Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

04 Eylül '21

 
Kategori
Blog
 

Yaşamdaşlarımızı Korumalıyız

Yaştaş, arkadaş, sırdaş sözcüklerini çok duyduk. Peki, yaşamdaş sözcüğünü duymuş muydunuz? Ben bir yıl gecikmeli olsa da duydum. Doktorda randevum vardı. Oğlumun gelip beni almasını bekliyordum. Çok acayip, belki de çok yanlış bir huyum var; hiç boş duramıyorum. Televizyonu açtım. Haberler bana yasak olduğu için Sabahat Akkiraz’ı dinledim birkaç dakika. Akkiraz, bahçesinden söz ederken “Yaşamdaş” sözcüğünü kullandı. Bu sözcüğü aldım kabul ettim.

Oğlumu bekletmemek için bahçeye kadar çıkayım, dedim. Bu da acayip huylarımdan biri. Ne yapayım böyle tedirgin biriyim işte.

Dışarı çıkarken “yaşamdaş” kelimesini işlemeye başladı bizim fabrika. Daha açık ifadeyle bu sözcük zihnimi tetikledi. Fabrika öyle çalıştı ki bir kat aşağı inme süresinde o kadar çok şey aklımdan geçti ki, anlatamam. Bir benzetme ile yazayım: Sanki Ancumah Deresi akmaya başladı zihnimden/hayalimden. Bu dereden aldığım birkaç maşraba suyu/anıyı/düşünceyi yazıvereyim:

Biz, bütün yaratıklar Allah’ın kuluyuz. Kul deyince genellikle sadece insanlar ve cinler akla geliyor. Ben her şeyle bütün olduğumuzu belirtmek için birkaç yazı yazmıştım. Yılan, akrep, taş, toprak, ağaç, sebze, meyve vb. bütün yaratıklarla beraber Allah’ın kuluyuz. Bütün kullara karşı görevlerimizi yerine getirebilmeliyiz. Bu mealde, kimsenin sevmediğini bildiğimiz halde öğütler sıraladık. Gel gör ki biz sözümüzün adamı olamadık.

Rahmetli eşim çiçeklerle, kuşlarla konuşurdu. Onları okşardı, severdi. Birkaç gün önce Fuat’la konuşurken, nasıl olduysa rahmetlinin kargalarla bile konuştuğundan söz ettik. Benden kaçarlardı. Fuat dedi ki “Annem yem verirdi onlara.” Dedim ki, annen oturduğu yerde yemlerini hazırlar, ben de pencere denizliklerine kordum. Yem yemeye diğer kuşlar gibi kargalar da gelirdi. Annenle adeta dilsiz sohbet ederlerdi. Ben kıpırdayacak olsam kaçarlardı. Sorardım kendi kendime bunlar beni tanıyorlar mı yoksa? Çocukluğumda Alayısa Yaylası’ndaki bahçemize konan kargalara taş atmışlığım var. O zaman da yere eğilir eğilmez pırr... Kargalar uzun yaşarlar ya onun için beni tanıyorlar mı deyiverdim. Yoksa imkânsız tabii. İmkânsız deyip atmayalım. Onların da bir genetiği var belki...

Fuat bir kafes getirmişti. Rahmetli eşim bu kafesteki “Uğur” adlı kuşla oynardı resmen. Onları seyretmek ne güzeldi... Sahi ben niye böyle oldum ki. Yaylada herkes köpekle oynarken ben korkardım. Kedileri okşayamazdım. Küçük danalar vardı. Koşa koşa rahmetli dedemin kucağına düşerlerdi. Bana da yan yan bakarlardı. Doğrusu güzel gözleri vardı.

Hayvanlar bir yana çiçeklerle, bitki ve ağaçlarla da konuşmayı öğrenemedim. Ben uslu çocuktum; ama çıkmadığım ağaç yoktu. Ben uslu çocuktum; ama tırmanmadığım yokuş, tepesine çıkmadığım kukuli taş yoktu. Hesap edin diğer çocukları...

Ömür dediğin nedir ki on saniyede akıp geçiyor kafadan.

