Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '07

 
Kategori
Blog
 

Sensiz bir kişi eksiğiz

Sensiz bir kişi eksiğiz
 

Milliyet Blogda, günde kaç blog okuyorsunuz? Kendi adıma cevap verecek olursam, ortalama 10 adet yazı okuyabiliyorum. Bu kimi gün 3-4 blogla sınırlı kalıyor, kimi gün ise 20’li rakamlara yaklaşıyor. Oysa tahminimce günde 150 civarında blog yayınlanıyor bu platformda. Hani neredeyse, yazıların %10’unu bile okuyamıyorum.

Ayrıca blog yazarı olan 1.500 kişi arasında da, en fazla 150-200 kişinin yazısını okumuş olabilirim. Ancak bu sayı, düzenli takip ettiğim blog yazarlarını ifade etmiyor. Genelde manşetten başlığı, görseli ve ilk cümleleri ile ilgimi çeken yazılara göz atıyorum. Ama daha çok, kendimce, yazılarına ilgi duyduğum 10-12 blog yazarının yazılarını takip etmeye çalışıyorum. Söz konusu bu arkadaşlar da genellikle her gün yazmak gibi bir sürekliliğe sahip değiller. Bu nedenle, bu 10-12 rakamı günlük okuma rakamlarına dönüşmüyor. Bu arada, bu 10-12 rakamı da, illaki aynı görüşte olduğum insanları ifade etmiyor. Tam aksi görüşte olduğum, ancak yazılarına önem verdiğim ve yazı kalitelerine güvendiğim blog yazarı arkadaşlarda var bu sayının içinde.

Bu okuma ve okunma oranlarına bakınca, Milliyet Blog camiasının daha da büyümesi çokta anlamlı gözükmüyor insana. Çünkü benim kapasitem bu. Yani, blog yazarı sayısı 5.000’e ulaştığında benim okuma sayım, ne yazık ki, 3 katına çıkmayacak. Yani, ortalama 10 olan okuyabildiğim blog sayısı 30’a ulaşmayacak. Maddi olarak da buna imkan yok zaten. Her bloga okumak için 5 dakikamı ayırdığımı ve günde 30 blog okuduğumu varsayarsak, 150 dakikayı, yani sırf 2, 5 saati, diğer blog yazılarını okumak için ayırmak zorunda kalacağım. Bu süreye, kendi blogumu yazmak, bloglarıma gelen yorumlara cevap vermek, diğer bloglara yorum yapmayı da eklediğimde, ortaya inanılmaz bir zaman ihtiyacı çıkıyor ki, benim gibi birçoğu aktif çalışma hayatı içinde olduğunu tahmin ettiğim diğer blog yazarları için bile bu oldukça imkânsız bir durum.

Aslında aynı imkansızlık, gazete okumakla da gayet benzeşir. Örneğin ben Milliyet Gazetesini elime aldığımda, üst manşet ve ana manşetten sonra, ilk sayfada, görseli, başlığı ve konusuyla ilgimi çeken yazılara göz atar ama aslen bende okuma alışkanlığı yaratmış olan yazarlara doğru ilerlerim. Ve hiçbir zamanda bir gazeteyi a’dan z’ye okuyamam. Buna vaktimde olmaz. Ancak bu, gazetenin yalnızca benim istediğim yazılar ve yazarlarla çıkmasını da gerektirmez.

Çünkü, a) ben okuyamasam da gazetemin oldukça zengin içerikte ve tercih olanaklarımı fazlalaştıran bir dolgunlukta olmasını isterim, b) yalnızca okuyacağım yazıların yayınlandığı bir gazetenin tirajı, ertesi gün 250.000’den 1’e düşer. Çünkü gazete yalnızca benim beğenime göre biçimlenmiştir ve büyük olasılıkla diğer 249.999 kişi bu durumdan hoşnut olmayacaktır. Ve ne gariptir ki böylesi bir gelişme, en başta beni mutsuz eder.

Benzer şekilde, benim okuyabilme kapasitem, Milliyet Blog yazarlığının sınırlandırılması içinde anlamlı bir gerekçe değil. Çünkü bu tip sosyal ortamları yalnızca, sizin ilişki kuracağınız ebatlarla sınırlandıramazsınız. Çünkü sosyal ortamı zengin kılan şey, sizin temas kurduğunuz insan sayısı değil, temas kuramasanız da, o ortama renk veren, soluk veren insan sayısı ve zenginliği yaratan insanların niteliğinin yüksekliğidir.

