Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Nisan '09

 
Kategori
Haber
 

Sinan Cemgil, Hrant Dink ve yaşanabilir bir Türkiye manifestosu

Sinan Cemgil, Hrant Dink ve yaşanabilir bir Türkiye manifestosu
 

Şirin Cemgil, Sinan Cemgil


Dün Şirin Cemgil toprağa verildi.

1968 gençlik hareketinin simge isimlerinden Sinan Cemgil’in eşiydi. 12 Eylül’den bu yana da Almanya’da yaşıyordu. 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de cezaevine girdikten sonra 1982 yılında yurtdışına politik sürgün olarak kaçtı. Düzen bu ülkede ne ona ne de eşine hayat hakkı tanımamıştı.

Cenaze töreni, Karacaahmet Cem ve Kültür Evi’nde yapıldı. Ve orada bir mektup okundu. Şirin Cemgil’in Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’e yazdığı mektup; “Benim sevgilimi 1971’de kurşunlayan ellerle sizin sevgilinizi 2007’de kurşunlayan elleri ben çok iyi tanıyorum”


Elbette tanıyacaktı. Çünkü her ikisi de düzen tarafından yaşamasına olanak tanınmayan iki önemli, simge ismin eşiydi.


Türkiye’de aynı "el" tarafından öldürülmek için birbirininize çok benzemenize, aynı nitelikte iki insan olmanıza gerek yoktur. O kadar ki, birbirinizin zıddı dahi olabilirsiniz.


Gerçi Hrant Dink ile Sinan Cemgil hiç de birbirinin zıddı insanlar değildi. Sinan Cemgil 1970’lerin başında THKO’nun kurucu ve yönetici olarak devrimci, sosyalist sol cephede mücadele ederken, Hrant ise mahkeme kararı ile edindiği Fırat ismi ile TKP/ML içinde mücadele ediyordu. Ancak gün geçti devran döndü ve sırf mücadelesinde etnik kimliği öne çıkmasın diye isim değiştiren Hrant Dink, 1990’lardan sonra etnik kimliğini Türkiye’nin özgürleşmesi mücadelesinde ön plana çıkarmaya başladı.


Türkiye’ye dışarıdan bakan bir insanın kolaylıkla fark edebileceği bir şeyi, Hrant Dink'te biraz geç olsa da fark etmişti çünkü. Türkiye’de, hangi zihin dünyasına sahip olduğunuz, hangi kimliğin parçası olduğunuz önemli değil. Türkiye’de düzeni rahatsız eden bir söyleme ve rahatsızlık verecek bir güç seviyesine sahip olup olmadığınız önemlidir. Düzenin sahiplerinin kendilerini var etmek üzere kurduğu karşıtlıklardan birisinin öznesi iseniz, birbirinin aynı muamelelere tabi tutulmanız yüksek olasılıktır. Siyasal düşüncesini dile getiren bir sosyalistte olabilirsiniz, inanç kimliğini ön plana çıkaran bir dindar da. Kürt de olabilirsiniz, Ermeni de. Yeter ki, düzenin yok saydıklarından birisi olun. Varlığınızı hissettirmeye çalışmanız, yok edilmeniz için yeterlidir.


Bu nedenle Sabahattin Ali gibi muhalif bir yazarla, Sinan Cemgil gibi bir antiemperyalistin, Hrant Dink gibi bir Ermeni ile, çocuk yaştaki Kürt Seyfi’nin, üniversiteye gitmek isteyen türbanlı bir kızla Malatya’da Hıristiyanlığı tanıtmak isteyen üç misyonerin maruz kalacağı şeyler birbirine fazlası ile benzerdir. Ya yok olursunuz ya da yok olmuş denecek kadar kendi değerlerinizden yalıtılmış yaşarsınız.


