Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Haziran '10

 
Kategori
Öykü
 

Seni seviyorum: “Baba”..

Seni seviyorum: “Baba”..
 

Akşamın alacasında, yeni yeşeren yaprakların kokusu avuçlarımda seni bekliyorum. Hani, seni getiren yolun en iyi göründüğü penceremizin önünde... hani az biraz havalar ısınır ısınmaz, yeniden renk renk çiçeklenecek olan sardunyalarımızla.

Her akşamüzeri olduğu gibi bekliyorum seni. İşin ne zaman biterse o zaman dönüyorsun ya hani, ben de bu yüzden en erkenden beklemeye başlıyorum seni. Bazen birkaç saat beklediğim oluyor ya olsun, senin gelişini görmek; arabanı park edişini ve bazen acele adımlarla, bazen de yorgun, düşünceli ve ağır ağır yürüyüşünü görmek… Özlüyorum ya seni; her gün, beni evde koyup gider gitmez hani, bir an önce görmek istiyorum. Beklediğimi biliyorsun, gözlerimiz buluşuyor uzaktan da olsa, ille de el sallıyorum sana, sonra kapıya koşuyorum sen daha zile basmadan açmak için ki anahtarın yanında olsa da hep zile basarsın biliyorum. Bazen, ocaktaki yemeğin altı yanmasın diye mutfakta azıcık oyalanıverdiğimde, kapının zili çalmıyor mu!.. Dakikalarca seni beklemişken!

Ne kadar yorgun olursan ol, “Hoş geldin” ime “Hoş bulduk” deyişin, sana sarılıp öpüşüme, karşılık verişin… hep sıcak, hep sevecen, hep sevgi dolu. Belki sırf bu yüzden emekli oldum ben. Üstünü değiştirmek üzere yatak odasına giderken sorarım genellikle hatırını: “Nasılsın canım?” deyişime “İdare ediyorum” dersin, bıyık altından gülerek. “Nasıl idareymiş bu?” derim. Bazen de eğik kaşınla dersin idare ettiğini ki bilirim ağrıyordur bir yerlerin, üstelemem. Yanında dolanırım üstünü başını değiştirene kadar, yardım edermiş gibi yapıp usul usul dokunurum sana hiç bilmezsin.

Seni banyoda bırakıp sofrayı hazırlamaya koyulurum sonra, sen de yetişir yardım edersin ki o seven, değer veren tavrınla, tarzınla; insanlığınla, çoktan bıraktırdın bana: “Sen otur, ben hazırlarım” demeyi. Ekmek sepetini, suyu bazen, bazen de günün yorgunluğunu atmak ya da gri hücrelerini dinlendirmek istediğinden midir bilinmez, o incecik rakı bardaklarını getirirsin sofraya. “Söyleseydin, bir şeyler hazırlardım.” derim, “Ne var?” der olanla yetinirsin. Olmadı beyaz peynir alırsın tabağına, yanına mevsimine göre kavun. İşte o zaman; "Daha ne olsun?.."dersin. Böyle gecelerde dayanamaz ben de katılırım sana ve az sonra usul usul ama “Su” gibi gürül gürül türküler söylersin. İşte o zaman bakarım gözlerinin içine “Daha ne olsun?” der yüreğim, bu kez usul usul türkülerine eşlik ederim.

Akşam yemeğinin keyfi… Aslan sütü olsa da olmasa da her akşam yinelenir evimizde, yılların alışkanlığı bir yandan da haberler seyredilir. Aniden bir şey sorarım sana, tam da haberin en önemli yeridir, “Dur bir dakka!” dersin. “Ama kocacığım haber mi önemli ben mi?” diye sitem edermiş gibi yaparım sana, her seferinde beni gülümseten ciddiyetinle "realite"den bahsedip itiraz edersin. Bazen, artık benim ya da senin değil bizim olan evlatlarımız* arar, seni haberlerle baş başa bırakışıma hiç itiraz etmezsin.


Telefon… Uzağı yakın eden. Evlatlar bu kadar uzaktayken, telefon olmasa ne yapardım bilmiyorum, tıpkı senden uzakta olduğum zamanlarda olduğu gibi. “Sesine tutunuyorum.” derdim ya hani, belki bu yüzden telefonda konuşmayı hiç sevmesen de ne çok arardın beni. Sesinden sezerdim o sıralar aceleni, yorgunluğunu ya da düşünceliliğini… Ne keyifli sohbetlerimiz olurdu... Bazen duygusallıklarda savrulur bazen de sesimizle birbirimize dokunur gibi konuşurduk. Bir keresinde, yorgun gibiydi yine sesin, ben öyle anlamlandırmış, artmasın yorgunluğun diye sormamıştım ama güpegündüz esnediğinde anladım ki uykusuzdun. Erkenden yattığını bildiğimden “Geç mi yattın canım?” diye sormuştum, “Bir derdin mi var?” der gibi, “Çok uyanıyorum geceleri, bu gece daha da çok uyandım.” demiştin. Uykusuz kalmak bile olsa sonunda, benzer bir şeyi yaşıyor olmanın yüreğimde oluşturduğu o hoş duyguyla “Ben de çok uyanırım.” demiş ve “Bir şey istesem yapar mısın?” diye sormuştum: “Her uyandığında beni öper misin?” “Olur” demiştin hiç duraksamadan. Öylesine söylediğini sanmıştım… Yanılmışım.

Yapamayacağını söylemediğini, söylediğini de yaptığını yani adamlığını öğreneli o kadar uzun zaman oldu ki. O kadar uzun zaman mı? Yıllarla düşünürsek ne kadar az değil mi? Ya yaşanılanlar?.. “Ayrı ayrı deneyimlediklerimiz olmasa, bugün bunları yaşayamazdık.” dersin. Geçmişte bıraktıklarımızın bize kazandırdıklarının değeridir bu; senden öğrendim. Senden öğrendim “Keşke yaşamasaydım” dediğim her şeyin yaşandığı ve bittiğini ve seninle olan yaşantıma değer kattığını senden öğrendim. Değerime değer katanım, içerden yemek kokusu geliyor ama dışarıdan da arabanın sesini duyuyorum, isterse ev yansın, bu kez sana el sallamadan, kapıyı açmadan ve “Hoş geldin” deyip öpmeden bir yere kıpırdamayacağım.

*Evlatlar dün akşam aradığında “Babalar Günü”nü, ne demekse, “özel” olarak kutlamamı istediler. Kutluyorum: “Seni seviyorum” Dün seviyordum, bugün seviyorum, yarın seveceğim. Yalnız “Baba” olarak değil, koca olarak, arkadaş, dost, sırdaş, insan… ille de “Adam” olarak: Seni seviyorum.

 

 

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..