- Kategori
- Kent Yaşamı
Yeni bir kentin ilk sabahına uyanmak...

Yeni bir kentin ilk sabahına uyanmak... İşte bu düşünce, beni hep korkutmuş ve yaşamımda değişiklik yapmaktan alıkoymuştu. Bir yandan yeni ufuklara yelken açmak, bir yandan, bilinmezliğin verdiği güvensizlik... Değişime direnmek...
Yirmi yıl geçirmiştim, Karadeniz' in kıyısındaki o muhteşem kentte. Ama vakit tamamdı! Bilinmezliğin özgürlüğü, beni çağırıyordu. Çalıkuşu gibi, bavulumu toplayıp, beni çağıran bozkırlara, bilinmezlere yelken açmalıydım. Bir yandan özgürlüğün, serüvenin dayanılmaz cazibesi, bir yandan 20 yılllık yerleşik yaşamın verdiği güven, rahatlık, işim, dostlarım, anılarım...
Yaşam, hep seçimlerden ibaret değil miydi zaten...
Ve denizden uzak, yeni bir kentin ilk sabahına gözlerimi açtığımda, bunun hiç de korkulacak bir yanı olmadığını, tersine keşfedilmeyi bekleyen yepyeni bir maceranın beni beklediğini farkettim.
Gökyüzü, bozkırlar da öylesine geniş, öylesine uçsuzdu ki... Geniş ve dümdüz tarlaların üstünde öylesine serpiştirilmiş gibi duran ağaçların silüetleri, inanılmazdı. Herbiri, ayrı bir ressamın çizgisinden çıkmış gibi farklı, eşsiz ve benzersizdi. Kimi, ellerini açmış, dua eder gibi... Kimi yaşamın yükü altında, omuzları çökmüş ve kolları sarkmış... Bazısı, civcivlerini etrafına almış, tavuklar gibi...Kimi cılız ama dirençli... Ama herbiri, adeta koyu fonlar üstündeki dantel örtüler gibi süslemişti gökyüzünün mavisini... Ve ben her seferinde, yeni bir motif keşfederek, hayretlere düşüyordum. Oysa Karadeniz' in som ormanları içinde, ağaçların farklılığını hiç de anlayamamış, hep bir bütün olarak algılamıştım ormanı..
Şehir dümdüzdü. Ne insanı yoran bayırları, ne ancak merdivenle çıkılabilen sokakları vardı. Yürü, yürüyebildiğin kadar... Yürüdüm ben de... Arabamı günlerce otoparkta unutup, yürüdüm... yürüdüm... Eski sokakları, eski evleri, eski dokuları, eski çarşıları aradım. Ve cumbalı evleri, eski avlulu hanları, burmalı minareli camiileri, şehrin gerilerine sıkışıp kalmış balıkçı dükkanlarını, parklarla süslü eski çarşıları buldum. Doğduğum kente benzettim kimi mekanları. Gövem göletini, Abanta benzettim mesela... Nereye gidersen git, çocukluk, gençlik anıları hep tazeliğini koruyor işte...
Sokaklarda, çoğu zaman "görünmez insan" gibi dolaştım aylarca. Kimse beni farketmiyordu sanki. Ne bir selam, ne bir sitem... Kendimle başbaşaydım sadece. Ve büyük bir fırsattı bu, içime yaptığım yolculukta... Yalnızlığımla çoğalıyordum, derinleşiyordum, zenginleşiyordum...
Sonra bir gün, benim gibi gurbeti yaşayan iki kadınla karşılaştım. Ve kenti yeniden birlikte keşfetmeye başladık. Paylaşarak ve birbirimizin yüreklerimize dokunarak... Yeni kentteki yeni yaşam, çok daha anlamlı, çok daha zengin, çok daha eğlenceli olmuştu artık. Ve halkalar, giderek büyüyüyordu. Kentler, insanlarıyla güzel ve anlamlıydı...