Çünkü sosyal hayatın zenginliği, toplumda iletişim halinde olan insanların aralarında var ettikleri görünmeyen ipliklerin, insan ve iletişim miktarı arttıkça birbirine karışması ve milimetre karede oluşan ilmik sayısının fazlalığı ile ölçülür.

Sosyal ortamlar, canlı bir organizma misalidir. Sürekli bir evrim ve devinim içindedirler. Çoğalmalar ve eksilmeler sürekli yaşanır. O ortamın içerisinde kümelenmeler, benzerlikleri olanların bir arada durması doğal olarak yaşanır. Ve ortamda, ne kadar çok üye varsa, o kadar çok fikir, o kadar çok tarz, beğeni, talep oluşur. Sosyal ortamlara aslen rengini verende budur.

Milliyet Blog ilk dikkatimi çektiğinde, yazılan bazı yazılara hayret etmiştim. Ailemin sadık bir Milliyet Gazetesi okuru olmasından dolayı, gazetenin yayın politikası, eğilimi ve tarzı hakkında kısmen de olsa bilgi sahibiydim. Ve bu ortamda, bu yayın politikasına, eğilime ve tarza uygun olmayan bolca yazı gördükçe, kızgınlığım daha da artıyordu. Hayatında bu gazeteyi bir kere satın almamış olduğu fikirlerinden belli olan insanların, bu ortamı, kendi fikirlerini sunmak için kullanıyor olmasını içerlemiştim.

Ancak, blog yazarlığına başladığım süreçten itibaren, bu yöndeki fikirlerimde, yumuşama olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü içerinde bulunduğumuzu platformun, ilkelerini belirleyen şey, aslında tam da yayın politikasının kendisi idi. Yani, her insanın düşüncesini, ahlaki ve etik sınırlar dışında açıkça ifade edebilmesi, düşünce özgürlüğünün pratikte sergilenebilmesiydi.

Ve bu çabanın, başta bazı sorunlara gebe olsa da, ülkemizdeki demokrasi kültürünün gelişmesi ve farklı fikirlerin bir arada var olabilmesine katkı sağlayabilmesi açısından anlamlı olduğunu düşünüyorum. Farklı olanın farkını insanlar ancak bu süreç içerisinde içlerine sindirebileceklerdir.

Ben kendi adıma, böylesi bir değişime uğradığımı itiraf etmek istiyorum. Fikirlerimin değişmesinden bahsetmiyorum. Ancak başkalarının fikirlerine saygı duymak ve o fikrin varlığını kabullenebilmek yönünde önemli bir gelişme kaydettiğimi düşünüyorum.

Ayrıca, yazı yazmanın, bu yazıyı yayınlamanın ve insanların beğenisine sunmanın, fikirlerin belirli bir ölçüde derlenip, toparlanmasına ve ister istemez törpülenmesine vesile olduğuna inanıyorum. Çünkü bu süreç, insanda ister istemez bir kontrol ve oto kontrol mekanizmalarının işlemesine yarıyor. İnsanda, fikirlerinin sağlam zeminlere basmadıkça kolayca çürütülebileceği kanısı, daha bir bilgi birikimi edinme, sağlam veriler ve gerçeklerle destekleme ihtiyacını doğuruyor. Ve sonuçta, insan beyni bu eğilimden ister istemez etkileniyor.

Son günlerde, gerek fikirlerine katıldığım ve yazılarını beğendiğim, gerekse de fikirlerine katılmadığım ancak yazılarına değer verdiğim insanlar arasında bu ortama veda etme eğilimi oluştu. Bunların sebeplerini bilme şansım yok. Ancak bu eksilişlerin, bulunduğumuzu ortamın zenginliğinden bir şeyler götüreceğini kabul etmek gerekiyor.

Gönül ister ki, bu platform, ülkemizin ulaşması gerektiği seviyeyi bünyesinde var eden ve geleceği simgeleyen bir nüve olsun.

Daha fazla blog yazarı, daha fazla blog ve bizlere tüm bunları takip edebilecek zaman dilemekten başka elimizden bir şey gelmiyor ne yazık ki,

Bu ortamda olmayan her kişi, bizim için eksik kişidir, bu nedenle;

Sensiz bir kişi eksiğiz,

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..