Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Yakmak gemileri bulabilmek için ben'i

Yakmak gemileri bulabilmek için ben'i
 

Çıkılan onca yol, çizilen hedefler, verilen emekler…

Bütün o koşuşturma…

Zamandan çalma telaşı…

Ve bir an, sadece bir anda arkaya dönüp bakmadan verilen bir karar.

Bir anda verilen ve dönüşü olmayan bir karar.

Yakmak gemileri!

Ruhlarımızı ezip geçmek için niye bunca telaş? Biz hızla koşarken geri de kalıp bizi izleyen ruhlarımız...

O kadar hızlı gittik ki ruhlarımız yetişemedi bize. Bakakaldı arkamızda ve bunu fark ettiğimizde çok geride kalmışlardı. Dönüp gitmeyi göze alamadık, alışmıştık zaten onlarsız ilerlemeye.

İlerleme (?)

Ruhsuz daha hızlı ilerleniyordu hem. Hızımızı kesmesin ruh’umuz. İleriye ileriye… Daha iyi, daha güzele, daha çok para, daha fazlaya, konu ne olursa olsun daha parantezindeki bütün kavramlara… Daha daha daha dahaya… Ve bitmiyordu bu yol. Doymuyordu içimizdeki doyumsuz benlik. Kendi bedenini bile beğenmemeye başladı bir süre sonra. Sıkışıp kaldı bir köşede. Gitmiyordu artık gemi.

Hep bir çıkış vardır ama. Deniz olmasa bile gökyüzünün mavisi. Hem görmüştüm o gün, gökyüzüyle denizin birleştiğini, o uzak şehirde dalgaların içindeyken. Demiştim kendi kendime, sen de denizi özlediğinde gökyüzüne bak, onlar birleşiyor zaten bizden gizlice. Ben tanık olmuştum ikisine.

Hep bir kaçış vardır. Ve ne zaman ki yanlış yolda olduğunu hissedersen, o an dur. Tam tersi istikamette ilerle. Arkanı dön ve tersine yürü yolu, yanlış gidiyorsa bir şeyler. Emin ol daha kolay olacak. Geride bıraktığın ruhunla karşılaşacaksın yolda. İçindeki o dolmayan boşluk bir anda dolacak. Oysa neler yapmıştın bu hazzı yaşamak için değil mi? Satın alınan bir şeyle ya da başka biriyle de dolmuyormuş o boşluk.

Dolduramadın da bir türlü...

İnanmak istedin bir şeylere…

Dine…

Tanrıya...

Ya da tüm bunları inkar edip aşka bürünmüş bir bedene…

İnanmak bir şeylere…

Uğruna ölümü göze alabilecek kadar inanmak…

Kendi yalanını örtmek için sıkı sıkıya inanmak bir şeylere…

Dinse inanç duygunu doyurduğun yer, ibadet ettin ve ruhunu temizledin. Ama aşksa eğer inanmayı seçtiğin tek din, işte o zaman işler değişti. Çünkü kutsal bir kitabı yoktu aşkın ve her seferinde yeniden yazılan bir ibadet şekli vardı. Yolunu şaşırdın sonra… Ezbere öğrenilen şeyler uymadı bu yola. Ruhsuz aşk olmadı. Önce kendini bulman gerekiyordu.

Maskeli insanlar doluydu etrafında ama kimse kendi maskesini görmüyordu. Çünkü aynaya bakamıyorlardı. Ayna sır’ lı bir şeydi. Kendisi sır’ lı ama kendinden başka sırları etrafa döken bir yansıması vardı. Bakamıyorlardı aynaya. Sadece başkalarının sahtekarlıklarından, sadece başkalarının maskelerinden bahsediyorlardı. Görmüyordu kendi maskesini kimse! Eliyle yüzüne dokunsa yine farkedecekti ama devamlı parmağıyla başkalarını gösteriyordu, karaladığı başkalarını. Herkes, herkes maske takmış dolanıyor etrafta, hayatları koskocaman bir yalan olmuş dönüyorlar etrafımızda, dönüyorlar aynı şarkıları söyleyerek, dönüyorlar aynı şeyleri izleyerek, dönüyorlar aynılıklar içinde… Farklı olanlarsa çoktan yakıp gitmişti gemilerini…

Dönmüşlerdi geri...

Geri (?)

İleri (?)

İlerlemek nereye?

O ses çıktı yine! Ne zaman daralsa yol, bir kitapta bir cevap bırakıp kaçan ses:

“…ilerleyelim beyler
öldürdükçe içimizi önde boş yer var” (*)

İlerledikçe biz öldürdüğümüz kendimiz.

Aranıp durduğumuz başka bedenlerde yine kendimiz.

İlerlemekte değildi gerçek! Durup kendimizi bulmalıydık bir an önce. Gitmiyor artık gemi.

Yakmak lazımdı bu gitmez gemiyi.

Arkamıza dönüp bakmadan kaçmamız gerekiyordu. Bir defa bile bakacak olsak yine kandıracaklardı bizi.

Yakmak gemileri...

Yakmak ve ters istikamette geriye ilerlemek gerekiyor acilen,

bulabilmek için Ben’ i...


(*) : Murathan Mungan’ ın “Kupon” şiiri

 
Toplam blog
: 73
: 5913
Kayıt tarihi
: 06.09.06
 
 

Yılın en uzun gecesinde doğmuşum. Bu yüzden midir bilinmez ruhlarımızın özgür kaldığı geceleri se..