- Kategori
- Güncel
1,2,3 idam yetmez, 4,5,6 olsun

Sonunda, idam sehpası da seçim vaatlerimiz arasına girdi. Miting katılımcılarının üzerine ip atmak, kampanyanın ilk adımı oldu. Zannedersem bundan sonra partiler arasında, miting alanının belirli noktalarına idam sehpası ve elektrikli sandalye yerleştirilmesi, dev ekranlarda idam simülasyonlarının sergilenmesi, afiş, pankart, el ilanı, bildiri vb. iletişim araçlarında idam sehpası figürüne yer verilmesi yarışı başlayacak. Bu arada hatırlatayım “1, 2, 3 idam yetmez, 4, 5, 6 olsun, ülkem idam sehpaları ile dolsun” sloganının telif hakkını almış bulunuyorum, bu sloganı kullanmak isteyen partilerin tarafıma başvurması gerekiyor.
İşin dalga kısmını geçecek olursak, son derece acı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz kesin. Ne yazık ki, idam edilmesi düşünülen kişi, olayın bu acı yönünü örtme konusunda bir işlev üstleniyor. Belki de ölümü binlerce kez hak etmiş olan ve bir çatışma esnasında ölü geçirilmiş olsa, her kesimin (hatta PKK için bile, çünkü ölü insan daha kolay kahraman olur) rahat bir nefes almasını sağlayacak şahsın, devletin adaletine teslim edilmesinden sonra yaşanılanlar ne yazık ki, hukuk devleti ile aşiret devleti düzeni arasında mekik dokumamıza neden oluyor.
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinin, hangi şartların kabul edilmesi neticesinde gerçekleştiğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak idam edilmeyecek olmasının bir önşart olarak onaylatıldığını tahmin etmek hiç de zor değil. Çünkü yakalandığı 1999 yılı ile, DSP-MHP-ANAP hükümeti tarafından idam cezasını kaldıran yasa değişikliği yapılana kadar, idam yönünde herhangi bir girişimde bulunulmadı. Ancak, şu an, onun idam edilmemesi yönünde, bilinemeyen anlaşma haricinde esas engel, 09.08.2002 tarihinde 3. Uyum paketi çerçevesinde, ceza kanunundaki idam cezasının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmesi ve 15.01.2003 tarihinde Türkiye’nin “İdam Cezasının Kaldırılmasını Öngören Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 Numaralı protokolüne” imza atmış olmasıdır.
Yani biz ülke olarak, bir terör örgütü liderini öldürmektense, çağdaş bir ülke standartlarına ulaşmayı tercih ettik. Onların bizi kendi bataklıklarına çekmelerine müsaade etmedik.
Ama Türkiye toplumunun ilginç bir özelliği vardır. Toplum düzenini kurgulayan yazılı metinler, genellikle toplumsal uzlaşmanın ürünleri olmadığından ve yasalar belirli dayatmaların eseri olarak hayat bulduğundan, toplum uzun süre yasaları geriden takip eder. Ancak toplum yaşamı o kadar acımasızdır ki, yasalar zamanla tutuculaşır ve toplumsal dinamiklere ayak uyduramaz, toplum bir süre sonra yasaların önünde yürümeye başlar. Toplum, bir dönem itiraz ettiği ve direndiği yasalarla bir dönem sonra içselleşir, hatta bazen daha uzun dönemlerde, aynı yasalar topluma ayak bağı olan gerici metinlere dönüşür. Bunun bir çok örneğini vermek mümkün.
Ancak bu direnme süreçlerinin, çok gergin ve ciddi tepkilerle karşılaşılan dönemleri, toplumun hassasiyetlerini kaşımayı görev edinenlerce iyi kullanılır. Türkiye'yi kendi dar zihinsel yapıları çerçevesinde tutma uğraşısına, bu tepkileri malzeme yaparlar.
İdam cezasının kaldırılmış olmasının da benzer etkilerini hala görüyoruz. Türkiye Cumhuriyetinde, 1984 yılından beri fiilen uygulanmayan, 2003 tarihinden itibaren de gerçekleşmesi yasal olarak mümkün olmayan bir ceza (ilkel bir ceza) sistemi, bazı kesimlerce pişirilerek toplumun önüne getiriliyor. Hatta siyasi vaad haline getiriliyor. Ne yazık ki, bu kesimler, Türkiye’nin çağdaşlaşma sürecine baltalamayı, kendi kısa dönemli politik çıkarlarına uygun görüyorlar.
2003 yılına kadar Avrupa Parlamentosuna üye 44 üye arasında, idam cezası mevzuatında yer alan tek ülkenin Türkiye olmasının, üzerimizde bıraktığı utanç ve bu utançtan kurtulmuş olmak, ne yazık ki bu insanları ilgilendirmiyor.
Dünyada, 2006 yılında 1.591 idam cezası uygulanmış. Ülkeler ve idam sayıları şöyle; Çin (1, 010), İran (177), Pakistan (82), Irak (65), Sudan (65), ABD (53), Suudi Arabistan (39), Yemen (30), Vietnam (14), Kuveyt 10), Somali (7), Singapur (5), Japonya (4), Malezya (4), Mısır (4), Ürdün (4), Bahreyn (3), Moğolistan (3), Endonezya (3), Kuzey Kore (2), Suriye (2), Uganda (2), Bangladeş (1), Botsvana (1), Ekvator Ginesi (1)
İşte içinde yer almamızın istendiği ülkeler grubu bu. Hani belki, yanında yer almamızın sakıncalı görülmeyeceği ABD ve Japonya gibi ülke isimleri sayılabilir bazıları. Ancak bu ülkelere dikkat çeken insanlara “ABD’yi uygar mı yoksa vahşi bir ülke olarak mı tanımlarsınız?” diye soracak olursanız, alacağınız cevabı tahmin etmekte çokta fazla zorlanmazsınız. Japonya’nın da, uzak doğunun, faşizme ve yayılmacılığa en yatkın ülke olduğunu kolaylıkla söyleyebiliriz. Diğer ülkelerin dünya kategorisinde hangi noktada bulunduğu ise zaten tartışma götürmez.
Ancak Türkiye’yi çağdaş dünyanın meyillendiği güzergâhtan kopararak, kendi iç dünyasına hapsetmek ve aşiret devleti kuralları çerçevesinde yönetmek konusunda hevesli olanlar, toplumun yaralarını kaşımayı çok iyi başarmaktalar. Çünkü yüreğinde evlat, kardeş, eş, dost acısını taşıyan insanlara hukuktan, uygarlıktan bahsetmenin ne kadar anlamsız olduğu kolaylıkla bilinir. Ancak devlet yönetmeninin, ne sevincin ne de acının galeyanına kapılmadan sürdürülmesi gereken bir sorumluluğu vardır ve seçimlerde aday olanların önemli bir kısmında böyle bir sorumluluk pek de fazla görünmüyor ne yazık ki.