmesi. Ancak Kyoto sözleşmesinin de oldukça esnek ve devletler ile küresel sermaye ve üretim güçlerinin kabul edebileceği düzeye indirgenmiş önlemlere sahip olduğunu görmek gerekiyor. Yani ortalıkta atılması gereken adımların henüz emekleme aşamasında bulunurken bile, ne kadar büyük ayak diremelerle karşılaşıldığı kolaylıkla görülüyor.
Ve ortalıkta karlarını arttırmak isteyen zengin sınıf ile nüfuslarını arttırmak isteyen fakir sınıf arasında yaşadığı dünyayı dert edinen çok geniş bir kesim var ama gerek bulundukları pozisyon gerekse de farklı bir yaşam öngörüsü geliştiremedikleri için, sandal hızla şelaleye doğru yaklaşıyor. Ve herkes, hem de yan yana dururken, zihninin içinden “ben tek başıma ne yapabilirim ki” diyor.

Not 1: Bu hafta sonundan itibaren tatile çıkıyorum. Yani deniz, güneş ve kum üçlüsüyle vakit geçirmeye çalışacağım. Yani sanal alem dışındaki dünyayla yeniden ilişki kurmaya çalışacağım:-) Ve bu süreç boyunca gerek teknoloji ve iletişim sistemleri, gerekse de sanal âlemle ilişkilerim sınırlı düzeyde olacak. Gelebilecek yorumlara bir süre cevap veremeyeceğim için şimdiden özür dilerim.

Not 2: Aslında son günlerde blog ortamında yaşanan gerginlikle ilgili söylemek istediğim çok şey vardı. Ancak blogu kendi doğrularım düzleminde kullanmanın daha doğru olduğunu düşündüm, en azından şimdilik. Yoksa yanlışa yanlış diyememek oldukça zor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..