Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '07

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Şu <<İletişim>> dedikleri..

Şu <<İletişim>> dedikleri..
 

Günümüzün entel, dantel, "trendy" sözcüklerinden biri, iletişim! Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde şöyle tanımlanıyor; "Duygu, düşünce veya bilgilerin, akla gelebilecek her türlü yolla, başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon...". Eğitim programlarının, kişisel gelişim seminerlerinin, üniversitelerin ilgili fakültelerindeki ders programlarının içeriğinde, konuşmacıların yazarların çizerlerin söyleminde kaleminde kendine her daim teorik bir yer bulduğuna bakılırsa, üzerinde yazmak çizmek konuşmak için zengin bir konu başlığı aynı zamanda. Pratikte ise, siyasal sosyal kültürel toplumsal zeminlerde, daha ziyade “iletişimsizlik” formunda yaygın bir uygulama alanı bulduğunu görüyoruz. Öyleyse, bu sözcüğün ifade ettiği prosesin bir yerinde bir kısa devrenin söz konusu olduğu aşikar. İş uygulamaya gelince devre atıveriyor niyeyse. Misal: anayasa taslağı gündemi çerçevesinde televizyon kanallarında izlediğimiz paneller, tartışmalar, söyleşiler, açık oturumlar hep iletişimsizlik uygulamasının örnekleriyle dolu. Hele ki din denilen olgunun hükümetin bir numaralı uğraş ve iştigal alanı olma yolunda hızlı bir ivme kazandığı 22 temmuz miladı itibarıyla iyice ortaya çıkan kutuplaşmalardan, iletişimsizlik döngüsünün nasıl da kısır bir döngü olduğunu görüyoruz, izliyoruz. Madem görüntü ve uygulama bu merkezde, şu “iletişim” denen kavramı bir de burada didiklemeli.

İletişimin sözlük tanımı kapsamında gözden kaçan önemli bir nokta şu ki; iletişim sadece bir bilgi / mesaj alışverişi değil anlayarak kavramak aynı zamanda. Diğer bir deyişle taraflar arasında döngüsünün gerçekleşmesi. İletişimde amaç sadece mesajı karşı tarafa aktarmak ve karşı tarafın mesajını almak olsaydı, iletişimsizlik diye bir olgu da söz konusu olmazdı zaten. Oysa bir iletişimden söz edebilmek için; mesajımızın alınması, mesajımızın kabul edilmesi, mesajımızın anlaşılması ve alıcıda bir davranış yada durum değişikliği yaratılmış olması gerekir, yani ortak bir platformda buluşmak ve anlaşma sağlamak gerekir. Bu ortak platformda kişiler ortak paylaşım yaparak iletişimi sürdürebilirler. İletişimin kesintisiz, aksamadan, kopmadan ve kısır döngüye girmeden tamamlanması, her iki tarafın da ortak bir dilde buluşması ile mümkündür. “Ortak dil” kavramını hem gerçek hem de mecazi anlamıyla düşünmek mümkün. Yani, ortak dilde buluşmak = aynı lisanı konuşmak ve ortak bir platformda anlaşma yada uzlaşmaya varmak şeklinde düşünebiliriz.

Bilinen o ki; bir iletişimden söz edebilmek için iki tarafın varlığı gerekli ve karşı tarafa aktarılmak iletilmek istenen şey her ne ise, söz ses ve beden dili bu mesajın 3 önemli bileşeni. Bu 3 bileşenin, iletilmek istenen mesajın algılanması üzerindeki ağırlıklı etkisel rolleri üzerine bakın istatistikler ne diyor ;
Söz + Ses + Beden dili => Mesaj
(%7) (%38) (%55) (%100)

Peki, ya yüz yüze iletişimden söz etmiyorsak? örneğin telefon sözü ve sesi taşıyor tamam ama, henüz görsel bir iletişim aracı değil diyorsak, bu durumda beden dilinin etkisi mesajın kapsama alanının dışında mı kalacak ? Bu sorunun yanıtını da hazırlamış istatistikçiler:
Söz + Ses Tonu => Mesaj
(%18) (%82) (%100)

