- Kategori
- Eğitim
Üniversite sayısında ve öğrenci sayısında patlama, bilimsel kalite!

Mezuniyetiniz hayırlı olsun!
Üniversite ve öğrenci sayısındaki patlama ve bilimsel zayıflama
İnsan ilme ve onun eseri olan bilimsel ürünlere hayran ve muhtaç bir varlıktır. Bu nedenledir ki, meraklı bazı araştırmacıların binlerce yıl önce keşfettiği, icat ettiği veya faraziye olarak ortaya attığı fikirler, eserler defalarca incelenip, test edilip, tetkik edilip ispatlanmış ve geliştirilmiştir. Bugün biz o meraklı araştırmacıların eserlerini ve ürünlerini kullanmaktayız.
Asrımızda ise her geçen yıl daha fazla sayıda proje ve patent üzerinde çalışılmaktadır.
Bu araştırmalar günümüzde daha çok, üniversitelerde yüksek teknolojiler altında ve yetkin bilim adamları tarafından yapılmaktadır. Tarihi gelişimi içinde önemli değişimler yaşayan üniversiteler, bugünkü haline bin yılı aşan dönüşümlerle gelmiştir.
Üniversitelerin, iç içe geçen bu fonksiyonları 4 temel aşama ile elde ettiği ve bu günkü haline ulaştığı ifade edilmektedir.
1. Temel eğitimlerin verildiği, bilginin öğrenci ile paylaşıldığı Eğitim-Öğretim dönemi.
Bu süre çok uzun sürmüştür. Yani binlerce yıl, insanlar öğrendiklerini yeni nesillere aktarmışlardır. Bu aktarım biraz daha sistemli şeklini Aristo ve Eflatun’un serbest felsefi dersleri ile başlamıştır. Daha sistemli eğitim şekli ve üniversite modeli ise, MS 400’lü yıllarda Konstantinopolis’te kurulmuştur diye kabul edilir.
2. Sanayi devrimi sonrası bilimsel çalışma ve araştırmaya odaklanma dönemi.
Projelerin yazılmaya başladığı, makale, bilimsel eser, kitap yayınlarının tavan yaptığı ve teorik çalışmalara son derece hız verildiği zaman dilimi.
3.Üretilen bilginin ürüne dönüştürüldüğü, yeni ürün ve hizmet modellerinin toplum hayatına kazandırıldığı dönem.
Ürün geliştirme, patent alma çalışmaları hız kazanmış, üniversitelerin ARGE merkezleri kurup sanayi ile işbirliği yaptığı döneme geçilmiştir.
4. Disiplinler üstü “belirli araştırma alanında odaklanma ekiplerinin kurulması” dönemi.
Büyük ölçekli üniversitelerin artması ve bilimsel araştırmalarda çok fazla sayıda akademisyenin paylaşımlı çalışmaya başlaması ile yeni döneme geçilmiştir.
Bahsi geçen bu dönemler veya faaliyet alanları her ülkede ve her üniversitede aynı zamanda ve aynı şekilde olmamıştır. Dünya üzerinde hala birinci dönem ağırlıklı (eğitim-öğretim temelli) üniversiteler bulunduğu gibi, iki ve üçüncü dönem fonksiyonlarını beraber yürüten üniversitelerde vardır.
Bu yazımızda özellikle ülkemizde üniversite amaç ve hedeflerindeki değişimi ve devletin üniversitelere etki ve teşviklerini anlatmaya çalışacağız. Özellikle eğitim-öğretim kalitesi, bilimsel çalışma ve patentlerdeki artış, bilimsel yazı, makale, kitap ve dergilerin sayısı gibi hususları dikkate aldığımızda sayıları artan üniversitelerin durumuna bakmış olacağız.
Ülkemizde 2008 yılından itibaren sayıları hızla artan üniversiteler ve öğrenci sayısında oluşan patlama, binlerce yıldan beri eğitimin ilk ve temel unsuru olan bilginin kaliteli aktarımını azaltmaya başlamıştır.
