Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ekim '09

 
Kategori
Öykü
 

Hep Yalnızlık Var Sonunda...

Hep Yalnızlık Var Sonunda...
 

Görsel:www.refikialaahunaz.spaces...


Yaprak dökümlerinin hızlandığı hazan mevsiminde, sabaha karşı, orta büyüklükteki bir Anadolu kentinin, Sivas’ın meydana yakın ana caddelerinden birinin ıslak kaldırımlarında bir adam bitkin, halsiz ve biraz da sarhoş bir halde bulunarak hastaneye kaldırılır. Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine… Hastane görevlilerinin sedyeyi acil servis kapısından sırtları dönük bir şekilde içeri sokuşları esnasında, şehrin sabah ışıklarına dönük olan ayakları ve yüzü sanki tekrar oraya dönmeye, her şeye rağmen yaşamla tekrar kucaklaşabilme arzusuna dair bir işaret gibidir... Kır saçlı, 55-60 yaş aralığında, ince yapılı, çökmüş avurtları ile yarı dökük,  yarı çürük dişleriyle ciddi bir beslenme yetersizliğini görünümüyle ele veren bir adam! Orta yaş üzeri, hasta ve belki de tümüyle yalnız bir adam….
Yattığı hastaneye getirilirken yanındaki tüm eşyası,  rengi solmuş bir naylon çanta içinde, oldukça temiz duran iki takım iç çamaşırı ve iki adette küçük yüz havlusundan ibaretti.  Bu iki çift temiz işaret onun geçmişindeki bir temizliğe mi işaret ediyordu yoksa tamamen bir tesadüf müydü, belli değil… Bu nasıl bir yangındı ki, ilk kurtarılacakların bile alınamadığı ama elinde sadece bunların kaldığı… Kim bilir, belki daha fazlası vardı da bunlar zaman geçip yittikçe kalanlardı...
 
Hastaneye yatırılmasının üzerinden üç gün geçmesine rağmen hiç kimsenin onu ziyaretine gelmemesi,  hiç kimsenin arayıp sormaması içine düşmüş olduğu çıplak yalnızlığına da işaret etmekteydi.
Bir insanın kimliğini birçok şey ele verir; bakışı, yürüyüşü ya da ses tonu… Tabii ki hayattaysanız ve etrafta sizi daha öncesinden tanıyanlar varsa… Konuşamaz, göremez, duyamaz bir halde ya da komadaysanız eğer, o zaman da bazı eşyalar ipucu olur bu konuda...
 
Bu kimsesizliğin kişisel eşyaları arasında torbasının yanı sıra kendisine ait ince, oldukça kaliteli olduğu anlaşılan derisi yıpranmış bir cüzdan da ilişir güzel yüzlü, duygusal ve meraklı başhemşirenin gözüne…  Zenginliğin her yerde baş tacı edildiği bu dünyada, dolgunluğu ile her açıdan kişisel itibar simgesi olan bir cüzdan yerine,  içindeki bir iki fotoğraf, birkaç matbu belge ve sadece üç adet beş liralık banknot çıkar. Bunlar hiç şüphesiz ki; yoksulluğu, yoksunluğu ve kimsesizliği ele veren belgelerdir bir anlamda... İçinde nüfus cüzdanı bile yoktur. Muhtemelen bir yerlerde, belki de bir borç yüzünden rehin kalmış olmalıydı. Cüzdanın içinde iki tane de fotoğraf vardır. Okul formaları ile etrafını saran öğrencilerle çekilmiş bir fotoğraf, kollarını iki yana açarak sağlı sollu sardığı dünya tatlısı bir erkek ve bir kız çocuğu ile çekilmiş bir başka fotoğraf ile üst üste durmaktadır. İkinci resimden adamın muhtemelen bir dönem evli olduğu ve iki çocuğunun bulunduğu anlaşılmakta…
Cüzdanda özenle katlanmış ve korunmuş bir durumda olan üç adet resmi belge de vardır. Bunlardan biri bir avukata verilmiş vekâletname, ikincisi yine aynı avukata yönelik vekâletten azil belgesi. Sonuncusu ise, ekinde meslekten azledilmesi sebebiyle açtığı davanın dilekçesi… Milli Eğitim Bakanlığı’na hitaben yazılmış bir dilekçe. Uğradığı haksızlığın giderilmesini ve emekliliğini hak edene kadar çalışma isteğini belirten... Öğrencilerle birlikte çekilmiş fotoğrafla bu dilekçeyi birlikte düşünüldüğünde şu an çaresiz durumdaki bu adamın mesleğinin öğretmenlik olduğu da kolayca anlaşılmakta...
  

Not: Öykünün devamı için bkz.: http://blog.milliyet.com.tr/Hep_Yalnizlik_Var_Sonunda__II_/Blog/?BlogNo=208566

İ. Ersin Kabaoğlu,

17 Ekim 2009, Ankara

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..