Yüzdelerden de anlaşılacağı gibi, görsel iletişimle mesaj aktarımında beden dilinin üstlendiği %55 ağırlıklı etkinin, telefon ile iletişim söz konusu olduğunda 44'ünün ses tonuna, 11'inin söze yansıdığını görüyoruz. Öyleyse şunu diyebilir miyiz: ses tonu ve söyleyiş biçimi karşı tarafa sözden önce ulaşır ve ilk etkiyi çoktan oluşturur. Belki bu rakamları şöyle de okuyabiliriz; söz yani içerik, ne kadar düzgün ve anlamlı olursa olsun, üzerine giydirilen ışıltısız donuk çarpıcılıktan uzak bir ses ve beden diliyle, ancak 18'lik etki ağırlığını taşıyabilir.

Matematik ve istatistik bilimine, sayıların gerçekçiliğine ve rakamların somut gerçekliği saptırmaya izin vermeyen dik duruşuna saygım, sevgim ve ilgim ayrı ama yine de dilin yani “söz”ün hakkını da teslim etmek gerek diye düşünüyorum. Zira makyajsız doğallığıyla ve duru sadeliğiyle 18'lik “söz”ü, matematik ve istatistiğin görmezden gelemeyeceği de ortada. Kaldı ki söz konusu olan yazılı iletişim ise, mesajın algılanması üzerinde söz sahibi olacak olan, tek başına “söz”ün ta kendisi!. Evet, adil olmak gerek, hele hele, 3'de 2'si "öz" olan "söz"e haksızlık etmemek gerek.. Yazılı iletişimde mektuplar, hem sesi hem beden dili sadece "söz" olan mesajları taşımıyor mu örneğin? İnsan vücudundaki en güçlü kas olan ‘dil'in gücünü inkar edebilir miyiz? Sözü ağırlığınca yüklenip taşıyabilen dilin gücünü.. Gülümsediğini yada öfkelendiğini, avazı çıktığı kadar bağırdığını veya çelimsizce yutkunduğunu yada ne bileyim alaycı bir tebessümle kibarca dürtüklediğini işitsellikle desteklenmeden ve görsellikle giydirilmeden bile dillendirebilen 'çıplak söz'ün gücünü yadsıyabilir miyiz? Üstelik dilbilgisi hakimiyetiyle ve noktalama işaretlerinin / sembollerin vurgusuyla yazılı iletişimde “söz”ü daha güçlü kılmak da mümkün. Öte yandan, gerek yüz yüze gerekse telefonda iletişimden söz ederken de, aktarılmak istenen mesajın 3 bileşeninden biri olan “söz”, iletişimin olmazsa olmaz unsuru. Üstelik konuşurken / yazarken seçeceğimiz sözcükler ve bunları biraraya getiriş şeklimiz ile, karşı tarafın zihninde yaratacağımız çağrışımları ve algılamayı biz belirliyoruz hatta yönlendirebiliyoruz. İletişim sırasında, içine yerleştireceğimiz sözcükler ile kurduğumuz cümleler, sihirli bir değneğe ya da tehlikeli bir silaha dönüşebiliyor. Misal, tek bir cümle kurdu başbakan: “Rektörler kendi işlerine baksınlar” nokta! Bir cümleyle iletişim devresi tak diye atıverdi..

Günlük yaşantımızda, iş aile arkadaşlık dostluk ilişkilerimizde de, gülümseyen bir "alo"nun, omuzları dik bileği sıkı bir tokalaşmanın, sesiyle sarılıp kucaklayan bir "teşekkür"ün, cesur ve yürekli bir "özür"ün iletişim gücünü inkar edebilir miyiz? Öyleyse şu bir gerçek ki; söz ses ve beden dilinin her biri, kimi zaman tek başına kimi zaman da uygun ortamlarda gerçekleştirebilecekleri ikili yada üçlü koalisyonlarla, iletişimin başarısını yada başarısızlığını belirleyebilme ve etkileyebilme gücüne sahip. Öte yandan iletişim denen bu proses, taşınan her bir mesajla birlikte “iletmek” ve “algılamak” eylemlerinin verici ve alıcı taraflarının yer değiştirdiği bir döngü olduğuna göre, “söz + ses + beden dili”nin oluşturduğu mesaj da bu çift yönlü trafik üzerinde gidiş-geliş modunda seyretmekte. Bu durumda iletişimin kazasız gerçekleşmesi, mesajın kendisi kadar yol durumuna ve sürücülere de bağlı olmalı haliyle.

