Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Yokluk duygusu

Yokluk duygusu
 

"RESİM:ALINTI""Yediye çeyrek kala durmuştu guguklu saat."


Güzel bahçem. Aslanağızları, zambaklar, mis kokulu leylaklar, çardağı sarmış asma, şekerpare kayısı ağacı, Malatya dutu. Annemin kendi elleriyle ektiği soğan, sarımsak, maydanoz. Kömürlüğün bulunduğu köşe. Arkadaşlarımla koşup oynadığım yeşil çimenler. Çocukluğum. Hepinizin yerinde yeller esiyor şimdi.

O talihsiz kaza. Annem ve babam. Onlar da yok artık. Cenazelerine bile yetişemedim. Gurbetlik zor. Tarifi imkânsız duygular içindeyim. Türkiye’ye ayak basar basmaz soluğu Cebeci Asri Mezarlığında aldım. Ailemiz için ayrılan kabirler yavaş yavaş doluyor. Dedem, amcam, babaannem. Şimdi annemi ve babamı da aldılar yanlarına.

Gözlerimden süzülen, genzimi yakan yokluk duygusu o kadar keskin ki. Dilim dilim doğruyor sanki can evimi büyük acının yüreğime yerleştirdiği yalnızlık. Evim. Bir yere ait olamama. Yurt dışında yabancı, kendi memleketinde gurbetçi olmak. Kimseyi suçlayamam ki yaşadıklarımdan. Kendim ettim kendim buldum ne de olsa. O kadar yalvardı annem gitmeyeyim diye Amerika’ya. Babam suskunluğa gömüldü, küstü benimle. O kamyondan önce ben çiğneyip geçtim onları. Belki de o zaman gömdüm diri diri toprağın altına. Kaç yıl oldu yüzlerini sadece fotoğraflardan görüşüm. Annemin sesini telefonda seyrek de olsa duyuşum ama babamınkini sadece rüyalarımda işitişim. Böyle mi olacaktı karşılaşmamız. Gelişim elem, gam yüklü. Döndüm ama neye yarar? Yuva sıcaklığı çoktan sönmüş metruk evimizde. Kahkaha sesleri, sohbetler, akşam yemeğinden sonra annemin çaldığı uttan dökülen rast, nihavent, hicaz makamları. Yalan olamayacak kadar sahici baba ocağında karşılaştıklarım.

İdeallerimin peşinde koştum durdum hayatımı yaşayacağım diye. Yaşadım mı? Şairin değdi gibi “ hani ev bark, hani çoluk çocuk, saadet bu ömrün neresinde.”

Af dilemenin kime ne faydası var. Yürekleri kırık, gönülleri özlem dolu göç ettiler bu dünyadan. Tek sebebi benim. Alnıma mı yazılmıştı yaşadıklarım yoksa kaderini değiştirebiliyor muydu kişi? Her şeyin bir nedeni var elbette. Dünyaya gelişimin de tıpkı anavatana dönüşüm gibi.

Hey gidi koca çam. İğnelerini birbirine ekleyip boynuma kolye yaptığım. Babam kızdığında kaçıp kuytuna saklandığım. Kozalaklarından topaç çevirdiğim. Sen de kurumaya yüz tutmuşsun arkadaşım. Neden bu kadar sessizsin? Gidişime mi içerledin de…

Düğüm düğüm yumrular boğazımda. Çöküveriyorum omzumu yaslayıp yaşlı gövdene. Ne çok ihtiyacım var bir bilsen sırtımı yaslayacak, elini tutacak bir dosta. Belki o zaman kalkabilirim ayağa.

Uzanıp yere düşen kozalaklardan birini alıyorum elime. Annemin ojelerini gizlice alıp basamağa benzeyen girinti çıkıntılarını boyadığım o gün düşüyor aklıma. Rengârenk olmuştun. Üzerine de simler sürmüştüm. Kötü bir niyetim yoktu. Sadece anneler gününde seni hediye etmek istemiştim anneciğime. Ne kızmıştı o gün bana ojelerimi ziyan etmişsin diye. Sürprizimin bozulmaması için sesimi çıkarmamıştım. Özür üstüne özür dilemiştim ama yarım gün oda cezasından da kurtulamamıştım. O özel gün gelip de anneme renk cümbüşü kozalağı verdiğimde her şeyi anlamıştı annem. Üzüntüsüne karışan mutluluğu görebiliyordum. Öyle sıkı sarılmıştı ki bana… Yanaklarımdan defalarca öpmüştü.

Ellerim yanağıma dokunuyor o öpücükleri arıyor. Yok. Yüreğim çıfıt çarşısından farksız. Yaşamayı düşlediğim hayat bu muydu? Değildi. Ancak şimdi idrak edebiliyorum bunu.

Kim inanır bu hale geldiğine. Kimsesiz, boynu bükük kaldığına. Çocukların metruk ev diye birbirlerine fısıldayıp önünden geçerken adımlarını hızlandırdığına. Hayalet, ruh masalı uydurduklarına ve buna inandıklarına. Oysa mahallemizin en ihtişamlı eviydin bir zamanlar.

Nice hatıralar saklı her köşende. Kırık dökük eşyalar geride kalışımı haykırdı az önce yüzüme. Kulakları sağır edecek bir haykırış vardı duvarlardan suratıma vuran. Hesap soruyorlardı haklı nedenlerle. Biçare duruma düşmelerine ben sebep olmuştum ne de olsa. Bakışlarım her ayrıntıyı tek tek dolaşıyor, duraklıyordu. Bir şeyler arıyordum, ne aradığımı bilmeden. Eskiye ait izler. Annemden kalan bir fısıltı. Babamdan yadigâr büyük öfke. Birden bire oldu gözlerimin guguklu saate ilişmesi. Eski günlerdeki gibi guguklamasını istedim küçük kuşun. Ve zaman dursun taksiye binip ayrılmadan önceki o nisan sabahında.

Yediye çeyrek kala durmuştu guguklu saat.

Yediye çeyrek kala.

Zamanda dursaydı ya o an. Dönmeseydi dünya. Annemle babam evden hiç çıkmamış, o kaza hiç olmamış, ecel alıp götürmemiş olsaydı ya onları. Ben hiç gitmemiş olsaydım. Özlem olmasaydı. Ayrılık sonra. Sonra, sonra kırgınlıklar. Gönüller bir birine naçar kalmasaydı.

Olur mu, olurdu.

Olur ya…

Olmaz. Geçmiş zamana hükmüm geçmez. Sihirli bir değnek de yok ki elimde. Gerçek gün ışığı kadar kuvvetli. Gözümün içine, içine sokuyor yaşananları, bir bir anlatıyor, tekrar ediyor, başa sarıyor eski bir plak misali.

Taksiye binip ayrılıyorum o nisan sabahında. Kırık dökük iki kalp geride kalan. Yanımda götürdüğüm ise sadece kendi kalbim değil, bir artı iki eder üç. O kadar ağırlar ki… Taşıması o kadar güç ki.

Yıllar yılları kovalıyor. Takvim sayfaları tozlanıyor. Albümdeki resimler sararıyor. Kırıklar çoğalıyor. Pençe pençe soluyor yüzler. Sevgi pembe pembe çoğalıyor. Özlemin rendi ise mosmor.

Arkadaşım, çam ağacım. Söylesene bana. Yüreğime yığılan tonlarca molozların arasında bulabilecek miyim yolumu? Devam edebilecek miyim nefes alıp vermeye? El yordamıyla da olsa çizebilecek miyim rotamı?

29.04.2010

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..