Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '11

 
Kategori
Siyaset
 

Başbakanın Gürültülü Mırıltısı

Başbakanın Gürültülü Mırıltısı
 

Başbakanın, telli duvaklı esip gürleyerek teröre dair efelenmesi nedendir bilmem, pek bir dikkatimi çeker oldu. Şu kör olası dünyaya gözlerimi açtığımdan beridir ki, yurdumun her zerresine sirayet eden terör hadisesine ilişkin devletin cafcaflı adamları, efelenmeyi bir siyasi felsefe haline getirerek, güce tapma sevdasını yaşayan minik karakterli toplumları fazlasıyla cezbetti. Lakin sonuç ortada… Fazla lafa gerek yok aslında. “Terör ya bitecek, ya bitecek” edebiyatı sonrasında memleketin bir coğrafyasının nasıl kana bulandığına tanık olmuş şu zihin dünyamın, son başbakan efelenmesinede, “hadi ordan” diyesi geliyordu. Bu güne kadar yapılanların dışında hangi hoyrat efelenme bu gün gelinen noktaya melhem olacak? Hangi gürleme, hangi tokmağın gücü bu gün gelinen noktada toplumun yüreğine su damlacıkları dökecek? Veya, bu güne gelene kadar hangi efelenme tonlamaları eksik kaldı da, terör aldı başını gitti? Yani demem o ki, mazlum halkın gencecik fidanlarının bedenleri üzerinden efelenme patlatmak, gürül gürül etrafa sükse atmak kolay… Oysa sorun mazlum halkın gencecik fidanlarını dipsiz kör kuyu dehlizlerine göndererek mevzuyu nihayete erdirmek değil; Beceri, kimsenin burnunu kanatmadan mevzuyu nihayete erdirebilmektir. Ha yok eğer siz ille de birilerinin burnunu kanatmak sevdasındaysanız, yok eğer siz yine bir zamanların şanlı şerefli kurşun atanlarının gölgesinde fiyaka yapmaya kalkıyorsanız, bilesiniz ki biz o günlerin serencamından geçmiş bir halkın evlatlarıyız… Anlayacağınız “yutmayız”… Karnımız tok bu tip esip gürlemeler üzerinden fiyaka satan siyasi zontaların dudak aralarından dökülenlere…

Tekrar sormak evladır… Bu güne kadar yapılmadık ne kaldı hadisenin nihayete erdirilmesi üzerine? Sınır ötesi operasyonlar, dağın, taşın bombalanması, faili meçhule kurban götürülenler, gözlatında kayıplar… Coğrafyanın her yanı toplu mezar vahşetiyle dolu… Hangi toprağı kazıyorsan, altından ceset fışkırıyor. Özel Harekât polisi hidayete erip, adeta çakıp geçiyor bütün bir geçmişe dair olan bitenler hakkında… Ne yakılmadık köy kalmış, ne öldürülmedik her yaştan insan… Daha da mı yetmedi kan? Başbakanın efelenmesinden anlıyoruz ki, yetmemiş dökülen onca kan… Daha fazla kan, daha fazla kin ve düşmanlık… Nasıl olsa ölen, bedenini ölüme yatıran Anadolu coğrafyasının ücra köşelerinde bir tutamlık yaşam sevdasına asılı olan yanık yüzlü memetler… Zaten bütün meselede bu ya… Bütün meselede yanık yüzlü genç fidanları gri kurşunların önüne siper etmek ya… Nasıl olsa, o hoyratça salınan içeriği kendisinden menkul milliyetçiliğin yılmaz neferleri her zaman hazır kıta beklemekteler. Ceylan derisi koltuklar üzerinden memleket ahvalinde yaşayan bütün herkeslerin kaderlerini bir bir elinde tutup, “Haydi ölüme” diye nara atıp, salınanların, bu güne değin yaşamadığı tek şey olsa gerek evlat acısı. Yoksa kolay mıdır, birilerine “Haydi ölüme” demek?

Aslında her şey o kadar ama o kadar basit ki… Her şey o denli yalın gerçeklikleri içerisinde besliyor ki. Sadece yapılması gereken “İnsan Hakları” denen o büyüleyici, o baş döndürücü kavramı anlayabilmekte gizli. Kürtler, Kürt Hareketi ne istedide İnsan Hakları denen o büyüleyici kavramın belirlemiş olduğu sınırların dışına düştü? Hangi temel insan hakkı olan talebi, egemenlerin önüne koydular da, o egemen zihniyet memleket ahvalinin geleceğinin karanlıklara kayacağı kanaatine vardı? Veya bu taleplerin hangisi geleceğimizi ipotek altına alacak cinsten? Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor… Ve dönüp kafamı 1989 senesinin yağmurlu bir İstanbul gününe çeviriyorum. Hemen parkın kenarındaki kulübe vari gazete bayisinde satılan Kürtçe kaseti hatırlıyorum. İlk kez müsaade etmişlerdi Kürtçe kaset serbestliğine ve işte o yağmurlu İstanbul gününde daha ilk günden beşyüz bin adet Kürtçe kaset satılmıştı. Ya sonra… Hiç kimsenin aklına bile gelmedi Kürtçe kaset hadisesi. Şimdilerde Bulgaristan’dan göç edip gelmiş olanlar, memleketin bir zamanlarında böyle bir yasak olduğunu duyduklarında, gözlerini patlatarak mevzuyu anlamaya çalışıyorlar. Zira Bulgaristan’da Türkler neydiyse, Türkiye’de Kürtler’de bir anlamda oydu. Aziz Nesin öyle dememiş miydi? Ama Bulgaristan’ın zulmünden usanan Türkler, gidecek bir yer bulmuştu kendilerine… Bir zamanların şu veya bu nedenler memleketten ayrılan atalarının doğduğu topraklarda her zaman kendilerine yer vardı. Lakin gelip gördükleri yalın gerçeğin Kürtlere reva görüldüğüne tanık oldukça, o tuhaf bakışlarını her dem ortaya atıyorlar. Bütün mesele işte bu… Her kim olursa olsun, İnsan hakkı dediğimiz o büyüleyici, baş döndürücü kelimeye azda olsa kafa yormak. Hangi dinden, dilden, ırktan olursa olsun, İnsan hakları değişmez bir gerçekliktir. Bu gerçekliğin üzerinde edilecek hiçbir lafın kıymetli tek bir yanı dahi yoktur.

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..