- Kategori
- Dilbilim
Türkçemiz, Dil Bayramı
Dil nedir? Dilciler, dilin tanımını yapıyorlar. Dili, iletişim, aracı; işaretler dizgesi; duygu, düşünce, dilekleri anlatma aracı olarak tanımlıyorlar.
Dil, topluca yaşayan insanların anlaşma, iletişim aracı olarak kullandıkları işaretler dizgesidir.(Ömer Asım Aksoy, Dil ve Toplum,1973)
Dil, duygu, düşünce ve dileklerimizi anlatmaya yarayan imlerin-daha çok ses imlerinin-hepsidir.(Gencan,1975,s.1)
Dil, insanların anlaşmalarını çeşitli işaretlerle sağlayan bir sistemdir.(Ediskun,1963,s.7)Dil, sözlü ve yazılı olarak iletişimde kullandığımız, doğduğumuzda hazır bularak edinmeye başladığımız, doğrudan doğruya insana özgü, çok güçlü, büyülü bir düzendir; düşünme ve düşünüleni aktarma dizgesidir. (Aksan,1998,s.13) Dilin diğer tanımı da şöyle yapabiliriz:
Dil, düşünceyi aktaran göstergeler dizgesidir.
Dilin Önemi ve Türkçe
Uluslar, dilleriyle varlıklarını sürdürürler. Dil, bir ulusu oluşturan temel öğedir. Özgün bir toplum olmanın yolu, bağımsız bir dille olanaklıdır. Toplumlar; duygularını, düşüncelerini, izlenimlerini dil aracılıyla yansıtırlar.
Ulusların yaşantıları, düşünce tarzları, ruh derinliği ve duygu inceliği o ulusun dilinde saklıdır. Atasözleri, özdeyişler bunun en güzel örnekleridir. “Dil düşüncenin aynasıdır.” sözü bunu anlatır. Dil, ulus için ulusal benliğin, ulusal anıların, duyguların ve düşüncelerin, tüm tensel ve tinsel değerlerin, buluş ve yaratışların ortak hazinesidir. Bir insan için özgünlüğün ilk koşulu nasıl benlikse toplumda da bu benliğin ilk ölçüsü dildir. Ulus olarak geçmişte yaşadığımız acı-tatlı, mutlu-mutsuz bütün olayları kendi dilimizle anlatırız. Tarihimizin, yazınımızın anlatım aracı kendi dilimizdir. Toplumumuzun bağlandığı tensel ve tinsel değerler, bütün buluş ve yaratılar kendimizin yapıtıysa bunların karşılıkları Türkçedir. Değilse başka dillerden alınmışlardır
Türkçe, Türklerin Orta Asya’da yaşadığı dönemlerde en saf şekliyle kullanılıyordu. Göktürk Hakanı Bilge Kağan, Orhun Anıtları’ndaki yazıtlarda (732), “Türk ulusu, dilini yitirirse yabancı uluslara tutsak olur.” demiştir. Bu gerçek, günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Selçuklular hem de Osmanlılar Döneminde Türkçeye gereken önem verilmemiş. Bu dönemlerde; Arapça, Farsça yazma özentisi Türk dilinin bozularak geri plana atılmasına neden oldu. Türkçenin içine doluşan Arapça ve Farsça sözcükler dilimizi yozlaştırarak anlaşılmaz hale getirdi. Farsça ve Arapça karması bu dile “Osmanlıca” denildi.
Dilimizdeki bu yozlaşmaya ve bozulmaya çözüm arayan kişi, Kaşgarlı Mahmut olmuştur, Bu yozlaşma ve bozulmayı önlemek için Türk dilinin sözlüğünü yazarak bu yapıtına Divan-ı Lügat-it Türk adını vermiştir. Bu yapıtını hazırlarken Araplara Türk dilini öğretmeyi amaçlamış ve Türkçenin diğer dillerden aşağı kalır yanının olmadığını ortaya koymuştur, Türkçenin Arap ve Fars dillerinden üstün olduğunu ortaya koymak için Ali Şir Nevaî, Muhakemet’ül Lûgateyn’i yazmıştır.
Türkçeyi diğer dillerin baskısından kurtarmak ve Türkçeye gereken değerini veren ilk devlet adamı, Karamanoğlu Mehmet Bey, hazırladığı yasayla topraklarındaki her yerde Türkçe konuşulmasını zorunlu durma getirmiş, topraklarında Türkçeyi yazı dili olarak kabul etmiştir.
Ziya Gökalp,“Başka dile uymaz annemin sesi, Her sözün ararsan vardır Türkçesi,” diyerek Türk dilinin zenginliğini ortaya koymuştur. Şemsettin Sami, “Dilimizin Türkçe, Arapça ve Farsçanın bir bileşimi olduğu söyleniyorsa da, bu bileşim, bazı başka dillerde olduğu gibi bir çeşit kimyasal bileşim değildir. Dilimizde kullanılan Arapça ve Farsça sözcükler her zaman bir yabancı olarak durur, bütünüyle dilimize karışmamış, dilimizin kurallarına, söylenişine asla uymamış, yabancılıklarını korumuşlardır. Bunun için, ne zaman istersek bu yabancı sözcükleri atarak, dilimizi tertemiz etmek elimizdedir.”