İletişimin gerçekleştiği ortamı yol durumuna benzetecek olursak; yol durumu şartları kasisli, çukurlu, aydınlatması yetersiz, şerit çizgileri belirsiz, yol çalışması ile daraltılmış, su basmış, balçık çamur toprak yol, kaygan zemin, vb zor ve ekstra dikkat gerektiren bir yapıda olabilir, dolayısıyla daha dikkatli ve temkinli yol almayı zorunlu kılar bu şartlar, aksi takdirde kazaya davetiye çıkartmak işten bile değildir. Öyleyse; insan faktörü kadar çevre / ortam faktöründen kaynaklanabilecek sorunların da, iletişim için birer tehdit unsuru olabileceğini söylemek yanlış olmaz sanırım.

Ortam faktörünü iki yönüyle dikkate almakta fayda var; birisi fiziksel ve nesnel koşulların oluşturduğu fiziki ortam diğeri de siyasi sosyal kültürel ekonomik yapının içindeki farklılıkların oluşturduğu toplumsal ortam. Fiziki ortamdan kaynaklanan tehdit unsurları neler olabilir? Ses / gürültü / hep bir ağızdan konuşma, ortamın sesin tonunu etkilemesi (yüksek ses / alçak ses gerektirmesi örneğin), ısı, ışık, oturma düzeni, duruş pozisyonu, diğer kişiler, dikkat dağıtan unsurların varlığı, yada eğer telefonda iletişim söz konusuysa hatlarda yaşanan problemler ve mesafe de sayılabilir ki, tüm bunların kontrol ve elimine edilmesi görece kolay olsa gerek. Oysa ki, iletişim kazaları için tehdit unsurlarını fazlasıyla içinde barındırıyor olması itibarıyla bakıma alınması, iyileştirilmesi, yenilenmesi, sağlamlaştırılması, güvenilirliğinin sağlanması asıl gerekli öncelikli ve zorunlu olan ortamsa diğeri, yani toplumsal ve sosyal ortam. Ve onun yeniden yapılandırılması hiç de kolay gözükmüyor. Belli ki çok uzun yıllar alacak. Örneğin türban konusundaki iletişimsizlik örneklerine baktığımızda, 20 sene önce de türban tartışmaları yapılıyordu, bugün de bu sorunu onu yaratan aynı düzlemde ve aynı sosyal ortamda tartışmaya aynen devam ediyoruz. Oysa ki türbanı siyasi bir simge olarak nitelendirinceye kadar, bu örtünme biçiminin; kadının toplumla barışık olmasına engel koyan dini geleneksel ve ataerkil yapının kadının evden dışarıya açılımını formüle ettiği bir sonuç olduğu düzlemine geçmek ve soruna bu düzlemden de bakmak gerek. Paradigmamızı bu düzleme kaydırdığımızda; metropollerde yaşayan örtünen kadınların artık daha fazla dışarıda görünür olduğunu, sosyal hayatta yer almaya başladığını, görünürlüğün arttığını hem kendi gözlerimiz tespit ediyor hem de araştırma şirketlerinin ortaya koyduğu istatistiksel rakamlar bu gözlemi destekliyor. Evden dış dünyaya adım atan ve ekonomik sosyal kültürel hayatın içine doğru yol alan kapalı kadın sayısındaki artışın, ile doğrusal bir korelasyon içersinde olduğunu söylüyor bu rakamlar. Öyleyse, türban eksenli bu iletişimsizlik, bu örtünme biçimi formülünü ortaya çıkaran bu sosyal siyasal ve toplumsal yapının yer aldığı ortamın bir üretimi olduğuna göre, iletişimsizliği ortadan kaldırmanın yolunun da ortam faktörünün yarattığı tehdit unsurlarını her yönüyle güvence altına almaktan geçeceğini söylemek hiç de yanlış olmaz sanırım. Örneğin; herkesin kendi yaşam tarzlarının ve tercihlerinin anayasa ile güvence altına alındığı, bireysel özgürlüklerin hukuki ve demokratik yapı ile korunduğu, örtünmeyeni adresleyecek sosyal ve psikolojik bir bulaşmanın da anayasal korumanın güvenceleri içinde yer aldığı bir düzlemde ve tüm bu güvencelerin uygulanmasını ve takibini garantileyen bir devletin varlığında, üniversitelerde türban yasağına da gerek kalmaz, mahalle baskısı endişesine de.

