Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Şubat '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Sevgi manyağı

Sevgi manyağı
 

Sevilmeye o kadar çok ihtiyacım vardı ki, sevgisizliğin soğukluğunda Kırım iti gibi tir tir titriyordum.

İstediğim birazcık sıcaklıktı, sobanın kenarında kedi gibi kıvrılıp yatmaya bile razıydım; yeter ki birazcık sıcaklık olsaydı.

Şimşeklerin, yıldırımların, gök gürültülerinin terör estirdiği bir geceyi hatırlıyorum da, kendimi annemle, babamın arasına zor atmıştım. Annem, tepkiyle karşılamıştı bu davranışımı, “Erkek adamsın oğlum, ne var korkacak!”, demişti.

Anlamıyordu bir türlü annem; tamam, ben erkek adamdım da, yıldırım, şimşek, gök gürültüsü, erkek gibi teker teker gelmiyorlardı ki; hepsi birlikte saldırıyorlardı.

Aralarında yatmak için bayağı bir uğraş verdiğimi anımsıyorum. Kaç yaşımda olduğumu bilmemekle birlikte, net olarak hatırladığıma göre, o gün hayatımda en fazla korku, güven, huzur ve sevgiyi bir arada yaşadığım gün olmalı?

Bizler, sevginin açıkça ifade edilmesinin ayıp karşılandığı bir ortamda büyüdük, onun için böyle anılarımız çok nadir.

Nerede öyle annen, baban seni alacak, yüreğine bastıra bastıra sevecek! Ancak; başına bir kaza, bela gelecekte büyükler, duygularını daha fazla bastıramayarak, fevri olarak alıp kucaklarına, sıcaklıklarıyla tedavi edecekler, ağrı, sızılarını…

Bir başkaydı o zamanlar, her şey farklıydı, mesela; uzaktan kumanda cihazıyla, televizyonla tanışmadan önce tanışmıştık o günlerde.

Ebeveynlerimiz, gözleriyle uzaktan kumanda ederdi bizleri. Biz, onların her bir bakışının ne anlama geldiğini bilir, ona göre davranışlarımızı kontrol ederdik. Zaten kontrol etmezsek, hani arızalı cihaza, çalışsın diye bir iki vururlar ya, bize de öyle iki tane çarptılar mı arızamız, derhal düzelirdi!

Okul yılları da hemen hemen aynıydı. Öğretmenler, kara tahta önünde tek ayak üstü beklerken, ayak değiştirmeye izin vererek, belli ederlerdi sevgilerini.

Gerçi az olsalar da, bizleri yüreğine bastırarak seven öğretmenlerimiz de vardı. Fakat onlarda, sık sık müdür beyin, “Sınıftan çok ses geliyor!” ikazları ile karşı karşıya kalırlar ve acemi olmakla suçlanırlardı.

İşte böyle, çocukluğumuz, sevgisizliğin soğukluğunda tir tir akıp geçti…

Sonrasında büyüdük, bizlerde çocuk sahibi olduk. Büyürken, anne, babalarımızın gözlerimizin önünde küçüldüklerini, çocuklaştıklarını gördük.

Rahmetli babamı hatırlıyorum da, adamcağız, sevgiye öyle açtı ki, biraz sevilmek için ne oyunlar yapardı. Şöyle ona bir sarıldığım, göğsünün içine soktuğum zaman, büzülürdü kollarımın arasında; bir de öpmeye başladım mı, erir, erir küçücük kalırdı, o kocaman adam.

Nasıl öyle olmasın? O da geçmiş, aynı sevgisizlik tezgâhından; üstelik birde ana, babasız. Sevgiye aç, ilgiye muhtaç bir durumdaydı; anlayacağınız durumu benden beterdi, yetmiş beş yaşında hala sevgi arıyordu.

Oğluma baktığımda, onda bu durumu göremiyorum. Kendisine yalvarıyorum, “Oğlum bak, yarın kazık kadar olacaksın, seni sevemeyeceğim. Gel şöyle doya doya öpüp koklayayım!”, oğlanda hiç tepki yok. Adam, annesini, gözlerimin önünde yalayıp yutarken, bana bir öpücüğü bile çok görüyor. Yıllardır bu böyle sürüp gidiyor ve kendimi talihsiz gibi görmeye başlıyorum.

Fakat son günlerde şunu açıklıkla anlıyorum ki, oğlumun davranışı gayet doğal, bana karşı bilinçli bir tepkisi yok. O yaşına gelmiş, büyüklerinden daha bir fiske bile yememiş, herkes sevgisini vermiş ona. Aşırı sevgiden, bunalmış çocuk. Onun sevgiye ihtiyacı yok ki, benim sevme çağrılarıma yanıt versin. Onun başka şeylere ihtiyacı var.

O, doğa kuralı gereği, cinsel kimliğini bulmaya çalışıyor sadece. Onun içindir ki, beni uzaktan izleyerek, taklit etmeyi ve karşı cinsten olan annesine yakın olmayı tercih ediyor. Gayet masumane, gayet insani…

Şimdi bunları düşündükçe, oğlumun beni neden sevmediğine üzülerek geçirdiğim günlere yanıyorum.

Bu aralar bir şeyin daha farkına vardım: İnsan önce kendisini sevmeli ve kendisiyle barışık olmalı. Kendini sevdiğin sürece, etrafına olumlu enerji yayıyorsun ve sevgi tiryakileri, bu enerjiyi hemen algılıyorlar. Etrafında, farkına varmadan sevili insanlardan oluşan bir sevgi çemberi oluşturuyorsun, her şey çok farklı oluyor.

Şu farkındalık, ne kadar güzel bir şey; keşke her şeyin farkında olabilseydim!

Yalnız bir şeyin daha farkındayım ki, içinde yaşadığımız toplumun yönetiminde şu sıralar, benim gibi sevgiyi belli etmenin ayıp karşılandığı ortamlarda büyümüş insanlar söz sahibi. Onun içindir ki son derece sevgisiz, sevginin ne demek olduğunu bile bilmeyen bir sosyal kitle haline geldik. Toplumda, korkunç boyutta sevgi yoksunluğu ve ihtiyacı var.

İktisat biliminde basit bir kural vardır: Toplumdaki hangi ihtiyaç, yasal yollardan karşılanmıyorsa, onun karaborsası, mafyası oluşur.

Böyle giderse, bende bir sevgi karaborsası, mafyası oluşturacağım, haberiniz olsun. Nasıl çek senet mafyası, insanları “mermi manyağı” yapıyorsa; bende sizleri sevgi manyağı yapacağım, bilesiniz.

Sevgisiz, sevgisiz nereye kadar canım; bugün de akşam oldu, yarın meçhul, sabrında bir sonu var değil mi?

Sizleri seviyorum, sevgiyle kalın.

 
Toplam blog
: 36
: 1120
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

İstanbul'da 1967 yılında doğdum. Askerlik harici bütün yıllarım bu şehirde geçti. İşletme mezunuyum,..