- Kategori
- Aşk - Evlilik
''Can'ın düşleri 3''

''CAN'IN DÜŞLERİ 3''
Kapıda kendinden memnuniyetsiz bir adamın ilkbaharı var. Kapalı havalarda kendine biraz somurtuyor. Güneş doğunca bahar geldi sanıp dışarı çıkıp biraz üşütüyor. Biliyor kendisi de aslında yaşanacak bir yazın kıyısından geçmek istemiyor. Öyle bir yaz mevsimi olsun ki meselâ, güneş fazla yakmasın çiçekleri; arada bir yağmur yağmur yağsın, sevenler ıslansın çiçeklerle birlikte. Yeni aşklar doğsun bu yaz. Yeni özlemler, yeni sarılmalar, yeni şiire sığınmalar olsun. Hatta neden olmasın? Yeni bir aşk roman olsun hayatın kalabalık akışında.
Oturuyorum bankta, yüreğimde kendini yenilemekten hoşlanan sevdalarımın hüznüyle. Bazen düşünürüm kendi kendime. Eğer insanların yüreklerinin kokusu olsa, sanırım ilk defa hüznün kokusunu aldığınız yürek benimki olurdu. Ama ben sevda kokmak isterdim, sevda kokusunu mevsimsiz çiçekler gibi durmaksızın etrafıma hatta dünyanın en ücra köşelerine yaymak o koku ile mest olan insanların mutluluğunu uzaktan görüp mutlu olmak isterdim. Hayat bildiğiniz gibi hayallerimiz gibi olmuyor işte.
Sonra yanıma oturmuş, ben farketmemişim. Çünkü o bankta otururken yüreğimden geçen her satırın her kelimesini zihnimin hatırlanabilir bir köşesine kazımakla meşgüldüm o an. Onu gördüğümde yüzünde ilk defa tüm hiddetiyle yaşanan bir hüzün gördüm. Yüzünün benden tarafında hafif bir akşam güneşi karanlığı vardı. Öbür tarafını yeni yanmaya başlayan sokak lambaları elbette aydınlatıyordur. O haliyle onun bu anını fotoğraf makinamın kadrajına alıp ölümsüzleştirmek isterdim. Ama makinam yanımda değildi. Üstelik her insan bu fotoğraf işine nedense sıcak bakmıyor. Yüzümüze yerleşen ifadelerin ölümsüzleştirilmesinden korkuyor olmalıyız. İşte yüreğinizde yaşanmış geçmiş güzellikleriniz olunca bir de yanınıza oturmuş o hüzünlü kadını görünce aklınıza gelen ilk şey ona sarılmak oluyor. Benim aklıma gelen elbette yaşanacak bir şey değil. Sarılmak ve ona ‘’bak yanında ben varım, insanım ve hüznüne ortak olmak istiyorum’’ demek isterdim. Toplum ahlâk kurallarımız, yaşadığımız bu yıllarda buna pek izin vermiyor. Ahlâklı bir toplum üretmeyi kendine iş edinmiş siyasiler aslında daha ahlâksız bir toplum yarattıklarının farkında bile değil.
Ona bakarken ve aklımdan geçenleri yine zihnime kazımaya çabalarken ilk defa parfümünün kokusunu hissettim. Dağınık saçlarının arasından ve hatta boynunun sıcaklığından dışarı taşıp, akşam yenice sokaklarda kendini hissettirmeye çalışan hafif rüzgâr o kokuyu çoğaltıp getiriyordu. Belli ki bir randevusu vardı. Belki sevdiği adam gelmemiş onu bir yerde yalnız bırakıp, diğer insanların ona dikkatle bakmasından rahatsız olmuş bile olabilirdi. Öyle zamanları yaşayanlar bilir, bekleyen nedense bir inada kendini verir. Sonu güzel olmayacak bir inattır bu. Yüreğinizde açılan yara öyle zamanlarda sizi daha çok incitmek için adeta koşar. İnsan birazda acılarından zevk almak için yaşar mı o anları?
Bir süre sonra döndü, bakar gibi yaptı sanırım. Belki de utanmış bile olabilirdi, neden olmasın? Hüznümüze kendimize saklamak isteriz ama mutluluğu birlikte yaşamak isteriz, haksız mıyım?
Düş ya bu. Kalktım yerimden. Eğilip ellerini tuttum. Onu ayağa kalkmaya zorladım. Dikildi, gözgöze geldik o an. Gözlerinin kenarlarında birikmiş iki damla gözyaşı süzüldü yanaklarına. Ardından belime sarıldı. Bir insanın hüznüne sarıldınız mı siz hiç?
Öylece kalakaldık orada. Belki günlerce, yıllarca ama sarılıp kaldık öylece. Sarılması git gide artıyor, bedeninin ve hüznünün sıcaklığı durmaksızın artıyordu. Bir müddet sonra yanmaya başladığımı, hatta artık o yangınla neredeyse kendimden geçmeye başladığımı farkettim. Hafifçe uzaklaştırmak istedim, olmadı. Ve ilk defa konuştu hüzünlü bir ses tonuyla,
- Mehmet, beni tanımadın mı?
Mehmet Özcan