Bunun için birkaç neden sayılabilir:
a.Yeterli öğretim üyesi olmaması,
b.Yüksek eğitim müfredatının tam donanımlı olmaması,
c. YÖK mevzuatındaki üniversite yapılanmalarının eğitim kalitesinin artırılmasını öngörmesine rağmen yönetmeliklerin bu hususta güncellenmemesi, yetersiz kalması,
d. Orta öğretimin öğrenciyi yüksek eğitime hazırlamada yetersiz kalması,
e. Öğrencilerin yüksek eğitim sonrası için ümit kaybı yaşamaları ve öğrenmeyi öncelikli sıraya almaması,
f. Üniversite yönetiminin yetersizliği, üniversite kuruluş hedef ve ilkelerinin orta yönetim kademesince bilinmemesi,
g. Üniversite hocalarında; bilimsel çalışma, makale-kitap yazma, ARGE faaliyetleri, proje hazırlama istekliliği, patent alma gayretinin genel olarak düşük seyretmesi,
h.Üniversitenin bilimsel derecesindeki artışın veya öğrenci bilimsel kalitesindeki artışın yeterli teşvik görmemesi,
Daha birçok madde sıralanabilir, ancak benim kanaatim eğitim-öğretim kalitesindeki bu düşüş hükümetlerin daha sıkı kontrolü ve bürokrasinin artırılmasıyla çözülemez.
Üniversitelerin en iyi ve en parlak öğrencileri almaları hususunda isteklendirilmeleri ve bu yolla, öğrencilerin daha yüksek eğitim kalitesine ve yetkin eğitim kadrosuna sahip üniversiteleri tercih etmeleri sağlanarak bu konu daha hızlı ve doğru şekilde çözülebilir. Aslında üniversitelerin daha fazla öğrenci tercihi almaları da fakültelerinde daha yetkin ve yüksek kaliteli öğretim üyeleri bulundurmalarıyla mümkündür, bu döngü bilimsel kaliteyi ve öğrencilerin daha başarılı eğitim almalarını destekleyecektir.
Günümüz üniversiteleri öğrenci kazanımında farklı yöntemler ve alternatifler kullanarak bu işi yapsalar da, gelecekte bilimsel derecelendirmede iyi olan yüksek öğretim kurumlarının tercih edileceği açıktır. Ancak bu günden o yönelişi hazırlayan şartların hazırlanması ve gerek sınav sistemlerinde gerek tercih yöntemlerinde iyileştirmeler yapılması zorunlu görülmektedir. Aynı zamanda sınav sisteminde daha şeffaf olunması, değil sınav sorularının açıklanmaması çözüm yöntemleri ve sonuçları değerlendirilen etütler ve televizyon programları olmalıdır ki, sınava girecek öğrenciler heyecan, endişe, korku, sınav formatını bilememe dolayısıyla düşük puan almasın, gerçek bilgisini ortaya koyabilsin.
Bununla beraber öğrencinin üniversite tercihine ait tüm detayları bulabileceği kaynaklar, platformlar, kurumsal web siteleri olmalı ki, öğrenci eğitim almak istediği bölüme ait üniversiteler arasında rahat ve doğru tercih yapabilsin. Yüksek puan alabilecek fakir çocukların, vakıf üniversitelerinin yasal olarak burslu öğrenci alma zorunlulukları hakkında bilgi sahibi olmaması nedeniyle yalnızca devlet üniversitelerini seçmesi gibi bir durum oluşabilmektedir.
Tüm vakıf üniversiteleri derece yapmış öğrencilere belli oranda tam burs verdiği gibi, bu başarılı öğrencileri mezuniyet sonrasında kendi üniversitesinde asistan olarak istihdam etmekte ve hatta yüksek lisansını da ücretsiz yaptırabilmektedir. Bu durum her öğrenci tarafından bilindiğinde bilimsel derecesi yüksek vakıf üniversitelerinin tercih edilmesi daha kolay ve isabetli olacaktır. Zira öğrenci için maddi külfet olmadan üniversite bitirilmiş olacak, aynı zamanda başarılı bir öğrencilik dönemi geçiren mezunumuz fakültede öğretim elemanı olarak çalışmaya başlayacaktır.
Başarıyı teşvik edici bu gibi unsurlar, öğrencinin bir kez yoğun ders çalışmasıyla üniversite seçme sınavlarında derece yapması ancak öğrenim süresince aynı başarıyı gösterememesine karşılık daha etkili olacaktır. Zira 3-5 ay evine kapanın yoğun ders çalışan öğrenciler iyi dereceler yapabilmektedirler. Ancak eğitim hayatları boyunca bu başarıyı devam ettirmeleri sağlanabilecek midir? Onları üniversite hayatı içinde de başarılı olmaya yönlendiren, “burslu lisansüstü eğitim alabilme veya akademisyen olma imkânları” elbette 4-5 yıl boyunca türlü sosyal ve kişisel sorunlar yaşayan öğrenci için teşvik edici olacaktır.
