Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

28 Mart '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şimdiki zaman

100 gram Bütçem peyniri –su kaşarı, İzmir şarabı, soda, sigara ...

Dostsuz, arkadaşsız, sevgilisiz

Belki de yüksüz.

Her şeyin daha iyi olacağına kendimi bile inandıramamışken insanüstü bir sabır gösterip bir de onlarla uğraşamayacağım bir gece.

Kupkuru ‘nasılsın’lara, en sıradan ‘merhaba’lara verecek hiçbir yanıtım yok.

...

Var aslında ama değil buralara sidikli duvar diplerine bile yazılmaz.

Ne diyordum...

Aman...

Ne diyeceğim sanki ‘içiyordum’ işte...

Ve ne mutlu ki ayyaştım, sefildim, serseriydim.

Sığmıyordu içim içime...

1)

Yukarı Aralık sokak, iskeleye doğru yağmur sularını götürüyor ben başında titrerken.

Diyaframımı ya da ciğerimi soğuk havayla doldurup bağırıyorum sokağın başında.

‘ne güneş yüzü gördüm, ne de gökyüzü gördüm

derde düştüm, heder oldum beter oldum ben

laf anlamaz söz dinlemez oldu gönlüm

dağlar sevdamı atamadım ben’

Yukarıdan bir gürültü geliyor, kaldırıyorum başımı bir kadın ‘Allah’ın belası sarhoşlar’ diyerek açıp kapatıyor pencereyi hızla.

‘Sarhoşlar değiliz biz. Sadece ben sarhoşum’ diyorum pencereye doğru.

Ben de içmeyen insanı sevmem, kadının bütün sarhoşlara lanet okuması garibime gidiyor yine de.

Aldırmıyorum fırçasına.

Derin bir Rast nefesi alıyorum, yağmur hızlanıyor

‘sen nazla gezerken güzelim güller içinde

ben şiir okusam hüsnüne, bülbüller içimde

yaslan şu yetim kollara bir kerecik olsun

ben can vereyim şevk ile kaküller içinde’

Cam tekrar açılıyor ama kapanmıyor bu defa bir de sigara ışığı görüyorum sanki camın kenarında.
Bu defa oturmuş beni dinliyor sanki

Aşkım benim... demek ki iyi bir geleneksel Türk müziği dinleyicisi o.

Toparlıyorum nefesimi yeniden

‘Ömrümce hep adım her yerde seni aradım

Ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım

...

tam da ‘kenarlardaaaa’ diye meyana girdiğim anda bir kova suyu yiyorum kafama.

‘Küt’ diye kapatıyor camı, suyu döktükten sonra.

Sıcak bulaşık suyu yağmur suyundan tutulacak hali kalmayan elbiselerimin üzerinde ‘casss’ diye bi ses çıkarıyor.

Kızmıyorum kadına...

Şarkıya üzülüyorum sadece yarım kaldı diye.

2)

Bakkal Yaşar beni görünce seviniyor.

Allah allah borcum var mıydı ki ona.

Bi ellilik atıyorum masaya

‘ne içeceksin’ diyor

‘hepsinden’ diyorum dolduruyor siyah, iğrenç poşeti.

Masanın altına eğiliyor; kuru, upuzun bir yağmurluk çıkarıp uzatıyor bana;

‘belediyecilerden kaptım, çıkma’ diyor.

Yepyeni, cart sarı bi şey.

‘kalsın abi diyorum, sen bana biraz pamukla kolonya ver, yağmur ılık bu havada hasta olunmaz.’

...

İniyorum Kırkmerdivenden, iskeledeki caminin bahçesindeki geniş yapraklı muz ağacı yağmurlu havalara birebir. İki tane çocuk kuru yere oturmuşlar, kalıbımdan ürküp yer açıyorlar biraz.

Oturuyorum açtıkları yere, Yaşar’dan aldığım kolonyayı basıyorum pamuğa, yakıp atıyorum ortaya.

Isınınca çeneleri açılıyor tayfaların.

‘selamın aleyküm abi’

‘...’

‘selamın...’

‘içen adama afiyet olsun denir’ diyorum.

Gülüyorlar.

‘abi fazla nevalen var mı?’

‘benim için hiç bi nevale fazla değildir’

Bozuluyorlar.

Dayanamıyorum yine de.

‘şu şarabı siz boğadurun, ben biraz konyağa yumulacağım’

Seviniyor elemanlar. Ne iş yaptıklarını, kim olduklarını falan anlatacak oluyorlar ‘boş verin’ diyorum.

‘denizi, yağmuru seyredelim gençler birbirimizin kafasını şey etmeyelim’

‘haklısın abi’ diyorlar ürkekçe.

...

Denize, yağmura doğru dalıp gitmişken sevgilim arıyor, bir telefonum olduğu yeni geliyor aklıma.

Sırılsıklam olabileceği de.

Direkt bir şarkıyla açıyorum telefonu

‘sen yağmurlu günlere yakışırsın’

Çocuklar gülüşüyor.