Bahçeye çıktım. Hemen yanımızdaki bahçeli evin avlusunda ağaçlar var. Sevgiyle yaklaştım. Merhaba dedim. Cevap yok. Senin adın nedir? Cevap yok. Diğer ağaçlara yaklaştım. Siz ne güzelsiniz. Sizin adınız? Yine cevap yok. Ara sokağın karşısına geçtim. Bir ceviz ağacı vardı. Tanıdık bu. Nasılsın, diye sordum. Küçücük cevizlerini gösterdi bana. Aa daha büyümeden sanki çürüyorlar. Aaa yapraklar parlaklıklarını, diriliklerini kaybetmiş. Daha yukarıdaki yapraklar boyunlarını bükmüşler. Neyse derdini deşmeyeyim dedim. Duvardaki sarmaşıklara adlarını sordum.  Üç çeşit sarmaşık vardı. Hiç biri de ses vermedi. Yaşamdaşlarımla sessiz konuşmamı fark etti mi bilmem cemaatten biri selâm verdi bana. (Cemaat sözü yanlış anlaşılmasın cami cemaatinden söz ediyorum.) Birbirimizin hal hatırını sorduk. Selâm gönderiyordum, dedi. Ayrıca tekrar geçmiş olsun “ağabey” dedi. Giderken arkasından baktım. Ya o çok zayıfladı, ya da ben çok şişmanladım. Öyle ya benden üç yaş büyüktü. “Ağabey olduk şimdi...”

Biraz sonra “Hocam hocam bir dakika bakar mısınız?” dedi bakkal. Herhalde başkasına diyordur diye düşündüm. Çünkü biz bakkala uğramıyoruz. Benim aldırmadığımı görünce yanıma geldi. Trafik cezası tebliği vardı. Muhtarlığa bırakacaklardı. Muhtarlığa kadar yorulmayalım diye kendisi aldı. Teşekkür ettim. Gerçekten mahalle bakkallarından alışveriş etmiyoruz. Ben genel olarak söylüyorum. Biz ne bakkala gidiyoruz, ne markete; bir yılı aşkın bir zamandan beri Ahmet telefon ediyor, market bize geliyor...

Az ötemde motorsikleti üzerinde bir bayan duruyordu. Onun da hal hatırını soracaktım; ama sigarasını tüttürmeye başlayınca. Bu huyum da kötü. Ahmet’im aklıma gelir. İkide bir “kınamayın, kınamayın” demesine rağmen. Ahmet’im Allah bağışlasın Avrupa’dan uzak doğuya birçok yer gezmiş görmüş bir adam. Biz ise, altı yıldır buradayız hâlâ İstanbullu olamadık. Korkarım İstanbullu olmaya ömrüm yetmeyecek. Ahmet, bu seyahatleri ne zaman anlatacak bilmiyorum. Kanalı çok çok güzel; ama seyatlerine sıra gelmedi anlaşılan.  (https://www.youtube.com/channel/UCkLqYpyEWKdbNCx1goVECDA )

Fuat geldi. Selâmün aleyküm, aleyküm selâm dedikten sonra yukarıda bir kısmını anlattığım iki dakika bile tutmayan gözlemlerimi anlatmaya başladım. Önce ceviz ağacının derdini anlattım. Çünkü bilen bilir Fuat’ın bu konularda uzman denilebilecek kadar bilgisi var. Hayvanlarla sohbetleri  de... Ya, niye anlatıyorum ki  kanalına giren öğrenebilir. ( https://www.youtube.com/user/fanartikel/videos )

Yolda giderken sağa sola bakmam pek fazla. Ciddi duruşun böylesi de çok fazla canım. İnsan yaşamdaşlarına bakmaz mı hiç. Baktım baktım ve pişman oldum. Keşke bakmaz olaydım. Yaşamdaşlarımızın bazı tiplerden neler çektiğini üzüntüyle gördüm. Bariyerlerin önü de arkası da çöplük olmuş. Ne bu be! Sigara izmariti. Sigara paketi, çikolata paketleri, su şişeleri, envai çeşit çöp. Yakışık alır mı? Yaşamdaşımız çimenlere yakıştırılan bu mudur? Eşrefi mahlûk böyle mi olmalıydı? Beşer olarak yaratılmak eşrefi mahlûk olmak için yeteli değil. İnsan olmak lazım insan.