Üçüncü nesil üniversitelerin geçmişteki anlayıştan uzaklaştığını ve bilgiyi üretip, uygulamayı piyasaya bıraktığı dönemin bittiğini söylemiştik. Ancak yeni dönemde bunun ötesini düşünen ve bilimsel yarışta rekabet başlatan üniversiteler, kendi içinde kurdukları bilgi merkezleriyle; endüstri sektörü, özel ARGE firmaları, yatırımcılar ve diğer üniversite merkezleri olmak üzere geniş bir ağ içinde faaliyet yürütmektedirler.
Bunun nedeni, ileri teknoloji ve büyük bütçelere kavuşan bu üniversitelerin en iyi akademisyenleri ve öğrencileri bünyelerine katarak, sanayi kuruluşlarıyla en iyi sözleşmeleri yapma arzusu ve diğer üniversitelerle rekabet etme düşüncesidir.
Bilimi amaç edinmiş lisansüstü öğrencisi bulmak, öğrenci patlaması yeni yaşanmakta olan ülkemiz için çok kolay olmasa da, üniversiteler arası rekabet nedeniyle bu öğrencilere olan ihtiyaç gelecek yıllarda çok daha fazla olacaktır.
Eğitim-öğretim kalitesi yüksek üniversitelerin, yetiştirdiği kaliteli öğrencilerin çok güzel vaatlerle iş teklifi aldığı dönem, bilime yönelmiş bu üniversitelerin; “üretimden pazarlamaya kadar” yani proje, patent ve icatlarını uygulamaya sokarak piyasa oluşturduktan sonra başlayacaktır. O gün bilimi seçen, akademisyen olan öğrenciler doğru seçim yaptıkları gibi, teorik değil uygulamalı eğitimle mezun olmuş öğrenciler de piyasada çok rahat iş imkânı bulacakladır.
Bugüne kadar kurulmuş üniversitelerimiz bilimsel çalışma yönelimli bir yapı da mı kurulmuştur? Genel olarak hayır.
Pek çoğu itibariyle üniversitelerimizin asıl kuruluş amacı, lise sonrası eğitime destek olmak ve bir üniversite diploması sunmak şeklindedir ve öyle organize olmuşlardır. Belli birkaç üniversitemiz ise; proje, makale, patent, icat, ürün, teknopark, kuluçka merkezi firmaları vs. ile hem kendisi bilimsel araştırmalar ve ArGe çalışmaları ile projeler yürütmekte hem sanayinin ihtiyacı olan “teorik bilim” konusunda danışmanlık ve destek vermektedir.
Üniversitelerin laboratuarlara sahip olması artık önem arz etmiyor. Bunların yoğun kullanıcısı olan akademisyenler ve kaliteli eğitim-öğretimle bilim adamı olmaya hazır öğrencilere sahip olması daha önemli görünmektedir. Zira üniversite belli bütçelerle ileri teknolojiye sahip laboratuar ve araştırma merkezlerini 1-2 yılda kurabilirken, bu teknoloji merkezlerinde çalışacak kaliteli yetişmiş öğrenci ve akademisyen yetiştirmeyi 10-15 yılda ancak başarabilecektir.
Elbette bugün yola çıksak bile, 15 yıl içinde bir NASA (Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi), CERN (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) kuramayız. Ama bu amaçla kurulacak üniversiteler veya bu yönde getirilen siyaset üstü teşviklerle, sanayimizin ihtiyacı olan pek çok ikame ürünü ve endüstri parçalarını üretecek araştırmaları tamamlayıp model ürünleri piyasaya çıkarabiliriz.
Bunun için üniversitelerde eğitim kalitesinin artırılması zorunludur. Öğrencilere; yeni müfredat, yeni öğrenme metotları ve ileri teknik-teknolojik imkânlarla bilimi sevdirmek, kalıcı öğrenmeyi sağlamak ve araştırmayı sevdirmek gerekmektedir.
