Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Aklımın çalar saati

Aklımın çalar saati
 

Sabah telefonu saat 7’ye kurmanın çok aptalca bir durum olduğunu anladım. Bu yüzden kendimi aklımın çalar saatine bıraktım. Çünkü telefonum ne kadar çalarsa çalsın, aklımın saati çalmadan kalkmıyorum o yataktan.

***
Havanın ısınmasıyla beraber sabah yürüyüşlerine başladım. Daha doğrusu sabah işe yürüyerek gitmeye, yani uykumdan 20 dakika feragat etmeye karar verdim. Eğlenceli oluyor aslında. Mesela geçen gün önümden giden iki lise öğrencisi vardı. Birinin elinde telefon ve telefondan yükselen;

“Yeter ki sen üzülme
Kendine dert etme
Seni bir ömür beklerim
Sen aşkımdan vazgeçme”

şarkısıyla yürüdük. “ Bak len” diyor. “Ben bu şarkıyı ona gönderdiğimde çok hoşuna gidecek. Seviyom len ben o kızı”… Gülüşerek uzaklaşıyorlar. “Neyse ki arabesk dinlemiyorlar “ diyorum kendi kendime. Onlar okullarına giriyor, ben yürümeye devam ediyorum.

***
Aklıma Zorkun’da sabah ve akşam yürüyüşüne çıkan insanlar geliyor. (Zorkun Osmaniye’nin yaylalarından bir tanesi) Ağaçlarla kaplı bir yerde yürümek insanların hoşuna gidiyor. Her an karşınıza 5-6 kişilik yürüyüş ekibi çıkabiliyor. Aklıma gelme sebebi yürümeleri değil, yürüyüş sonrası ya da yürürken yedikleri… Sabahın erken saatinde başlayan yürüyüş, fırından alınan sıcak pide ve mükemmel bir kahvaltı ile son buluyor. Bu arada yürüyenlerin çoğu rejimde :)))) Ya da akşam; yıldızların altında yapılan yürüyüşlere ayçekirdeğini dâhil etmek hangi diyetisyenin aklına gelirdi bilemiyorum :))))

***
Cumartesi Pazar kurulur evimizin 200 m kadar aşağısında. Sabah onların tatlı heyecanlarını görerek, tezgâhlarını inci gibi dizip, müşterileri beklemeye başlamalarını görerek giderim işime. Hepsinin yüzünde hayata dair izler görürüm. Kiminin yüzünden umut akar, kimininkinden de keskin bir keder. Hayatın onlara nasıl davrandığını düşünürüm… Ve pazaryerinin; geçim derdinin ağır bir yük olarak omuzlarda taşındığı havasından bir buket nergis alarak uzaklaşırım…

***

Sabahları patronumdan sonra büroda oluyorum. Her defasında biraz daha erken gelmem konusunda uyarı alıyorum. Saat 8-8:30 arası işyerinde olduğuma göre daha ne kadar erken gelebilirim diye düşünüyorum. Sanırım benim erken değil, patronumun geç gelmesi gerekiyor. Çünkü onun yedide büroda olduğunu düşünürsek (ki öyle), benim o saatte büroda olmamın imkânı yok. Çünkü aklımın çalar saati o zamana ayarlı değil :))))

***
İş çıkışında, sabah geçtiğim pazaryerinden gitmeye karar veriyorum eve… Kiminin yüzünde elindeki malı satmanın mutluluğu, kiminin yüzünde tezgâhta öylece bekleyen sebze, meyvelerin akıbetini düşünen ve zarara uğramanın kızgınlığı, üzgünlüğünü taşıyan bir hal oluyor. Yerler çürümüş ya da atılması gerekenlerle dolup, taşmış… Zayıf, kara kuru bir kız var başında. İçinde işe yarar olanlarını seçiyor. “Hayatın dengesi ne tuhaf” diyorum kendi kendime… Üzülüyorum ve bu duruma gelmelerine sağlayan düzene sinirleniyorum… “Hayat” diyorum sonra… “Hayat kime ne vereceğini biliyor olmalı”…



Fotoğraf : Zulu

 
Toplam blog
: 194
: 1525
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1981 yılında aslında istenmiyor olsam da geç alınan karardan dolayı hayattayım:)) Haritacıyım ve işi..