Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Nisan '13

 
Kategori
Öykü
 

Akil keçiler

Akil keçiler
 

"Benim heyetim çok daha barışçı."


Dağ keçisi çaresizlik içinde koşturan insanlara uzaktan baktı. Yaşadıkları onca acıdan, yitirdikleri binlerce gençten sonra akıllanmışlar mıydı acaba? Anlamaya çalıştı. Bir değişim yaşandığını, artık sıkıntılardan kurtulmak istediklerini seziyordu. Ama başarabilecekler miydi? Bunu bilmek çok zordu. 

Bir süredir bahar rüzgarları esiyordu. Daha güzel bir dünya için karşılıklı adımlar atılacaktı. Görünenlerin arkasında gizli hesaplar olabilirdi, arada güvensizlik bulutları dolaşıyordu. Yine de özgürlük, eşitlik, temel haklara saygı, hepsinden önemlisi tüm acıları geride bırakacak barış umutlarının güzelliği şimdilik bunları dağıtabiliyordu.
 
Kısa sürede hızla yaşanmış gelişmeler gözlerinin önünden geçti. Uzak ülkelerdeki saldırıları, önce akil adamlar diye başlayıp sonra savaş acılarını en az erkekler kadar yaşayan kadınlardan bir tür özür dilenmesiyle akil insanlar diye süren büyük projeyi, tüm olup bitenleri düşündü.
 
Çevreye bakındı. Keçiler koşuyor, coşuyorlardı. İnsanlar büyük bir hırsla daha fazlasını almaya çalışırken onlar bulduklarıyla yetiniyordu. Dünyaya ve yaşama bakışlarının çok farklı olduğuna kuşku yoktu. Acaba hangisi daha mutluydu? Para kazanmak için sürekli bir gerginlik içinde olan, yokken aç kalmama, varken elindekini yitirmeme korkusu yaşayan insanlar mı? Yoksa kayaların arasında sekerek doğanın tadını çıkaran, bulduklarıyla yetinen ve günün birinde sessizce ya da acılı melemelerle dünyayı geride bırakan keçiler mi?
 
İnsanların sorunları için bir akil keçiler grubu kurulsa başarı şansı ne olurdu?
 
Kuşkusuz bu çalışmada zengin birikimlerinden yararlanmak için yaşlı, kadınca duyarlılıklarıyla görülmeyeni sezmeleri için dişi, doğa ve yaşam bilgileriyle yeni bakış açıları bulabilmek için üretken keçiler yer almalıydı. Belki en önemlisi seçenlerin de, seçilenlerin de önyargılarını bir yana bırakmaları, birikim ve yeteneklerini doğruya ulaşmak için kullanmalarıydı.
 
Dağ keçisi akil keçiler grubuna gururla baktı.
 
"Benim heyetim çok daha barışçı. Doğayı seviyor, zarar vermiyor. Yaşam zincirinin sessiz bir parçası olarak görevini yapıyor. Kuşkusuz bizler çok daha iyi bir değerlendirme yapabiliriz. Evet, keçi inadımızdan söz edenler çıkabilir. Ama insanların yaptıklarının yanında bu ne ki? Silaha sarılıp vuracak, toplarla bombalarla gelecek, kimyasal zehirlerle başkalarının yaşamlarına savaş açacak, onların kökünü kurutmaya kalkışacak değiliz ya. En fazlasından boynuzlarımızı birbirine takar, itişir dururuz. Evet, akil keçiler çok daha başarılı olabilir insanlardan. İsterlerse onlara özel bir eğitim bile verebiliriz."
 
....
 
Selim öyküsünün başlangıcını okuyunca yırtıp atmamak için kendini zor tuttu. Saçmalıyordu. Hep yazmak istemiş, bir türlü uygun zamanı bulamamıştı. Yıllar süren koşturması sona erip geçmişiyle bağlarını tümüyle kestiğinde yine denemeye başlamıştı. Ama bir yandan işsizlik, diğer yandan yalnızlık onu bunaltırken kafasını toplaması zordu. Bu yüzden arada gelen küçük heyecanlarla yaptığı denemeler son sözcüğü yazdığı anda anlamsız bir boşluğa dönüşüyordu.
 
Can sıkıntısıyla kalkarak akil keçileri düşünmesine neden olan habere bir kez daha baktı. Akil insanlar komisyonu ilk toplantısını yapmış, ardından bazı açıklamalar gelmişti. Selim genç sayılırdı ama başından artık kolay umutlanmayacak kadar çok olay geçmişti. Parayla ölçülen çıkarların ne kadar acımasız çatışmalara yol açtığını, iki insanın, iki grubun, iki görüşün, iki inancın, iki takımın, iki halkın birbirine ne kadar kolay düşebildiğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden içinde kontrollu bir sevinçle birlikte işlerin kötüye gidebileceği korkusu da vardı.
 
Bu karmaşık duyguların arasında son dönemde yaşananları düşündü.
 
....
 
İster Kürt ister Türk olsun yoksulların çektiği tükenmek bilmeyen acılar hep yüreğini yakıyordu. Bir filmden esinlenerek yıllardır dağlarda yaşanan acıları bir dağ keçisinin gözünden yazmayı düşünmüştü.
 