İletişim devresini kesintiye uğratan yada kısır döngüye sokan “ortam” faktöründen kaynaklanan tehditleri bertaraf etme yollarını bulmanın yanı sıra, sürücülerden kaynaklanan iletişim kazalarını da engellemenin, hiç değilse darbelerini azaltmanın, hafifletmenin yollarını da arayıp bulmak söz konusu zira, iletişimde ortaya çıkan kısa devrenin oluşma noktalarından birisi de burası, yani sürücülerden / insan faktöründen kaynaklanan etmenler de iletişim için önemli tehdit unsuru oluşturmakta. İletişimin dönüşümlü olarak “alan” ve “veren” tarafı olan sürücülerin, söz + ses + beden dili unsurlarını birer düello yada sataşma malzemesi olarak değil, vermek istedikleri asıl mesajın tam olarak algılanmasını sağlayacak birer enstrüman olarak kullanmaları bu yollardan sadece bir tanesi. Aslında belki de en önemlisi. Gündelik hayatımızdaki iletişimsizlik örneklerini şöyle bir zihnimden geçiriyorum da, örneğin yükselen sesle birlikte gözlerden taşan alev yada alaycı ve küçümseyen bir bakış eşliğinde peş peşe fırlatılan kelimelerle kurulan cümlelerin taşıdığı mesaj yani içerik adresine ulaşıncaya kadar, ses ve beden dili kendi mesajını çoktan karşı tarafa taşımış, algılananın o mesaj olmasını sağlamış ve etki tepki mekanizmasının işleyişini tetiklemiş oluyor. Bu etkileşim sonucunda da, kurulan cümlenin içerdiği asıl iletilmek istenen mesajın adresine hiç ulaşamadan çoktan güme gitmesi bir yana, kendini haklıyken haksız duruma düşmüş olarak buluvermek de cabası oluyor çoğu kez. Öte yandan, ses ve beden dilini olabildiğince nötrleştirip seçtiğimiz sözcüklere yüklendiğimiz zaman da durum değişmiyor, bu kez neredeyse tek başına söz, can yakıcı / can sıkıcı / tepki uyandırıcı iletişim darbeleri haline dönüşebiliyor. Sonuç itibarıyla her iki durumda da, asıl içerik yani mesajın kendisi iletilip algılanamadan iletişim devresi kesiliyor, kopuyor, kısır döngüye giriyor, zarar görüyor, kısaca işlemez hale geliyor. Tartışma, demagoji, itişme, dayatma, söz düellosu, ben bilirimcilik, mutlak sessizlik, vb farklı formlara büründüğünde, zaten artık iletişimsizliğin kapsama alanında bir yerlerde duruyor oluyoruz. Peki, “söz”ün iletişim için tehdit unsuru haline gelmediği bir kullanım nasıl olabilir? Kelimeleri dikkatli seçmek, belirsiz ve anlaşılmaz ifadelerden olduğu kadar dolaylı ve yanlış anlaşılmaya açık ifadelerden kaçınmak, bir şeyin empoze edilmeye çalışıldığı veya karşıdakinin bilgisiz yeteneksiz bir konuma koyulduğu algısını yaratacak bir tarzdan uzak durmak, dinleyenin anlama eşiğini aşmayan ifadeler kullanmak, örneklerle somutlaştırmak, ilk aklıma gelenler. Tüm bunlar “söz”ün, mesajın algılanmasındaki istatistiksel etki ağırlığını maksimize etmemizi sağlayabilir. Tane tane konuşarak, vurgulamak istediğimiz kelimelerin altını sesle çizmek suretiyle konuşarak, örneğin sesin tonuyla vurgusuyla yüksekliğiyle kısıklığıyla oynayarak, sözün üzerine “ses”in etkisini de ekleyebiliriz.

