- Kategori
- Gelenekler
Töre!

Ne çok canlar yaktık, ne çok kurban verdik töre uğruna, namus uğruna, şeref uğruna. Şerefsizce aldık canları. Kulak asmadık, kulakları sağır, yürekleri bağır bağır acıtan feryatlarına. Kırdık körpe dalları bahara eremeden, varamadan vuslata. Kıydık körpe canlara aşık bile olamadan daha. Dokunamadan bir kızın al yanaklı sıcaklığına. Kan izleri sıçrattık ak güllerin alnına. Cahilliğimize sebep aradık kanlı kör kurşunlarla.
Artık kurtarmıştık ya namusumuzu mutluyduk, artık çıkabilecektik el gün içine, başımızın diki, alnımızın akıyla. Katık edemeyecekti diline el alem konuşup avlularda. Çarpmayacaktı yüzümüze rüzgarın soğuk bir kahır gibi boyun büktüren utancı.
Dağlarımıza bahar gelmese de olurdu, çiçek açmasa yamaçlarımızda. Bir bebek uykusunda sıçrasa da oldurdu, arılar bal, kuşlar beste yapmasa dağlarda. Namus kurtulmuştur, onur, şan, şeref namus kurtulmuştur. Biri girmiş olsa da kara toprak altına, birinin kararacak olsa da düşleri demir parmaklıklar arkasında.
Beni bu kapkara satırları yazmaya sürükleyen yine dizelerinde acılar damıtan, dizeleri ile içimi acıtan, kara kuru kör cahilliğimizi dizeleriyle belgeleyen, Ali Yaşar’ın dize dize haykıran tespitleriydi. Doğu ve Güneydoğu anadolunun hala kanayan sosyal bir yarası olan kör olası töre cinayetleri azalmakla birlikte ne yazık ki hala süren bir olgudur.
Umarım sürekli kanayan bir yara olan töre ve namus cinayetlerine tanık olmak zorunda kalmayız bundan sonra. Umarım genç fidanlar daha hayatlarının baharında hiç yakışmadığı, yakışamayacağı kara topraklara, hapishanelere girmek zorunda kalmazlar. Daha hayatlarının baharında, eremeden vuslata.
İşte o dizeler…
Töre
Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar
Ciğerim yanıyor aney, gözlerim ağlar…
Le ley urfa
De hele bana
Bu ne haldır gözüm
Bu nasıl bela
Vurdular dağ ceylanımı
Daha tıfıl çağında…
Başında al yazması
Boynunda beşi birlik
Kör olam bakmaya kıyamazsın
Sevmeye doyamazsın he vallah
Yanakları yer elması
Elleri kınalı keklik…
O ki cepkenimde çakmak
Soframda acı isot
Tabakamda kaçak
Ayağımda körüklü bot…
Bir kere insan o
Yürekte can o
Kıpır kıpır akan
Damarda kan o…
Vurmaya özü bayar mı adamın
Bile bile eli gider mi tetiğe
Kan tutmaz mı
Can acıtmaz mı
Yürek sızlatmaz mı
Oy… Ben ölem babo
Kalleşlik yakışır mı erkeğe…
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anadan babadan yardan ayrı koyarlar…
Le ley urfa
Hayranım sana
Bir yol göster
Bir fikir ver bana
Kaybettim yavrumu
Yüreğim yasta…
Ben bu çileyi çekemem gurban
İmanıma taşıyamam bu vebali
İyisi mi sen
Halıma koyma beni
Al ayaklarının altına
Vur yanan bağrımdan
Vur gâvur gibi
Vur soluksuz
Vur da öldür beni
Eli söyletme ardımdan…
Kır filizlenmiş dallarımı hoyrat ellerinle
Eteklerine sıyır damarlı yapraklarımı
Etimi tırnağımdan büsbütün ayır
Bir bidon benzin
Bir çöp kibrit
Yak sevdalarımı törelerin kahrına
Yak yarınlarımı cayır cayır…
Hamsin rüzgârlarıyla körükle ateşimi
Duman duman yükselsin ağıtlar
Hoyratlar söylenegelsin eski çağdan
Kulak kabartıp duysunlar
Duysunlar da utansınlar Nemrutlar
Nispeten anlasınlar aşkı masum
Anlasınlar da bıraksınlar peşimi
Sen ki peygamberler şehri
Ben İbrahim’ler torunu
Savur küllerimi Karacadağ’dan
Köpeklere çiğnetme leşimi…
***Bu linkten Ali Yaşar' ın web sitesine ulaçabilir, şiirin müzikli slaytını dinleyebilirsiniz.