2001 yılında New York Şehir Üniversitesi (CUNY) çalışkan zeki öğrencileri almak için bir program başlattı. Sınavla aldığı öğrencilerden derece yapanları ücretsiz okutacak üstelik yıllık 7500 $ burs verecekti. 60 bin başvurudan 1100 öğrenci aldı ve alınan öğrenciler ABD’nin en iyi %7 dilimi içindeki öğrencilerdi. Bu üniversitenin 9 çalışanı Nobel Ödülü almıştır. Yıllık yaklaşık 1,2 milyar dolarlık bağış almaktadır.[1]
Puanı düşük olduğu için, kayıt yaptırabileceği istemediği bölümü seçen ve okuyan öğrenci eğitimde kaliteyi artıramaz ve o alanda bilim adamı olamaz. İstemediği halde jeoloji, veterinerlik, orman mühendisliğini okuyan öğrenci bu alanda söz sahibi ve hatırı sayılır bir bilim adamı olur mu? Mesleğe âşık gençlerin istedikleri o bölümde okumaları için altyapı hazırlamak gerekir. Zira sevdiği işi yapanlar daha üretken ve başarılı olacaklardır. Mesleğin itibarından faydalanmak için bölüp seçip okuyanlar ise öğrenim gördükleri dersleri sevemeyecekleri gibi meslekte de çok başarılı olamayacaklardır.
Eğitimde kalitenin artırılması için devletin doğrudan üniversitelere müdahalesi ise çok sınırlı etki sağlayabilir, hatta faydadan ziyade getirilen bürokrasi ile araştırma ruhu zedelenebilir. Üniversite dışı alanlarda getirilecek düzenleme ve şeffaflık ise öğrenci kalitesinde artış sağlayacaktır. Sınav sistemi, eğitim saati, kısmi akademisyen çalışmaları, ek ders ücreti, ders seçimi ve müfredatın genişletilmesi vs. hususlar bilimsel etkinlik ve gelişmeleri olumlu etkileyecektir ki bunlar üniversiteye doğrudan müdahale dışı alanlardır. Buna karşılık; döner sermaye dağıtım planı, YÖK bütçe denetim mevzuatı, yazışma ve tayin mevzuatı vs. üniversitelerin bilimsel gelişimine hiç fayda sağlamayacak düzenlemeler olacaktır. Bunların tamamen kaldırılması manasında ifade etmiyorum, elbette kaynakların doğru kullanımı, israf edilmemesi, adil ve eşit davranılması gibi hususlar mevzuatlarla düzenlenebilecektir ancak bu düzenlemeler bilime katkı anlamında “usul” değil “füru” mesabesindedir.
Öğrenci tercihlerinde eşitlik, idareci atamada eşitlik, ücrette eşitlik, öğretim üyesi yükselme ve atama işlemlerinde eşitlik konuları bazen daha iyilerin zararına işleyebilir. Bu nedenle pek çok konuda eşitlik değil adil olmayı esas almak gerekir.
1960’larda muhafazakar fikirlerle sosyalist fikirler arasındaki mutlu bir yakınlaşma sonucu yeni bir paradigma (eğitimde fırsat eşitliği) ortaya çıkmıştır. Bu fikirler üniversite sayılarının artmasını ve her bölgenin kendi üniversitesini açmasını sağlamıştır. Sonuç öğrenci patlaması, büyük sınıflı (hatta 1600 kişilik amfilerde) dersler ve çoktan seçmeli sınavlar. Geleceğin bilim insanlarını eğitme görevi, profesyonel çalışmaya hazırlanması gereken öğrenci sayısının büyüklüğü nedeniyle engellendi.[2]
Gerçi bugün 3KÜ üniversitelerin pek çoğu, bilimsel odaklı çalışmayı sürdürürken, öğrencilerinin çoğuna da kaliteli bir akademik eğitim vermeyi sağlamaktadır. Araştırmacıların, üniversitenin çift kanallı yol alması olarak tanımladığı bu uygulama, eğitimde fırsat eşitliğine aykırı düşmediği gibi, daha becerikli ve yetenekli öğrencilerin bilimsel araştırmalarda görev alması ve bilimsel gelişimini hızlandırması adına da avantaj sağlamış olacaktır.
Ülkemizdeki öğrenci sayılarını incelediğimizde şöyle bir kıyas ortaya çıkmaktadır:
Yıllar itibariyle yüksek öğretime başvuran ve yerleştirilen öğrenci sayıları:[3]
Yıl |
Başvuran |
Yerleştirilen |
||
Lisans |
Ön lisans |
Açık öğretim |
||
2007 |
1.776.472 |
193.553 |
199.143 |
233.729 |
2013 |
1.924.547 |
385.798 |
286.622 |
205.367 |
Üniversitelerimizin lisans eğitimi veren fakültelerinde görev yapan öğretim üyesi sayısı ise 2013 yılı itibariyle şu şekildedir:[4] Prof. Dr. 19.521, Doç. Dr. 12.417, Y.Doç. Dr. 28.939’dir. 2013 yılı itibariyle Üniversite sayısı ise; Devlet üniversiteleri 100, vakıf üniversiteleri 60’dır.