"Peki bir keçinin gözünden dağlarda yaşananlar nasıl görünecekti? Keçiler on yıldan fazla yaşıyormuş. Köylerden birinde kucaklarına alıp sevdikleri oğlaktan sonra herhalde en az iki kuşak geçmiş olmalıydı. Anne keçi neler görmüştü? Oğulları, kızları nelere tanık olmuştu? Torunları onyıllardır havada uçuşan ateşlerin bir türlü sönmeyip yürekleri, umutları yakıp durmasına ne diyorlardı?"  (1)
 
Sonra bölgeye düşüp onlarca canı alan ateş onun da içine düşmüştü. Gözünün önünde Picasso'nun Guernica'sını çağrıştıran bir tablo belirmişti. Bir yakınını, hele çocuğunu yitirmek ne büyük bir acıydı. Hele böylesi bir haksızlıkla. Neler olduğunu anlamaya çalışmış, bir türlü işin içinden çıkamamış, bilemediklerini anlatmıştı.
 
"Dağın Gülü bir süredir düşlerinde çocukların kırlarda kendilerini özgürce dile getirip oynadığı, iyi beslendiği, eğitim gördüğü, rahat ve mutlu yaşadığı günleri görüyordu.
 
Bir patlamada parçalanan cansız bedenleri görünce derin bir acıyla sarsıldı. Ağladı, gözlerinden bitmek bilmeyen yaşlar aktı." (2)
 
Görünenin ardında neler gizliydi? Niçin yazılan bir yazıya, atılan bir slogana, yapılan bir basın açıklamasına çok hızlı tepki veren soruşturma ve yargı sistemi bu tür olaylar karşısında kış uykusuna yatmış gibi davranıyordu? Kafasındaki sorular başka bir öyküye dönüşmüş, perde arkasını görmeye çalışmıştı.
 
"Sıradan insanların kaderini belirleyen güçlüleri düşündü. Verdikleri kararlarla insanları sevdiklerinden ayırabilen, yerlerinden edebilen, özgürlüklerini yıllarca alabilen, mesleklerini bitirebilen, tüm olanakları yakınlarının önüne serebildiği gibi uzaktakileri yoksulluğa da itebilen kural koyucu ve uygulayıcıları. Artık çok ince iplerin üzerinde oynanıyordu oyunlar." (3)
 
Olayları izlemek çok zordu. Bir gün barış deniyor, ertesi gün savaşla hiç ilgisi olmayan kişilerin, kurumların üzerine gidiliyor, umutlar karartılıyordu. Tutuklu gazeteciler listelerinin yönetimlerin yüz karası olarak tarihe geçeceğini kimse bilmiyor muydu? Düşünceyle suçu ayırmak bu denli zor muydu? "Yargının bağımsız olması gerektiği doğrusu sadece yargı kendilerine dokunmaya kalktığında akıllarına geliyor" (4) deniyor, ama kuşku bulutlarını dağıtmak için ne bir çaba, ne de sonuç görülebiliyordu.
 
Yetkililer barış için yapılan çalışmaların son yıllarda artarak sürdüğünü söylüyorlardı. Bir ışık patlamasıyla yakınlarını kaybedenlerse olayın niye bir türlü aydınlatılamadığını soruyor, açıklama istiyorlardı. (5) Bir yandan da milyonlar barış isteğini paylaşıyordu. (6)
 
İşte bu koşullarda yapmıştı akil insanlar grubu ilk toplantısını. (7) Bazı kaygılar vardı. Danışmaya, sormaya, araştırmaya gerek olmadan kolayca alınabilecek bazı önlemlerle yasalar insanlara düşman olmaktan çıkarılabilir, gerçek özgürlüğe giden yol kolayca açılabilirdi. Niçin bu adımlar atılmıyordu? Gerçekte yapılması istenmeyen işlerin karmaşık komisyonlara havale edilmesi gibi bir bürokratik manevra mıydı yoksa bu?
 
Selim durdu. İnsana güvenini yitirmemeye çalışıyordu. Yanlışlarla beslenen geçici karanlıklar umut ışıklarını söndürmemeliydi.
 
Akil, akil denip duruyordu. Neydi bu akil? Sözlüğe baktı.
 
Akil Osmanlıca bir sözcüktü. "Akıllı" diye tanımlanıyor, “Ne akilem ne divane / Gel gör beni aşk neyledi” dizeleriyle Yunus Emre'den bir örnek veriliyordu.
 
Doğaya daha yakın keçiler akillikte insanı geçebilir miydi gerçekten? Onların çıkar çatışmalarıyla büyüyen öfkeli kavgalarına uzaktan bakarak sakince yaşamlarını sürdüren keçiler?
 
Selim öyküsünü yazmaktan vazgeçerek günlük işlerine döndü.
 
3. Mehmet Arat, Müsteşarın Kötü Günü, http://blog.milliyet.com.tr/mustesarin-kotu-gunu/Blog/?BlogNo=356258
4. Füsun ERDOĞAN, Başbakan’a Hodri Meydan, http://bianet.org/bianet/insan-haklari/145101-basbakan-a-hodri-meydan
 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..