İnsan faktöründen kaynaklanan ve iletişimsizliğe neden olan etmenlerden bir diğeri de; dinlemek denilen eylemi gerçekleştirememek, çoğu zaman sözü kesmek yada en iyi ihtimalle dinlemenin söz sırası gelinceye kadar geçirilecek bir bekleme süresi olduğunu zannetmek… Oysa dinlemek, söz sırası geldiğinde söyleyeceklerini sıralamak üzere zihinsel hazırlık ve tekrar ile geçirilecek bir bekleme süresiymiş gibi algılandığında ve bu şekilde davranıldığında, iletişimin alan ve veren taraflarından birinin yada her ikisinin de, sadece kendi fikirlerine odaklı bir zihin duruşuyla algı sınırlarını daraltmaları işten bile olmasa gerek. Daha da kötüsü, eğer karşı taraf dinleme eylemini anlama gayreti veya niyetiyle gerçekleştirmiyorsa, bu durumda iletilmek istenen mesajın algılanması ve anlaşılması aşamalarına daha baştan set çekilmiş demektir. Dinlemeye –anlamaya – kavramaya çekilen bu setler; önyargılar, sabit fikirler, değişime kapalı zihin duruşu, alışkanlıklara ezberlere bağımlılık tuğlaları ile örülmüşse eğer, söz + ses + beden dilinin bu duvarları aşması zor görünüyor.. Öte yandan, yalnızca ilgilenilen mesajı açmak yani duymak istediklerimizi duymak, mesajın bir kısmını görmezden gelmek / önemsememek, kaynağa bakarak mesajı değerlendirmek (örneğin kaynağa aşırı güven yada tam tersi güvensizlik), gerçekler yerine yorumların iletilmesi, karşı tarafın anlama eşiğinin kavrama kapasitesinin yanlış / eksik tespiti yüzünden gerçeğini ıskalamak da iletişim için birer tehdit unsuru oluyor çoğu zaman. Bu grup tehdit unsurları aynı zamanda, dinlemek denilen eylemin gerçek işlevselliğiyle gerçekleştirilmemesinin bir türevi olarak da ortaya çıkabiliyor. Örnek mi? Aynen şöyle:

Albay, binbaşıya:
- Yarın güneş tutulacak, bu her zaman görülen bir olay değildir.
Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı görsünler.
Ben de orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim.
Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri üstü kapalı olan talimgaha götürürsün.

Binbaşı, yüzbaşıya:
- Albayın emri ile yarın sabah dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir.
Şayet hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma, kapalı talimgahta, talim elbisesiyle yapılacaktır.

Yüzbaşı, teğmene :
- Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır.
Şayet yağmur yağarsa - ki bu durum pek görülen bir olay değildir -, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.

Teğmen, başçavuşa:
- Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay tutulacak.
Kapalı talimgahta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak.
Çünkü, bu her zaman görülen bir olay değildir.

Başçavuş, askere:
- Yarın sabah dokuzda kapalı talimgahta Albay’ı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.

Askerler kendi aralarında:
- Yarın sabah bizim Başçavuş, Albay’ı tutuklayacakmış...


Ve son bir not: “Kahkaha, iletişimin darbelerini azaltan bir şok emicidir”. Bu deyişin kaynağını bilmiyorum, bir yerlerde okumuş ve aklıma yazmış olmalıyım ama kim söylemişse doğru söylemiş bence. Şimdi, sözün tam da burasında; ciddiyet gerektiren ortamlarda gerçekleştirilmek durumunda olan iletişimler söz konusu olduğunda, kahkahanın orada işi ne? diyenler olacaktır kuşkusuz. Hemen hatırlatmalıyım ki > sözcüğünü; > şeklinde açılımlandırmak da mümkün, öyle değil mi?

Kazasız, darbesiz iletişimleri tüm zeminlerde gerçekleştirebilir olmamız dileği ve umuduyla…

 
Toplam blog
: 45
: 2228
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

"Artık makine ile değil, insanla iletişim kurma" kararımın ardından IT sektöründeki kariyerimi nokta..