Bu sayılar ile üstteki tabloyu karşılaştırdığımızda 2013 yılında kayıt yaptıran öğrenci sayısı 385 bin. 2013 yılı itibariyle örgün lisans eğitimi alan (AÖF hariç) öğrenci sayısı 1.641.973’tür.[5] Öğretim üyesi başına öğrenci sayısı 27 gibi yüksek bir rakam olacaktır. Bu oran eğitimde bilimsel kalitenin artması için yeterli olmayacaktır. Kaldı ki, bu eğitimci sayısının yarısını doktorasını yeni tamamlamış yardımcı doçent ünvanına sahip öğretim üyeleri oluşturmaktadır.
Bu tablo şöyle yorumlanabilir: 2007 yılındaki öğrenci sayısı yaklaşık %8 artarken, lisans eğitimine yerleşen öğrenci sayısı %99 artmıştır. Açık Öğretim programına yazılan öğrenci sayısı ise %13 civarında azalmıştır. Lisans eğitimi için örgün eğitim alan öğrenci sayısındaki %100 artış acaba eğitim kalitesine nasıl etki edecektir? Öğrencilerin kayıt yaptırdıkları yeni eğitim kurumlarının eğitim kadrosu yeterli midir? Bu üniversitelerde bilimsel çalışmalar için yeterli alt yapı ve donanım (kütüphane, laboratuar, amfi, ders araç-gereci vs.) var mıdır?
Ülke insanının her birine kaliteli akademik eğitim imkânı sağlamak ve toplumun gelişim ve refahını artırmak için üniversiteler hedeflerini genişletmek zorundadır. Böyle bir hedef aslında yasalarla düzenlenmeli ve her vatandaşın yüksek öğrenim görmesini kolaylaştırmak üzere temel kurallar koyularak üniversiteler bu yönde teşvik edilmelidir. Ancak bu eğitimi veren üniversiteler öğrenci sayısı ve eğitim kalitesi ile teşvik edilirken, diğer üniversiteler bilimsel çalışmalar ve ARGE ile teşvik edilip ödüllendirilmelidir. 100 bin öğrencisi olan üniversite ile 15 bin öğrencisi olan üniversiteler öğrenci sayılarından aynı teşviki alamasa da, öğrencisi az olan üniversite bilimsel çalışmalar yapıyor, her yol onlarca patent alıyor ise bu yönüyle teşvik edilmelidir ki, bilimsel çalışmalarda ülkemiz beklenen hızı yakalayabilsin.
Bu yönde ilk adım Endonezya hükümeti tarafından 1961’de atılmıştır. Yüksek Öğretim Temel Kanununa “topluma hizmet etmek” gibi bir gaye ve hedef konulmuştur.[6] Buna benzer bir madde YÖK kanununda, “ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak…”[7] şekilde yer almıştır ancak “topluma hizmet etmek” gibi keskin ve emredici olmamıştır.
3K Üniversitelerin, üç temel amacı içinde zaten bu vardır, “eğitim-öğretim, araştırma, bilginin ürüne dönüştürülmesi” yani üniversitelerin son derece güçlü araştırma ve proje çalışmalarıyla bilgiyi ürüne dönüştürüp toplum yararına sunmasıdır. Bu yönden üniversitelerin toplum yararı demek, yine kaliteli öğrenci yetiştirilmesi, yetkin hocalar ile projeler yürütmesi ve ülkesi için hatta dünya insanları için faydalı yeni ürünler ortaya konması demektir. Bunu yapmak üzere dünya üniversiteleri hızlı bir şekilde ARGE Merkezleri ve Kuluçka Merkezleri kurdular. Ama tümü topluma istenen katkıyı sağlıyor mu bilinemez. Ülkemizde de durum farklı değildir sanırım. Yöre insanına faydalı olmak için su ürünleri enstitüsü ziraat ve hayvancılık üzerine fakülteler, bölümler açarsınız, öğrencide alırsınız ama ürün, proje, patent yoksa topluma faydayı yine sağlayamadınız demektir.
Bir ülkede üniversite sayısının artırılması ve yüksek öğretim kurumlarına çok fazla öğrenci kabulü, ülkenin bilimsel yeterlik derecesini artırmaz. Üniversiteyi yücelten; kadrolu hocalarının kitapları, makaleleri, bu eserlerden faydalanan atıf yapan dünya bilim adamlarının varlığı, ortaya konan projeler, patentler, topluma kazandırılmış ürünler ve en başta seviyeli bilimsel eğitim almış mezun öğrencilerdir.
