Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '07

 
Kategori
İnançlar
 

Allah adına adaletsizlik üretmek

Allah adına adaletsizlik üretmek
 

Geçen gün, aslında daha öncede bildiğim ama hafızamın derinliklerinde kaybolan bir fıkrayı yeniden anımsadım. Din ve insan ilişkisi üzerine son derece hoş bir örnek sunan bu fıkrayı sizlerle de paylaşmak istedim;

Eski zamanların birisinde (laik devletimizin din adamlarının maaşlarını karşılamadığı dönemlerde) üç farklı köyün imamı bir araya gelirler. Devletten bir gelir edemeyen bu imamlar gelenek olarak, köylülerin camiye bağışladıkları paranın bir kısmını kendi giderleri için harcarlar. Bu uygulamaya kimsenin itirazı olmasa da, camiye yapılan bağışın ne kadarını hocanın alacağı, ne kadarının camiye kalacağı en başta imamlar arasında olmak üzere hep tartışma konusu olur.

Söz konusu üç imamda bir araya gelince, sohbet ister istemez bu konuya gelir ve her birisi kendi geliştirdiği paylaşım yöntemini diğerleri ile paylaşır;

İlk İmam; “Arkadaşlar, ben kendimce bir yöntem geliştirdim. Yere bir çizgi çiziyorum, bende bir ayağım çizginin bir yanında, diğer ayağımda öte yanında olmak üzere, camiye yapılan bağışları elime alıyor ve havaya fırlatıyorum. Sağ yanıma düşen paraları kendime ayırıyorum, sol yanıma düşenleri camiye”, demiş.

İkinci İmam ise; “Bende seninkine yakın bir yöntem geliştirdim aslında. Ancak ben düz bir çizgi çizmiyorum. Bir daire çizip ortasına geçiyorum. Parayı havaya fırlatıyorum. Dairenin içine düşen para benim, dışına düşen para caminin oluyor”, demiş.

Üçüncü ve sonuncu olan İmam ise; “Aslında her ikinizin de yöntemi gerçekten hoş ama yine de içine hile karışma ihtimali var. Parayı sağ yanınıza doğru fırlatmak, ya da daireyi biraz geniş çizmek elinizde. Ben geliştirdiğim yöntemle kalbimin şeytana uymasına tamamen engel oldum ve bu paylaşma işini yalnızca Allah’ın takdirine bıraktım” demiş.

Diğer iki imam sözlerine iyice dikkat kesilip, yöntemini söylemesi konusunda ısrar edince sözlerine devam etmiş;

“Ben yere öyle çizgi filan çizmiyorum, parayı elime alıp doğrudan havaya fırlatıyorum ve ardından da, ‘Allah’ım sen kendi evin için ihtiyaç olanı al gerisini bana bırak, ben hakkıma razıyım’ diyorum ve havaya attıklarımdan yere düşenleri topluyorum” demiş.

Eh, bir nebze Karadeniz zekâsı kokan öneri üzerine, İmamımızın biraz fazla kurnaz olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak yaratıcının bu evrene fazlası ile müdahale ettiğine inanıyor ve insanın kendisini yaratıcısına teslim etmesi gerektiğini düşünüyorsanız söyleyeceğiniz fazlaca bir söz olamaz bence. Sevgili İmamın Allah’ın sevgili kulu olduğuna ve her defasında bağışların tamamını ona ayırdığını kabul etmekten başka bir çareniz yok.

İşin mizah yönünü bir kenara bırakacak olursak, ortada insanın dünya üzerinde kendi aklı ile üretmeye çalıştığı sistem ile, yaratıcının neler istediği varsayımı üzerinden hareket ederek, inanca dayalı bir sistem oluşturmaya çalışanlar arasındaki farkı son derece iyi anlatan bir örnek aslında fıkramız. İşin işine Allah’ı katıp, onun iradesi doğrultusunda dağıtım yapmaya girişen imamın, en adaletsiz sistemi kullandığı gayet açık ama büyük olasılıkla içlerinde kendisini en huzurlu hissedende odur. Çünkü kendince takdir hakkını Allah’a bırakmış ve elbette ki o en doğru kararı da vermiştir.

Dünyada düzenlerini bu sistem üzerine kuran ülkeler var. Ancak, Allah’ın emirleri doğrultusunda işlediği iddia edilen bu sistemler, dünya üzerinde gelir seviyesi en düşük, gelir dağılımı en bozuk, demokrasiden en az nasiplenmiş, özgürlükleri en kısıtlı ülkelerde yer edinmiş durumdalar. Anlayacağınız Allah adına adalet üretmeye çalışanlar, beşeri adaletin gerisinde kalmış durumdalar.

Ancak bu noktada suçlunun yaratıcı olmadığı açık. Ortaya çıkan adaletsizlik, insanın aklını devre dışı bırakıp, yaratıcı adına niyet okuma eğilimiyle hareket eden veya kutsal metin ve örnekleri, yine aklı bir şekilde devreye sokan (ama elbette kendi anlayışları yönünde değerlendirdikleri) yorum müessesesi ile dayatan insanların ürünüdür. Ve Allah adına ortaya konan düzenlerin tamamı aslında perde arkasında dar gruplara, ailelere ya da şahıslara dayalı bir çıkar düzenini var etmekten başka bir şey değildir.

Madem bir fıkra ile başladık, öyle bitirelim. Çok ünlü bir Bektaşi fıkrasıdır, çokta bilinir. İnsan kendi zihninde geliştirdiği "Allah’ın Adaleti” kavramına hoş bir göndermedir;

Bektaşi misafirlerine yemek servisi yapmaktadır. Onlara sorar, "Allah’ın adaletine göre mi, insanın adaletine göre mi dağıtayım?", herkes eşitlik kaygısıyla, "Allah’ın adaletine göre olsun" der, Bektaşi kimine az, kimine çok doldurarak yemeği dağıtır. Misafirler şaşırır. Neden böyle dağıttığını sorarlar. O da Allah’ın da kimine az kimine çok verdiğini söyler. Olayı kapatır.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..