Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Temmuz '07

 
Kategori
Anılar
 

Bilsen ayrı bir dert, bilmesen ayrı

Bilsen ayrı bir dert, bilmesen ayrı
 

Yine Aziz Nesin’in bir kitabından hatırlıyorum (gariptir bazen hayata dair bildiğim her şeyi Aziz Nesin’den öğrenmişim gibi geliyor bana), "Benim Delilerim" kitabı idi ve askerlik yaptığı dönemde komutanının kendilerine sorduğu bir sorudan bahsediyordu. “İnsanlar karanlıktan neden korkar?” Kitapta anlatıldığı üzere, verilen bir sürü cevaba karşın komutan yeterince tatmin olmaz ve karanlıktan korkuyor olmanın kökeninin bilgi noksanlığı olduğunu söyler. Etrafında nelerin yer aldığını bilemeyen insanın, bilinmeyenden korktuğunu söyler. Bilgi sahibi olmanın korkunun önüne geçeceğini söyleyerek, öğreten adam diyalogunu kapatır.

Benimde, hayata dair ne var ne yoksa bileyim kaygımın kökenlerinden biriside bu hikâyedir. Ancak bu çabanın sonucunda ne yazık ki, bilgisizliğin vereceği korkudan kurtulup, bilginin cesaretini bir türlü kuşanamadım. Çünkü teori de ters giden bir şeyler olduğunu fark ettim.

Bilginin artışı, bende, bırakın cesaretimi arttırmayı, korkularımı derinleştirdiğini fark ettim. Aslında bunu hepimiz fark ederiz. Düşünsenize, sağlık hakkında öğrendiğimiz her şey, her tanı yöntemi, hastalıkların tespitine dair belirti yöntemlerinin keşfi, bizde ne yazık ki korkuyu gidermeye değil, daha da katmerleşmesine neden oluyor.

Aslında sağlığına çokta düşkün olmayan birisi olarak, sağlıktaki bu bilgi ve korku denklemini ilk kez, eşimin hamileliğinde fark ettim. İlk hamilelik ve ilk çocuk beklentisinin yarattığı heyecan ile kitap siparişlerim ardı ardına geldi. Hamileliğin her aşamasını, kırk haftanın her birinde yaşanacakları, bebekteki gelişimleri, annedeki değişimleri anlamaya ve kendi deneyimimizle çakıştırmaya çalışıyorduk. Ancak, kitapların detaylarına indikçe, hamilelik sürecini anlatan metinler, bir korku filmini senaryosuna dönüşmeye başladı.

Gebeliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkabilecek dış gebelik ve mol gebelik olasılıkları, anne ile bebek arasında kan uyuşmazlığı olup olmadığının, annenin bebeğe zarar verebilecek rahatsızlıkları geçirip geçirmediğinin kontrolü, ikinci trimester’de yapılması gereken üçlü testte Down Sendromu, Trizomi 18 ve Nöral Tüp Defekti risklerinin tespiti, hamileliğin her aşamasında olabilecek amniyos sıvısı eksilmesi ve bebeğin herhangi bir gerekçe ile sıkıntıya girmesi, doppler tarama testi ile bebeğe yeterli oksijenin ulaşıp ulaşmadığının kontrolü, doğuma yakın zamanda annede gebelik zehirlenmesi riski, doğumda bebeğin düzenli kalp atışlarının denetimi, kordonun dolanma olasılığı, erken dışkılama ya da geç doğumda normal zamanlı dışkılama neticesinde bebeğin kendi dışkısını yutması vb olasılıklarının farkına varmış olmanın beni ne kadar strese soktuğunu söyleyemem.

Bu kadar olumsuzluktan bir tanesinin başımıza gelmeyecek olmasını mucize olarak değerlendirmeye başlamış ve eşimin her sıkıntısında, şikâyetinde bir anormalliğin ipuçlarını araştırmaya başlamıştım. Anlayacağınız, bilmek bırakın korkularımı azaltmayı, düzenli uyku gecelerim bile kâbuslara mahkûm olmuştu.

İşin daha da kötüsü, insanın hamilelik ve doğum eylemleri ile bu kadar yakın ilişki kurmadığı dönemlerde hep olayın iyi yönüne tanıklık etmesiydi. Büyük olasılıkla toplumun, sonu hüsranla biten yaşanmışlıkları hemen örtbas etmek, felaketin sahibinin ateşini en kısa zamanda söndürmek gayreti ile haberleşme kanallarını tıkaması neticesinde, hamileliğin ve doğumun aslında hiçte küçük olmayan riskleri gözden kaçıyordu. Ama işin içine girince, önemsediğiniz konunun örneklerinin aniden su yüzüne çıkması misali, hamileliğin ve doğumun yaşanan her türlü örneğiyle daha sık temas etmeye başlıyorsunuz. En yakınlarınızın bile başlarından nelerin geçtiğini teker teker öğrenmeye başlıyorsunuz.

Sonuçta yılda 1,5 milyon bebeğin dünyaya geldiği bir ülkede yaşıyorduk ve bu hamileliklerin ve doğumların önemli bir kısmının tıp dünyasının tavsiye ettiği standartlarda ve hassasiyetlerle yaşanmadığını biliyorduk. Biz ise, anne sağlığına, düzenli kontrollerine dikkat ediyor, beslenme, fiziksel aktivite, ilaç desteği konusunda titiz davranıyor ve kötü olasılıkları azaltmaya çabalıyorduk. Ayrıca zorunluluk taşıyan testleri aksatmadan yerine getiriyor ve oluşabilecek rahatsızlıkları önceden tespit etmeye çalışıyorduk. Ama işte o bilmek yok mu, o bilmek, şüpheyi ve gerçek olma olasılıklarını, o kahrolası sayıları da beraberinde getiriyordu.

Oysa doğumların birçoğunun sahipleri, bu bilginin ve merakın birçoğuna ihtiyaç bile duymadan, tüm kaygısızlıkları ile ama beraberinde stresle dolmadan, her anlarında tedirginlik duymadan ve tahminen bizden daha huzurlu yaşıyorlardı, bizim yaşadıklarımızın aynısını.

Çocuğum sağlıklı bir şekilde doğalı yaklaşık 27 ay oldu ve siz şimdi benim rahaterdiğimi zannediyorsunuzdur. Ama siz çocuk hastalıklarının çeşidi ve tehlike düzeyleri hakkında bir bilgi sahibi değilsiniz anlaşılan.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..