Sevgilim bağırıyor telefonda

‘sesin çok az geliyor, cızırtı var’

Telefon lahana turşusuna dönmüş yağmurdan. Sinirleniyorum sevgilimin şarkımı bölmesine.

‘Cızırdamayan bi yeri ara’ diyorum.

Anlamıyor ne dediğimi

‘hemen eve gel!’ diye bağırıyor.

‘olur anam!’ diye gülüyorum. Telefonun sallıyorum her yerinden su çıkıyor, küfrederek kapatıyorum düğmesini.

Çocuklar gülüşüyor.

‘gülmeyin lan özel hayatıma’ diyorum.

Yine gülüyorlar.

...

3) Kırkmerdivenin kim bilir kaçını birden yuvarlanarak düşen bi adamcağız ayaklarımızın iki metre ötesinde duruyor.

Pantolonu, donu açılmış, her yeri yüzülmüş. Kaldırıyoruz çocuklarla, ilaç niyetine konyak döküyorum ağzına.

‘kimden kaçıyordun böyle?’ diyorum

‘...’

‘polisten mi?’ diye soruyor çocuklar.

‘....’

Elimdeki son pamukla kanlarını siliyorum.

‘iyi misin birader. Huuu!’

Konuşuyor sonunda.

‘iki ekmek için... iki ekmek için kovaladılar beni .pneler’ diyor.

İki ekmek çaldığı için kovalanmayacağını düşünen amatör bir hırsızla tanışmış oluyoruz gecenin bi yarısı.

Çocuklardan birine para veriyorum ‘şu bakkaldan konserve, ekmek falan al gel yesin de biraz canlansın adamcağız’

‘abi şarap da alayım mı?’

‘al yeğenim ne istiyorsan al’

...

Ton balığını ekmeğe sarıp yiyor adamımız, kırığı çıkığı yok, konuşmuyor hiç bizimle.

İğrenç bi şapırtı çıkıyor ağzından sadece amatör hırsızın.

‘yavaş ye be amca’ diyor çocuklar.

‘Ellemeyin adamı’ diyorum. ‘Çırağan sarayı mı burası haytalar’

Çocuklar iyice sarhoş oluyorlar konuşurken elini omzuma atıyor biri

‘elini indir’ diyorum

özür diliyor.

Eve gitme vakti geliyor.

Çocuklarla tokalaşıyoruz ‘abi bi emrin var mı’ diyorlar.

‘yok’ diyorum. ‘bütün içkimi içtiniz daha ne emrim olsun’ diyorum.

Gülüyorlar yine ota .oka.

Hırsızımız doğruluyor yavaşça. Sokak lambasının ışığı yüzünü aydınlatıyor birden. Kapkara yüzünün altında Dünya güzeli ela gözleri var hırsızın. İster istemez şaşırıyoruz çocuklarla sanki.

‘abi beni dövmeyin’ diyor.

Susup kalıyoruz.

‘beni çok dövüyorlar abi. Siz dövmeyin Allah için... Her yerime vuruyorlar abi, merdivenlerden atıyorlar’

Gücümüze gidiyor koca adamın böyle yakarması.

Çocuğun bir tanesi ağlamaya başlıyor.

‘bak abi az önce bakkal naptı koluma...iki ekmek için abi... demirle... demirle dövdü beni... ayağımda sakat abi... kaçamıyorum hep dövüyorlar’

Boğazımız düğümleniyor birden. Ne kadar güçsüz, ne kadar çaresiziz aslında anlıyoruz yeniden.

‘Dövmeyin olur mu abim... günahtır abim, tekneciler de dövüyor... denize atıyorlar beni abim... siz dövmeyin beni’

‘sus ulan!’ diyorum. ‘Kimse seni dövemez artık.’

Neye güveniyorum, kimim ki ben.

‘yarın sabah gelip seni bulacağım buralarda’ diyorum.

Uzaklaşıyorum oradan.

...

4) Bir melodi geliyor kulağıma eve dönerken.

Buselik olmalı.

‘git’ diyorum geldiğin yere.

Gitmiyor.

Hatta hicazlı bi asma karar yapıp daha da gizemli bi hal alıyor.

‘başıma iş açmaktan başka bi halta yaradığınız yok’ diyorum.

Yine de terk etmiyor beni.

‘dur o zaman senden güzel bi Antalya şarkısı yapalım’ diyorum.

Mırıldanmaya başlıyorum melodiyi.

Varıyorum nihayet eve.

Tükenmiş bir yevmiye, bulaşık kokan kıyafetler ve ne idüğü bir belirsiz bi ezgiyle giriyorum içeriye.

...

bizim işler de böyledir işte.

‘ele benzemez’

okan ünver

 
Toplam blog
: 104
: 489
Kayıt tarihi
: 06.03.08
 
 

1978 doğumlu Antalyalı bir müzisyenim, devamını ben de bilmiyorum..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara