Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '08

 
Kategori
Sinema
 

SEVMEK ZAMANI

SEVMEK ZAMANI
 

Filmin hatırlatıcı sahnelerinden biri


Metin Erksan’ın 1965 tarihli filmi, bugün kült statüsünde anılıyor. Gösterime girmemiş bu filmi, TRT' nin “siyah-beyaz” ları sıkça yayımladığı günlerde bir-iki izlemişliğim olmakla beraber, şimdiki aklımla yeniden izlemek istiyordum. Bugüne kısmetmiş. Gelişmiş teknik olanakların böyle şeylere imkan tanımasına çok memnunum. Tabii bir de tüketici olarak bu kadar ucuza bu ürüne ulaşmak da işime geldi. Yine de böylesine değerli bir sanat ürününün böylesine ucuzlamasına ne demeli bilmem! Bir süpermarketin indirimliler sepetinde 1.99 YTL ye sebil edilmişti. Keşke sürümden kazansa bari… (özellikle yaratıcılarına kazandırsa) deyip içerik hakkındaki görüşlerime geçeyim.

Ürün kaliteli bir kayıt altına alınmış neyse ki… Girişte klip havasındaki fragmanlar da izleyiciyi filmin havasına sokmakta başarılı.

Siyah-beyaz çekim, anlatılanın atmosferine tam uyum içerisinde ve olağanüstü kadrajlar klasik resimler gibi… Yaşananın içeriğindeki hüzün, görsel malzemede iyice vurgulanmış.

Ana ekseni aşk olan konu, yoğun bir gerilimde sarmallanarak ilerliyor. Günümüzdeki film izleme pratiklerimizde yadırganabilecek durağan sahneler, o anın üzerine derinleşme ve yoğunlaşmayı sağlayarak, içe dönük bir izleme sağlıyor. Filmi izleyenler kişisel yaşamlarının bir yerlerinde bu anları yaşamışlık zannını duyabilirler. Ya da bu buruk romantizme istek duyduklarını…

“Hatırla Sevgili” deki gibi Ada’da başlıyor hikaye… Ortam yağmurlu ve loş, ama yine de Ada’nın sokaklarını sevecenlikle hatırlatıyor. Özel bir sanat yönetimi yok. Doğrudan 1965 yılının giysi ve mimari ortamları ekranımızda. Bu nostalji ister istemez Hatırla Sevgili’nin görüntüleriyle “kıyas”ı getiriyor. Hatırla Sevgili’de yaratılmış imajlar, burada dolu bir gerçekçilik taşıyor. Sema Özcan ve Müşfik Kenter ise bu aşkın sanki çok doğal kişileri, onların yerine başka sima olamaz. İkisinin de karakteristik ve çok özel yüzleri filmin ayrılmaz özelliklerinden oluyor ve perçinleniyor.

Filmimizde bahse konu aşk, sıradan Türk filmi aşklarından değil bir kere! Evet burada da bir sınıf farkı var (erkek boyacı, kadın konak kızı), ama birleşme engeli bu gibi dışsal sebeplerden ziyade, bireydeki içsel ruhani bir durumdan kaynaklanıyor. Orhan Pamuk’un Kara Kitap’da da yoğun olarak işlediği “surete aşık olmak” ana temamız burada… Gizli kapaklı hiç bir yanı yok, bu aşkın… Erkeğin iş ortağı olsun, kızın babası olsun, hele hele sözlüsü (ya da nişanlısı) bile durumdan haberdar oluyorlar. Bu kişilerin, bu sevda hakkında birbirleriyle yaptıkları konuşmalar olağanüstü ilgi çekici, doğal, muhtemel ve artistik… Bu dialogların konuya büyük değer kattıkları aşikar.

Böylece Sinema sanatının bileşenlerinden ikisi mükemmel. Mükemmel Görsellik, mükemmel Edebiyat… Üçüncü bileşenimiz Müzik de burada çok ön planda olmamakla beraber, etkiyi olağanüstü pekiştiriyor ve o alaturka ortama uyum sağlıyor. Evet bu filmde herşey alaturka… Pozitif manada… Bu kendimize özgülüğü çoğu yerde arıyoruz. Pespayeleşmemiş halinde elbette…. Bu yapıtta fazlasıyla buluyoruz. Bir kere surete aşık olmak, sanırım daha çok doğu toplumlarına has bir olgu. Belki suret yasağı bu yüzden var, ya da yasak olduğu için cezbedici?...olmuş. (Günümüzde pop ikonalarının suretlerine vurulmak olgusunu da muallakda bırakıyoruz!)

Boyacı Halil yine de durumunu bize izah ediyor:
Surette “değişmezlik” var. O iyicil ifade kendisi için hep aynı kalacak. Bundan emin olabilir, ama suretin canlı-kanlı sahibesinden o kadar emin olamayabilir.
O kanlı-canlı sahibe ise, bu aşık adamın kendisine olan aşkına aşık olmasın mı! Buradan bir genelleme yapılabilir mi acaba?:
Erkek aşık olduğunun değişmemesini ister, kadın da kendi suretine aşık olunmasını...
Bilemedim!

Filmin pek çok referans sahnesi var. Göldeki sandalda, gelin ve suretle kürek çeken adam gibi... Dalgalı denizde iskelenin en ucunda dikilip düşüncelere dalmış kadın görüntüsü, Fransız Teğmenin Kadını’nda da etkileyiciydi... (buradan mı esinlenildi acaba?!)
Gelinlikli, sandallı, göllü son sahneler, adeta rüyamsı...Belki de Halil’in rüyası... “Nikahına beni çağır sevgilim” diyen adamın(!) hayalleri olabilir. (O adamın bu filmden haberi bile olmamıştır ya!)

Gösterimi yakın olan filmlerin kritiklerine sıkça rastlamak mümkün, ama böyle eski yapıtları da zaman zaman hatırlamakta hem fayda hem de büyük bir keyif var. Geçmişte kalmış sanat ürünlerimizi tekrar değerlendirmeye almak günümüzü daha da değerlendirecektir, zannımca...

 
Toplam blog
: 93
: 1712
Kayıt tarihi
: 12.12.06
 
 

Ununu elemiş, eleğini henüz asmamış bir ''Mimar''ım. Hep özel sektörde çalıştım. Yoğun çalışma yılla..