Ünlü şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Türkçem, benim ses bayrağım!”diyor; çünkü dil, bir ulusun ses evrenidir. Ona, kendi damgasını vurur.Karamanoğlu Mehmet Bey, 4.5.1278’de,” Bundan böyle divanda, dergâhta, bârgâhta, çarşıda ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.”derken. “Osmanlılar, Orta Asya’dan getirmiş oldukları dili saklayamamışlar, Türkçe, Arapça ve Farsçanın bir bileşimi yapay bir dili yeğlemişlerdir. Ne var ki bu dili, saray ve çevresi kullanmış; halk Yunus Emre’nin, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Köroğlu’nun diliyle özdeşleşmiştir.
Yunus Emre’lerden beri yüzyıllardır direnenlerin Cumhuriyetle taçlandırdığı, Cumhuriyetin kul olmaktan çıkarıp kimliğini bulduğu, özgürleştirdiği insanların sahiplenmesiyle temizlenen toprağımız; dilimiz ve yurdumuz var. Toprağımız dilini sahiplendi, ortak dil durumuna yükseltti, özgürleştirdi. Sanatçılarının bu zenginliğe kattığı güzelliklerle görkemli bir tutku oldu Türkçemiz..(Öner Yağcı,28.09.2019)
Dil kavgamızı, bu kuşatma altında neler yapmalıyız, kime ne görevler düşüyor sorularının yanıtlarını bularak sürdürmek zorundayız.“Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum” diyen, Türkçenin en büyük ustası olmayı başaran Nâzım Hikmet, tüm yazarların örnek alması gereken dil sevgisi, dille ilgili tavrıyla yazın emekçilerine çok görev düştüğünü vurguluyor: “Her yazıcı elinden geleni yapsa taşlı tarla ayıklanırdı. O ayıklandı mı, ondan sonra dil toprağımızın verimliliği artardı... İyice ayıklanmış, sürülmüş, nadas edilmiş tarlaya dilediğimizi daha kolaylıkla ekebilirdik.”.
Dil Bayramı, Nasıl İlan Edildi?
Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği üzerine dil işlerini yürütecek bir oluşumun kurulmasına karar verilmesi ile birlikte ilk kez 12 Temmuz 1932 tarihinde, Türk Dil Kurumu kuruldu. Kurum oluşturulduktan sonra Türk Dil Kurultayı’na, birçok bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı gibi dönemin önde gelenleri katılır.26 Eylül’ü Dil Bayramı ilan ederler. Türk Dil Kurultayları’nın Türk dilinin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi konusunda önemli bir yeri vardır.
Bir ulusun var olabilmesi için dilin en önemli öğe olduğuna inanan Atatürk, 11 Temmuz 1932 gecesi sofrasında bulunanlara “Dil işlerini düşünmek zamanı gelmiştir.” Ne dersiniz?” diye sorar. Oradakilerin bu düşünceye katılması üzerine “Öyle ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adı Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.” diyerek Türk Dil Kurumunun temellerini atar. Türk Dil Kurultayı, birçok bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı gibi dönemin önde gelenleri katılır. Türk Dil Kurultayları’nın Türk dilinin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi konusunda önemli kararlar alır. Cemiyetin kuruluşuyla birlikte başlayan çalışmalar sürerken, Türk Dil Kurultayının hazırlıkları da başlamıştır. Bu coşku ve heyecan içerisinde Türk Dil Kurultayı toplanır. 26 Eylül’ü, Dil Bayramı ilan eder.
Türk Dil Kurumu,87 yıl önce, çok sayıda bilim adamı, gazeteci, yazar, devlet adamı ve sanatçı gibi önemli meslek gruplarını topladığı Türk Dili Kurultayı’nda; Türkçenin önemini vurgulamak için 26 Eylül günü ‘Dil Bayramı’ ilan edildi.
Karamanoğlu Mehmet Bey’den dilimizde sadeleşmenin öncüsü Ömer Seyfettin’e, tek başına bir kurum gibi dil savaşımı veren Nurullah Ataç’tan Dil Derneği’ni yıllarca omuzlayan Ömer Asım Aksoy’a, “Bütün büyük uygarlıklar büyük dillerden sonra gelmiştir” diyen Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan “Hacivatça”dan kurtulmaya ömrünü veren Aziz Nesin’e, dilimizin karıncası Tahsin Yücel’den Erdemin Başı Dil diyen dil öğretmenimiz Emin Özdemir’e ve tüm Türkçe sevdalılarıyla dilimiz yabancı dillerin etkilerinden arınarak sade ,arı bir duruma gelmiştir.
Kökenleri tarihin çok eski dönemlerine uzanan dilimiz için kabul edilen Türk Dil Bayramı’nın 87. yılını kutluyoruz.Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül 1932 tarihinden bu yana kutlanıyor ( Kültür Sanat,26 Eylül 2019 - 12.50)
Dilcilerimize, borçluluğumuzu duyumsayarak Türkçemizin 87. Dil Bayramı’nı kutluyorum