Nazım Hikmet’te kaçmak zorunda kalır bu ülkeden Ahmet Kaya’da. Şivan Perver’de terk-i diyar etmiştir yurdunu Cem Karaca’da. Bu nedenle katilleri, işkencecileri ya da peşinden kovalayanları oldukça birbirine benzerdir, tüm bu simaların ve isimlerin. Mesele, bu ülkenin temel unsurlarının, insanların barış içinde yaşayamayacağına inanan militarist zihniyetli bürokratik yapısındadır. Ve sivil siyaset ancak bu yapı müsaade ettiği müddetçe iktidar olabilmektedir.


Oysa bugün, kimi eski solcular, yenildikleri bu gücün zihniyetine tapar hale gelmişlerdir. Bu gücün altında ezilen, kendi değer dünyasından bugüne herhangi bir kırıntıyı miras bırakamamış olanlar, yeni efendilerinden diğer düşmanlarına da aynı muameleyi yapmasını istemektedirler.


“Bana darbe yaptın ona da yap, bana işkence yaptın ona da yap, bana hayatı zindan ettin ona et” zihniyetini en aşağılık tarzda sergilemektedirler. Bu nedenle düzenin en sağlam, en yüzsüz ve en direngen payandası olmuşlardır. Düzenin en kirli yüzü ortaya çıktıkça, onu tekrar gizleyebilmek için kumaşları, bezleri alelacele pisliğin üstünü örtmek için yetiştirmekte, insanlara gördüklerinin halisülasyon olduğuna inandırmaya çalışmaktadırlar.


Sinan Cemgil bu ülkenin en büyük antiemperyalistlerinden birisiydi. Ama bu ülkenin Kürt sorununa da taraf olmuştur, demokrasi sorununa da. Ülkedeki vesayet rejimine de direnmiştir, yarı feodal yarı oligarşik yapısına da.

Bu nedenle Sinan Cemgil’den Hrant Dink’e çizilen çizgi, bu ülkeyi yaşanılmaz kılanların tablosunu açıkça ortaya koyan çizgidir. Bu çizgiye karşı gösterilen direnç, Türk’ü Kürdü, Ermenisi, alevisi, sünnisi, sosyalisti, dindarı her farklı kimlik ve siyasetin bir arada, kendi doğruları çerçevesinde yaşayabildikleri, mutlu olabilecekleri, birbirlerinden rahatsızlık duymayacakları bir ülkeye götürür bizleri.


Bu ülke, bu zihniyet yüzünden, ülkeyi aydınlığa götürecek iki koca nesli yitirdi. Bu ülkenin, aynı zihniyet tarafından bir bacağı koparıldı, geniş bir coğrafyası bataklığa dönüştürüldü. Bu ülke kimliklerini ortaya koyan insanlara dar edildi. Ve ancak bu çizgiye, zihniyete gösterilecek direniş, günlük yaşamda bireye ne yapması, nasıl davranması gerektiğini söyleyen, farklı olanı tırpanlayan faşizmin sonunu getirecektir.

Bu ülkede elbet bir gün, faşizm kaybedecek, insan kazanacak.




İki yazıyı acil ve son derece önemli ikazı ile önermek istiyorum. İlki 26. 04.2009 Pazar tarihli Milliyet Gazetesinde yayımlanan Ece Temelkuran’ın yazısı. Son yıllarda medyada okuduğum en güzel yazıydı. Okumanızı öneririm. Kürt Seyfi'yi sizlere gayet güzel hatırlatacaktır; http://www.milliyet.com.tr/Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID=1087553&AuthorID=60&Date=26.04.2009&b=Seyfi&a=Ece%20Temelkuran&ver=52

Bir diğeri ise blog ortamımızın duayenlerinden sevgili Celal Çelik’in 24.04.2009 tarihli blogu. Doğruyu arayan herkesin ve kesimin üzerine düşen ilk görevin, toplumu birarada tutan değerleri yeniden var etmek olduğunu hatırlatan son derece hoş bir yazı. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=176038

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..