- Kategori
- Aile
Sizin hiç babanız öldü mü?

Gün doğmak üzereydi. Alacakaranlık yerini tan ağartısına bırakıyordu. Gözlerini tavandan indirdi. Öfke ve acıyla yataktan kalktı. Daha doğrusu kalkmaya çalıştı. Aceleyle giyindi. Bir an önce odadan çıkmalıydı.
Babasını son gördüğü an; bu sabah ondan kurtulamıyordu. Soğuk bir kasım öğleden sonrası. Çocukluğunda defalarca önünden geçtiği ve korkmadığını kendisine kanıtlamaya çalıştığı o mezarlığın ön tarafındaki açık alanda dört ayaklı dikdörtgen biçimindeki derme çatma tahtanın üzerine öylece uzatılmıştı.
Kefenin üzerine kalınca kareli bir battaniye örtülmüştü. Etraf kasım ayı havasına uygun kuru ve ayaz insanlarla çevriliydi. Geç kalınmış bir cenaze töreniydi. Bir kaç saat önce gömülmesi gerekirken yatişemeyen çocukları için öylece bekletilmişti.
Battaniyeyi kaldırdı. Zaman durdu. Kuru kalabalık kuru bir sessizliğe dönüştü. Bütün evren babasının yüzüydü sanki... Öylece kaldı. Sonsuza kadar da kalabilirdi. Çünkü o hep gerçeği arıyordu ve yaşadığı en gerçek andı.
Uğultularla kendine geldi. Artık herkes ölüyü gömüp sıcacık evlerine ve günün dedikodularını yapmak için telaşlanıyordu. Bunu yapmak istemiyordu ama yaptı. Battaniyeyi usulca kapattı. İnsanlar aceleyle ölüyü mezara yerleştirıp üzerine ölüm toprağını serptiler. Görevlerini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde evlerine döndüler.
Gerçek başka bir gerçekle buluşmak üzere gömülmüştü. Hava kuru ve soğuktu. Ama üşümesi ondan değildi .Düşündü; insan daha ne kadar üşüyebilirdi ki... Şimdi camın önünden dışarıda varlığını hissettiren soğuğa ve kara baktı. Acaba babası da üşümüş müydü? Üzeindeki battaniyeyi çekip alma isteğinin sebebi neydi?
İşte bulmuştu; gerçek her koşulda her durumda varolabilen şeydi. Üzerini örtmeye gerek yoktu. Ve babası da artık hiç üşümeyecekti...