Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Ekim '09

 
Kategori
Öykü
 

Hep Yalnızlık Var Sonunda (II)

Hep Yalnızlık Var Sonunda (II)
 

Görsel:www.refikialaahunaz.spaces...


O da mutlaka

Bir zamanlar gülmüş, sevmiş ve ağlamıştı bu hayatta… O da mutlaka herkes gibi hatalardan ve yenilgilerden payını almıştı. Belki de çok ağır bir pay! Peki, yüzleşebilmiş miydi o yenilgileriyle, o hatalarıyla... Cüzdanından çıkan belgeler böylesi bir çaba içinde olduğuna mı işaret etmekteydi acaba?

Peki, onu bu şekilde bu noktaya sürükleyen, şimdi külleriyle kendini belli eden kişisel yaşamının muhtemel yangını neydi acaba?

O cüzdandan çıkan üç belgenin içeriğine birlikte göz atıldığında öğretmenin bir hırsızlık davası nedeniyle mesleğine son verildiği ve emeklilik hakkını da bu nedenle yitirdiği anlaşılmaktaydı. Muhtemelen bu nedenle de ömrünün son yıllarını yokluk, sefalet ve yalnızlık içerisinde geçirdiği anlaşılıyordu...

Dava konusu hırsızlık olayı gerçek miydi yoksa kendisi bir iftira kurbanı mı olmuştu? Bu konuda herhangi bir bilgi ya da bulgu yoktu ortada!  Oysa yoğun bakım servisinde üçüncü gününe giren komadaki soğuk ve hafif morumsu yüzündeki mağrur ifade, bu konuda bir haksızlığa uğramışlığın sanki gizli bir işareti gibi durmaktaydı.

İnsanı insandan soğutan, yaşamında herkes gibi nefret ettiği ‘hırsızlık’ kavramına zihni asılı kalan başhemşire tam koyu bir karamsarlığa ve utanca boğuluyordu ki, yine orada görevli genç bir hemşire telaşlı adımlarla ona doğru yaklaştı. Adamın cüzdanından acil servis giriş kapısında daha önce düşen ve vermeyi unuttuğu bir başka belgeyi ona doğru uzattı. Bu belge adamın mahkemeye sunduğu savunmasını içeren iyice yıpranmış, eski tarihli resmi bir evraktı.

Bu evraktan anlaşıldığı kadarıyla; mazbut bir aile yaşamını, sade ve onurlu bir meslek yaşamıyla ele ele yürüten bu talihsiz öğretmen bir gün, okul aile birliği toplantısında velilerden alınan katkı paylarının yüksekliği konusunda şiddetli bir eleştiri getirir. Etkili bir konuşma ve savunmayla toplantıya katılanları etkileyerek katkı payının yükseltilmesi kararını önler. Okul yönetimi ile arasının bozulmaya başladığı bir dönemde yoksul öğrenciler için okul kantininden kendi parası ile aldığı el işi malzemelerinin parasını ödemediği söylentisi çıkar ve bu söylenti hızla yayılır. Okul yönetiminin bakanlığa şikâyeti ile iş büyür. İncelemeye gelen müfettiş de yanıltılarak, bir şekilde oluşan tüm kantin açıklarının hesabı onun üzerine yıkılır. Ardından oluşan mahalle baskısı, kurumsal baskı ve yanlış delillere dayalı mahkeme kararı sonucu okuldan ve meslekten uzaklaştırılır. Bu gelişmeler sonucu psikolojik açıdan iyice sarsılan hassas ruhlu adam bu durumdan kurtulamaz. Zamanla her şeyini birer birer yitirir ve kendi acı sonuna doğru hızla yol alır...

Dördüncü gününün gece yarısına doğru,

Hastanede gösterilen tüm bakım ve özene rağmen Ahmet Bey yaşamını kaybeder… Erdemli Ahmet bey, yaprakların dökülüp şiddetli rüzgârlara boyun eğerek ağaçların bazı dallarının da kırıldığı bir hazan mevsiminde, yaşama ebediyen gözlerini yumarken yüzünün aldığı son ifadeden yüreğindeki ağaç dallarının da çok önceden beri tümüyle kırık olduğu okunuyordu. Onun yeryüzü konukluğu sona ermiş sonsuzluğa doğru yolculuğu başlamıştır artık. Ölüm sebebi tam olarak belirlenemez… Belki uzun süreli bir bakımsızlığın yol açtığı bir tür biyolojik iflas, belki de ilgisizlik ve sevgisizlik. Ya da her üçü birden…

Onun soğuk ve mor bedenini artık ya çatlak mermer masalarda kadavra olmak ya da sahiplenilmeyen ölülerin (belediye tarafından) kaldırıldığı kimsesizler mezarlığı beklemektedir. Hafif bir toprak yükseltisi önündeki bir taş parçasının bile mezar taşı sayıldığı kimsesizler kabristanı... Hatta bazı durumlarda defnin üzerinden belli bir süre geçince, yer sıkıntısını aşmak için eski mezarların açılıp kemikler çıkarılarak yeni definlerin yapıldığı sahipsiz sonsuzluk mekânı…

Önce " keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur" sözü geldi gözü yaşlı başhemşirenin aklına. Hem de kendi için değil yavruları için koparılmak istenen "bir tutam ot"... Sonra dürüstlüğün zamanlaması meselesi takıldı zihnine. En sonunda da bunların yanlış birer tanımlama olacağını düşündü ve "dar gelirli kimsesizlerin kimsesi olmak isterken kimsesizler kabristanına uzanan acı bir süreç..." dedi gözyaşları ile ıslanmış dudakları titreye titreye, kendi kendine... Ve bir söz çınladı kulaklarında, ince ince, oyarcasına " kötü iyinin ne olduğunu bilir ama iyi, kötünün ne olduğunu bilemez...". İyilerin, dürüst ve namusluların yaşamda karşılaştıkları kötülükler, aldatılma ve tuzaklar karşısında savunma refleksleri zaten baştan bu nedenle çok düşük kalmaz mı hep?

Yaşamda olaylar bir kez daha, bu talihsiz öğretmen için de ters yönde devinmiş, umulan, bilinen ve beklenen yolda değil de tam aksi istikamette yol almıştır. Yaşam öylesi bir süreçtir ki, nasıl yaşamayı hayal ettiğinizle, karşılaşacağınız sürprizlerin niteliği arasında hiçbir ilişki olmayabilir.

Ve hayatta nasıl yaşadığınız kadar, nasıl öldüğünüz de önemlidir. Hatta akılda daha çok kalan da maalesef bu ikincisidir…

Öyle ya da böyle, haklı ya da haksız…

İ.Ersin Kaboğlu,

17 Ekim 2009, Ankara

Not: Öykünün ilk bölümü için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/Hep_Yalnizlik_Var_Sonunda___/Blog/?BlogNo=208483

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..