Üniversitenin bilimsel derecelendirme sıralaması iyiyse zeki, becerikli öğrenciyi çeker, bu çekim gücü ise keyfiyetli akademisyenlerle sağlanır. Açıkçası hocaların bilimsel yetkinliği artırılmadan ne bilimsel çalışma, proje, proje asistanı ve nede iyi yetişmiş öğrencilerin olması mümkün görünmemektedir.
Üniversitelerin finans yönüne gelince, bilindiği üzere ortaçağ Avrupa’sında kilise ve krallar eğitim öğretimi finanse ettiği gibi kendi tekellerinde tutmaya çalışırlardı. Her fikir ve araştırma kolaylıkla açıklanamaz ve duyurulamazdı. 19. yüzyılda ise üniversiteler ulusal devletlerin himayesine geçmiş olsa da aynı sorunlar devam etti. Nihayet 1960’larda başlayan kitlesel üniversite eğitimi ile devletin eğitim bütçesi içinde büyük yer edinmeye başladı. Bu durum ise, üniversitelerin bütçesinin devlet tarafından sıkı kontrol edilmesine ve her proje, araştırma, bilimsel deneyler için bütçe ayrılamaması gibi sıkıntılara neden oldu.
Devletin üniversiteler üzerindeki bu ağırlaşan bürokrasileri, üniversiteleri daha liberal hareket etme arayışına yönlendirdi ve ilk değişim 2006 yılında Almanya’dan geldi. 33 üniversite hangi derslerin verileceği ve hangi hocaların derse gireceği konusunda özgür karar almak üzere serbest bırakıldı.[8] Zira üniversiteleri özerk olma duygusuna iten bu bürokratik baskı ve sıkı bütçe kontrolü bilimsel araştırmaları ve geleceğin bilim adamlarını yetiştirmede sorun oluyordu.
Üniversitelerin bu özerkliği ise, zamanla gelişen bilimsel derecelendirme kuruluşlarının kurulmasına kapı açtı. Her kurum kendi belirledikleri kriterler ölçüsünde dünya üniversitelerini sıralamaya ve yaklaşık 10 bin üniversiteyi puan sırasına koyup derecelendirmeye başladı.
Öğrencileri, bilimsel derecesi yüksek üniversitelere çekme adına 10 yılı aşkın zamandır yayınlanan bu raporlar ülkemiz üniversitelerinde de ilk 500’e girme heyecanı oluşturmuştur. Bu manada bu kuruluşların sıralamasının etkili olduğu söylenebilir.
Dünya üniversitelerinden bazıları, kendi bütçelerini ve müfredatlarını oluşturarak bu bilimsel derecelendirmelerde ilk sıralara giriyorlar. Bilimsel sıralamada dünya birincisi olan Harvard Üniversitesinin 35-40 milyar dolarlık bağış bütçesi bulunması bana şunu anlatıyor: Bilimsel gelişim, yetkin akademisyeni, zeki ve çalışkan öğrenciyi ve aynı zamanda parayı üniversiteye çekiyor. Bürokrasi ise; sıkı kontrol ve bol “HAYIR” ile işlerin iyi gitmemesini, eğitim eşitliği fikriyle, aslında geleceğin bilim adamlarının yetişmesine ve ülkenin bilimsel araştırmalarına mani oluyor.
Ülkemizin; hızlı bir değişim ve dönüşüm programı hazırlaması ve dünya üniversiteleriyle yarışan liberal, kendi müfredatını hazırlayan, kendi hocalarını seçen özerk, büyük çaplı bilimsel araştırmalar yapılan laboratuarları ile güçlü, üniversiteler kurulmasına zemin hazırlaması gerektiği açıktır.
Politik kaygıların dışında ele alınması gereken bu husus için YÖK kurumsal yapısı ve tüm mevzuatlarında da önemli revizyonlar yapılması gerektiğini düşünmekteyim. Kanun ve yönetmelikler bahsini ayrı ve geniş bir makale olarak düşündüğümden burada yer veremeyeceğim.
Başarılı ve saygın üniversitelerimiz olması ve bilimsel çalışmalarda öğrencilerimizin etkin görev alması dileğiyle.
Muammer MURAT
İnsan Kaynakları Yönetim Danışmanı (27.3.2015)