Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '08

 
Kategori
Trafik
 

Yine kaza. Yine ölüm. Yine gözyaşı.

Yine kaza. Yine ölüm. Yine gözyaşı.
 

Bugün bambaşka bir nedenle çıkmıştık; adı "ölüm yolu" olarak hafızalarımıza kazınan Alanya Antalya karayoluna. Önce bir otelin açılışına konuk olan Gülşen konserini, ardından bir başka mekanda sahne alacak olan Güler Duman konserini görüntüleyecektik. Güya...

Yola çıkarken 19-30 sıralarında Kızılağaç mevkiinde meydana gelen ve üç ölü üç yaralı bulunan kazanın şokunu atamamıştık daha üzerimizden. Ne bilirdik yolda yeni bir kaza ve yeni bir ölümle karşılaşacağımızı.

Yerde yatan otuzikisine henüz adım atmış genç bir adamdı. Motordaydı. Kasksızdı. Eşini almaya gidiyordu habere gittiğimiz otele.

Motora çarpan bir kamyondu. Kamyonu kullanan henüz on yedisinde genç, esmer bir oğlandı.

O suçluydu, bu suçluydu. Şu suçluydu. Şimdi ne önemi vardı.

Biri yerde yatıyordu. Diğeri tir tir titriyordu Jandarma aracının karanlık bölmesinde. Yerde yatanın üstünde birkaç parça gazete ve battaniye. Küçük bir kan göleti başının etrafında. Ve ayağında turuncuya çalan bir çift sarı ayakkabı. Üstünde kan lekeleriyle dolu mavi bir kot pantolon. Diğerinin üstünde beyaz bir atlet.

Her ikisi de hayatının baharındaydı. Her ikisinin de hayalleri, her ikisinin de umutları vardı. Belki sadece beş dakika sonrasına, belki yarına dair. Her ikisinin de anası, babası, kardeşleri vardı. Ve her ikisi de bilmiyordu henüz bir dakika öncesi başlarına neler geleceğini. Şimdi biri cansız yerde yatıyordu , biri Jandarma aracının karanlık bölmesinde tir tir titriyordu. İki elleri başının etrafında.

Tam bu sırada geldi yoldan geçen üç adam. Biri avazı çıktığı kadar bağırıyor, saçını başını yoluyor, yerleri tekmeliyor, diğerleri onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Kendini kaybetmiş gibiydi adeta. Lanetler yağdırıyordu tepeden tırnağa tüm yetkililere. Aynı noktada kaza geçirip, kazadan sonra gözlerini kaybettiğini, işini kaybettiğini, aşını kaybettiğini, hayatını mahvettiğini haykırıyordu kendini metrelerce sürükleyen bir beton kamyonunun. Bu kavşakta o günde ışık yoktu. Ondan önce de… Bugün de yok! Yarın olacak mı? Ne zaman olacak diye soruyordu.

Onu sakinleştirmeye çalışan arkadaşları ise çorba parasından girip birilerinin gemi filosundan çıkarak isyan ediyorlardı tüm bu yaşananlara. Bu memlekette bunlar olduğu sürece ittim sene bir yere varamaz, adam olamayız biz diyorlardı. Çekin kardeşim, çekin. Bunları çekin diye bağırıyor ve kulaklarını çınlatıyordu Aziz Nesin’in bir kez daha.

Tanık olduğum en uzak tarihli kaza ise 11 Temmuz Perşembe idi. Yer Belek mevkii Çandır kavşağı. Saat 23-15 sıraları. Olduğu gibi gözümün önündeydi hala şoför koltuğundan girip yan koltuktan çıkan otomobilin içindeki elektrik direği. Neyse ki ucuz atlatılmıştı. Ölüm yoktu. Fakat biri kopmuş, diğeri kopmak üzereyken dikilen iki bacağa mal olmuştu. Sakat kalan Manavgat’ın tanınan ve sevilen simalarından, siyasi arenanın içinde geleceğin ümit vadeden genç isimlerindendi.

Yaşanan her üç kazanın arasında sadece ve sadece üç gün vardı.

Ondandı, bundandı, şundandı. O da olmadı yağmurdandı. Sonuç değişmiyordu.

Her kazanın ardında acı ve gözyaşı, her kazanın ardında kan, her kazanın ardında maddi manevi kayıplar vardı.

Bu da demek oluyordu ki kaza ne ABS tanırdı, ne EBS, ne siyaset, ne diplomasi. Kaza tek şey tanırdı.

Ölümün soğuk nefesi.

***Haklı bile olsanız kuralları ihlal eden birine yol vermeniz size yalnızca bir kaç saniye kaybettirir ama bir ömür kazandırır. Şimdi durun ve düşünün biraz. Bir ömrü mü yeğlersiniz? Yoksa bir kaç saniyeyi mi??? Onun için bırakın geçsinler. Bırakın uçsunlar.

***Acele giden ecele gider.

***Kurallara uyalım, uymayanları uyduralım.

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..