Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '12

 
Kategori
Siyaset
 

Suriye ile Savaş, ama nasıl?

Suriye ile Savaş, ama nasıl?
 

 Suriye’deki düşman kardeşler artık bir arada yaşayamaz oldular ve birbirlerini her yerde yemeye başladılar. Sünni çoğunluk (%70) ile Nusayri-Alevi azınlık (%30)  arasındaki savaş artık açık açık sürüyor ve anlaşılan bir dış gücün katkısı olmadan daha aylarca belki yıllarca sürecek. Bu bir zamanların Kıbrıs’taki Rum-Türk Savaşını andırıyor. Onlar da birbirlerinden nefret ediyorlardı ve onlar da birbirlerini öldürüyorlardı. Ne oldu? Türk ordusu girdi . Savaş’a paydos dedi, aralarına bir çizgi çizdi. Ve o zamandan beri Barış sürüp gidiyor.

Şimdi Suriye’de Sünni’ler diğer Mağrip ülkelerinde, Mısır’da olduğu gibi, “Müslüman Kardeşler”in  teşviki ve özendirmesiyle halk, şehitlik mertebesine ermek için, Suriye Alevi  Devletinin ateşine kendini atıyor.

Aslında Aleviler medeni bir topluluktur; bunu biz Türkiye’deki uygar Alevi yurttaşlarımızdan biliyoruz. En ilerici hareketlerin içinde onlar vardır. Atatürk’ün yılmaz savunuculardırlar. Okurlar, yazarlar, en güzel müzikleri Aleviler yaparlar… (Sünniler müzikten, sazdan  biraz korkarlar) . Suriye’de,  Nusayri diye anılan Suriye  Alevileri de ileriden, moderniteden yana olan bir millettir. Hiçbir zaman başlarını bağlamadılar;  her zaman hoşgörüden yanaydılar. Devleti de gül gibi ellerinde tutuyorlardı. Tutuyorlardı ama biraz sıkı tutuyorlardı. Devletin, Suriye Devletinin MİT’i olan “El Muhaberat” memleketteki bütün sosyal ve siyasal olayları çok yakından izliyor ve çizgiden biraz sapanları ihbar ederek hemen içeri alınmasına neden oluyordu. Bu durum uzun yıllardır susan, bir bakıma Nusayri azınlık elinde oyuncak olan, Sünni çoğunluğu isyan çizgisine getirmiştir.

Fakat diğer ülkelerde olduğu gibi, orada da dış güçler tarafından organize edilen Müslüman Kardeşler , ülkeyi karıştırmakta baş rolü oynamıştır.

Sünni halk silah bulunca direnmeye karar vermiş. Silahlar çekilmiş; asıl silahlar Devletin, Orduya sahip olan Nusayrilerin elinde olduğu için , büyük çoğunluk bu işten çok zarar etmiştir. Daha da zarar edeceği bellidir. Devleti, El Muhaberatı , Orduyu elinde bulunduran Beşar Esad  giderek titremeye başlamıştır. Çünkü,  Suriye artık kan gölüdür. Kimin kimi vurduğu belli değildir. Ülke her gün en az  150-200 kişi şehit vermektedir. Ne Annan , ne İstanbul Toplantıları, bu iç savaşa son verememiştir.

Belli ki artık herkes (ABD dahil) Türkiye’yi ileri itmekte, “Git de şu işi hallet demektedirler” Türkiye’de bu arkadan itmelerin etkisiyle Suriye’ye deki yönetime “Gelirsem, görürsünüz..” mealinde mesajlar gönderip durmaktadır. Türkiye Suriye’ye girebilir mi? Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’ye karşı atılan kurşunları, bu işin gerekçesi yapmak için hazırdır. Sayın Erdoğan seçimlerde kazandığı sonuçlarla sarhoştur. Kendi kendisinden son derece hoşnuttur. Şimdi bir de işi Gazi’likle taçlandırmak istemektedir… Çünkü artık yapabileceği bir iş, gidebileceği bir yer kalmamıştır. Ancak ve ancak…diğer zaferlerini gerçek bir zaferle taçlandırmak isteyebilir ki… İşin vahim kısmı budur. Neden?

Çünkü, Atatürk’ün öne sürdüğü gerçek “Milletlerin hayatı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça, savaş bir cinayettir.”  lafı hala geçerlidir. Ve kimse Türkiye Cumhuriyetini göz göre bir savaşın içine sürüklemenin maliyetini ve sorumluluğunu göze alamaz.

Ama kapımızı çalan Suriye’lilerin sayısı 25.000’e ulaşmıştır. “Yarın, bu sayı : 50, 100, 500 bin olduğu zaman Türkiye ne yapacaktır? Diye Sayın Erdoğan sormaktadır. Evet, gerçekten bu sorunun cevabını vermek çok müşküldür. Diğer yandan Suriye’den verilen rakamlara göre bu ülkede her gün 150-200 kişi ölmektedir ve dünya ülkeleri bunu zalimce seyretmektedirler. Yazıktır, günahtır…

Recep Tayip Erdoğan’da bir insandır. Orta Doğu’daki insanların kendisine ne kadar güvendiğini bilmektedir . O bakımdan , eninde sonunda bir “Harekat” kararı verebilir mi?

Olabilir. Bizim ordumuzun kurmaylarının, bütün bu  şekildeki girişimlere karşı ellerinde ne yapacaklarına ilişkin kararlar, plan tasarıları vardır. En iyisini onlar bilirler. Fakat eğer siyasiler, ordunun elini tutacak olursa , “sınırlı bir harekat yapalım…” derlerse, bu işten Türk ordusu fena halde eli yanarak çıkar. Bu biline… Türklerin her zaman kendilerine özgü savaş biçimleri  ve taktikleri vardır. Bunu Türk ordusu bilir ve uygular.

Ama, savaşa girilecekse, biline ki bu bir topyekun bir savaş olacaktır. Öyle bir savaş da ancak, yine Atatürk’ün gösterdiği ilkeler çerçevesinde yapılacak olursa başarılı olur… Ne demişti , MUSTAFA KEMAL ATATÜRK…

“Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça, terk olunamaz. Onun için küçük, büyük her cüzütamı, bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her cüzütam ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki cüzütamın çekilmeye mecbur olduğunu gören cüzütamlar, ona tabi olamaz. Bulunduğu mevzide nihayete kadar sebat ve mukavemete mecburdur."

İşte bu taktik aslında da taarruzda da geçerlidir. Bunu askerler bilirler. Yalnız bir tek cepheye takılıp kalamazsınız. Kazanabilmek için savaşı her yerde kabul ettirmeye zorunlusunuz… 

Denilebilir ki : Hatt-ı taarruz yoktur; sath-ı taarruz vardır… İşte hedef belli.

Kimseye akıl öğretiyor değiliz. Ama savaş bu… Kolay mı? Bu işin altından Amerika bile kalkamadı, Irak’ı 15 günde bitiririm dedi de, yıllarca çöllerde oyalandı durdu; rezil oldu. Savaşın eni sonu belli olmaz. Her zaman bir maceradır. Girdikten sonra da bir türlü çıkıp gidemezsin.

Peki, sınırdaki o kadar insan ne olacak?  Yarın bir gün o insanlar da şartlara dayanamaz, isyan ederler. ..

Bana mı soruyorsunuz? Toplarım , hepsini askere alırım… Onların da hakkından ancak asker gelebilir… Disiplin olmazsa , başıbozuk topluluklardan her şey beklenebilir…

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..