- Kategori
- Kitap
Yüzeysellik

Yeni bitirdiğim kitabın etkisinden midir bilmem, eskilere gittim bu gece, eskiden yaşamış insanların hayatlarına.
Kitabın son sayfasını da okunmuşların tarafına devirdiğimde, sessiz ve derinden soluklar alarak, bu kez kendimce ahbaplık kurarım kitap kahramları ile. Kitabı baştan sona okumuş olmanın ve kahramanlar hakkındaki tüm gerçekleri (mümkün olduğunca tabi ki) öğrenmenin rahatlığı ile tekrar dalarım kitabın içine.
Nakış nakış işlenmiş ince detayları daha bir sindirerek düşünürüm. Kitabı okurken ki, bir sonraki sayfada karşıma ne çıkacağını merak eden açlıkla değil de, olan biteni bilmenin dinginliği ile detaylara dalarım kendi düşlerimde. Bu detaylarda saklı keyifleri, daha bir başka yaşarım.
Tıpkı şu anda olduğu gibi, gecenin bir yarısında halimi gören acaba ne düşünür benim hakkımda diye diye, ama gene de her kitaptan sonra yaşamaktan kendimi alamadığım zaman dilimindeyim.
Beynimin kıvrımlarındaki yollardan biri, yaşanmamış yıllarını kaybedecek olan son nefesindeki kahramana gitti. “Daha önce yaşıyor muydum ki? Peki, yaşamadan ölünür mü?” diye sorduğu zamanda kaldım bir ara. Neyi yaşama cesareti göstermiştim ki derinlemesine dediği, kendi hayatını didik didik ettiği zamanda ilerlerken, insanların bir bir hayatlarına nasıl da yük olup ket vurduklarını düşünmüştüm. İnsanların, hayatta en çok sevdiği en değer verdiği varlıklarının, aynı zamanda yaşamlarını nasılda mahvedebildiklerine tanık olmuştum.
Buradan ikinci bölüm kahramanına atlayıverdim devam eden beynimdeki kıvrımlı yola son vererek.
Aşık olduğu genç kızı anlatan, Leyla’ya şiirler yazan kahramanın çocuk yaşta aldığı derin yaraları düşünüyordum. Yazdığı satırlara “nereden çıktı bu saçma şeyler” dendiğinde, ne denli aşağılanmış hissettiğinin sızısını yüreğimde duyuyordum.
Herkesin kendisinden beklediği yaşamı sürerken; gizli gizli şiir yazmaktan vazgeçmediği zamanları, kendi kurduğu iç dünyasında (çocukken de ,baba olduğunda da) nasılda mutlu olduğunu düşünüyordum.
Bir gün annesinin, odasına girip şiirlerini ele geçirdiğinin ertesinde yaşanan olay, beni en çok etkileyen olaylardan biriydi.
“Annem bu yaptığıyla, odama gizlice girmekle, güvenle sakladığım kağıtlarımı karıştırmakla, özüme ayırdığım dünyayı alt üst etmeye çalışmakla, üstelik davranışını bir takım yalanlarla süslemeye kalkmakla öylesine aşağılamıştı ki kendisini, aramıza aşılmaz bir duvar çekmişti. Hem de duvarın tepesinde olan ben, dibinde sürünen oydu” (Leyla İçin Şiirler, Pınar Kür).
“Artık hiç kimse, hiçbir şey Leyla’dan, şiir yazma tutkusundan ayıramazdı beni. Annemin iğrenç hırsızlığı, anlamsız hırçınlığı, babamın akşam çektiği söylev yalnızca küçümsenecek olaylardı” (Leyla İçin Şiirler, Pınar Kür).
Beni eskilere daldıran, şimdi her şeyin nasılda yüzeysel olduğunu düşündüren son bölüm kahramanları olmuştu.
Birden “yüzeysellik” deyip başlık attığımda, o hayata karşı mağrur duruşu ile Nebile Hanım vardı gözümün önünde. Melek benzeri yüzüne çizilmiş gülümseme çizgilerinin, yarı ölü yattığı sırada bile silinmemişliğini, bu gücü nereden aldığını sorguluyordum gecenin bir yarısında. Yapmacık, yalancı olamayacak bu gülümseme takılmıştı aklıma. Mutsuz ve mutluluğu beklemeyen, iyilik dolu bir yaşamı ağır bir yük değilmişçesine taşımanın sırrı bu muydu, acıların tümünü kendine saklamak, yakınmamak. Yoksa başka şeyler miydi? Diyordu kitapta, benim ruhumda da çınlıyordu bu soru.
Sizlerle paylaşmaya çalıştığım kitap, Akışı Olmayan Sular (1983), Pınar Kür’ün 1984 Sait Faik Öykü Ödülü’nü kazanan kitabıdır.