- Kategori
- Blog
Şu blog dedikleri

“Dar alanda kısa paslaşmalar filminin en akılda kalıcı repliğinde hayat fena halde futbola benziyor deniyordu ya. Ne kadar sanal da olsa şu blog dedikleri şey fena halde hayatın ta kendisi. Hem de çok fena!” diye yazdım daha dört gün önce şahsi blogumda.
Akabinde başka bir blogcu arkadaşım devam niteliğinde ;
Burada üzülüyoruz.
Burada seviniyoruz.
Burada seviyoruz.
Burada seviliyoruz.
Burada yanlış anlıyoruz.
Burada yanlış anlaşılıyoruz.
Burada vuslat var.
Burada firak var.
Özlem var, hasret var...
Burası hayatın kendisi ! dedi.
Durmadım, devam ettim,
Hayaller var, gerçekler de,
Önyargılar var, empati de,
Maskeler var, doğal yüzler de,
Reytingciler var, idealistler de,
Mücadele var, yılgınlık da.
Siyah var, beyaz da ve hatta gri de.
Hakikaten yukarıda tarif edilenlerin hemen hemen hepsini yaşadım. Yaşamayan, karşılaşmayan blogcu da yoktur sanırım.
En basitinden daha iki gün önce yüz yüze hiç gelmediğim bir kaç defa mailleştiğim, çokca bloglarımızdaki yorum bölümlerinden iletişimde bulunduğumuz bir blogcu arkadaşla incir çekirdeğini doldurmayacak bir nedenden dolayı kırdık birbirimizi. Bugün ise hiç tanımadığım sanırım bir iki kez “yorumlaştığımız” sevgili Zeynep, “nerdesin özledik yazılarını” dediğinde inanılmaz mutlu oldum. Anlatamam.
Hoş işin aslı bunu anlatmak için yazmaya başladım. Yoksa yazacağım edeceğim yoktu. Ama yok yok anlatamayacağım. Sadece şunu söyleyebilirim, hani Sait Faik ödülü verseler bu denli sevinirdim.
O derece yani. Valla.
Bi dakka ya anlattım galiba.
Hülasa-ı kelam, blog hayattır.