Hastanede kafatasımın üstünde kafa tasımı attıracak kadar yaramazlık yapan hücreleri dondurdu doktorumuz. Kendisinden Allah razı olsun. Daha önce de söz etmiştim kafamın sağında deride terörist hücreler/kanser hücreleri vardı. Birkaç operasyon geçirdim. Atlayıcı olmalarına rağmen doktorlarım sayesinde bir milim bile ileri gidemediler. Bugünkü yaramazları dondurmasaymışız terörist olabilirlermiş. Bu benim özelim, niye yazdım ki. Senin özelinini okumak mecburiyetindeler mi? Değil tabii; ama zamanında önlem almak gerektiğini belirtiyoruz. Fena yapmadık her halde...

Rahmetli Özal’ı hatırladım: “Alışırlar, alışırlar...” demişti. Kurbağa sendromundan söz etmiyordu her halde. Ama ondan sonra her şeyi alıştırdılar bize. Fuat bu yazıyı okuyorsa Mutlaka, ne alaka diyecektir. Fuat’ımız böyledir. Hep neden sonuç ilişkilerini araştırır.

Rahmetli eşimin kanser olduğunu öğrendikten sonra üç ay geçmedi ki saçlarım bembeyaz oldu. Kendim kanser olunca o kadar üzülmemiştim. Çünkü alışmıştım. Yine de dünya garip gelmeye başladı bana. Sabah güneşi ile akşam güneşini ayırt edemez oldum. Her an akşam oluyordu. Eşim vefat ettikten sonra ölüm korkum kalmadı. Gerçi bahsetmekten geri durmadım. Ama korktuğum için değil; hazırlanmak için söz ettim. İnanın terörist hücreler de şaşırdı bu durumuma. Sanki özür diliyor gibi bir pozisyon alıyorlardı. “Mevlam neylerse güzel eyler...” deyişim onları da değiştiriyordu. Uzatmayalım. Bütün hücrelerimle barışığım. Ağrılı ağrısız bütün organlarım mahşerde açık alınla hesap vermeye hazır dersem, yanlış olur. Hazırlanıyorum, demem daha uygun. Tüm yaşamdaşlarımla da ilişki kurmak istiyorum.

Eve gelir gelmez. İnternete girdim. Yaşamdaşlığın ne olduğunu öğrenecek ve sizlerle paylaşacaktım. Maalesef fiziği de kimyayı da unuttum. Onun için, bu konuda birçok yazı varken bir şey öğrenemedim. Ama bu demek değildir ki siz öğrenemeyeceksiniz. İşte adreslerden biri:

Yaşamdaşlık Nedir?

İnsan aydınlanma ile birey oldu. Ulus-devlet ile yurttaş, sonra vergisini ödeyen vatandaş, neoliberal ekonomiyle küresel tüketici olmayı öğrendi; bağlantısal bütünsellik bilimi ve ortaya çıkmakta olan kültürüyle de yaşamdaş olmayı öğrenecek. Yaşamdaşlık zihnin “yaprak” olmaktan çıkıp “ormanın” bağlantısallığı içine yerleşmesi demek.

               https://www.isilaycevik.com/turker-kilicin-kitabi-yeni-bilim-baglantisallik-yeni-kultur- 

              *

Zihinsel etkileşim ağı zamanı aşan bir düşünce aktarımı ile de yayılır; Spinoza'nın düşünce ağı da Şeyh Bedrettin, Mevlâna, Maimonides, Ibn-i Rüşt, Ibn-i Farabi'den ve elbette Antik Yunan'ın düşünce modellerinden etkilenmişti. Bu nedenle bağlantısal bütünsellik kültür ve düşünce ağının aidiyeti, coğrafyası, milliyeti, siyaseti, vatanı yoktur. Bağlantısal bütünsellik kültürünün vatanı dünya, hatta daha doğrusu yaşamın kendisidir.

               Yeni Bilim BAGˆLANTISALLIK-Yeni Ku¨ltu¨r YAS¸AMDAS¸LIK-Tu¨rker KILIC¸ 23 03 2021.docx

               *

Anlayamıyorum. Doktora gitme arefesinde ve sonrasında bu durum normal görülebilir gerçi; ama diğer zamanlarda da artık eski Sabahattin değilim. Sözde okuyup anlayacak ve kısa ve özlü olarak paylaşacaktım. Ne yaptık? Kafamın içinden geçenleri, bilinç akışını andırır biçimde yazdım. Ne günce oldu, ne fikir yazısı hatta deneme de sayılmaz...

Özetle yaşamdaşlarımızı korumak gerektiğini hiç unutmamalıyız.

 

               Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 04.09.2021

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara