- Kategori
- Siyaset
Arkadaşlar, Deniz Baykal'ı hafife alıyorsunuz

Sevgili Celal Çelik'in dün yazmış olduğu blogu okuduktan ve seçim kararı alınmasından sonra yapılan yorumları dinledikten sonra, CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'a haksızlık yapıldığı zannına kapıldım ve bu mesnetsiz saldırılara cevap verebilmek için, memleketimden uzak olmama rağmen, kendimi yolda bulduğum ilk internet cafeden içeri attım.
Tüm yorumlar, yaşanan son gelişmelerden sonra, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığının önünün hileli bir şekilde kesilmesi sonucunda, AKP'nin yine halk nezdinde mağdur duruma düşeceği ve yapılacak olan erken seçimde daha kötü bir tablonun ortaya çıkacağı yönünde idi.
Sevgili arkadaşlarım, blogdaşlarım. Üzgünüm ama sizler sayın Deniz Baykal'ın zihninde dolaşan tilkileri ve siyasi hırsını biraz hafife alıyorsunuz gibi geldi bana.
Oysaki bu durumdan en karlı çıkan partinin CHP olduğu gün gibi ortada iken, elbette matematik ilmine yatkın olmamanızın da etkisi ile, sizler AKP'nin alacağı fazladan %5'lik %10'luk oy artışlarına gözünüzü dikmişsiniz.
Arkadaşlar, size ilk sorum şu olacak; diyelim ki AKP oyunu, mevcut oy oranı üzerinde %30 arttırdı. Yani daha önceki genel seçimde %34 olan oyuna %10 daha ekledi ve %45'e varan bir oy aldı. Peki sizce %30 oranında arttırdığı oy, meclisteki milletvekili sayısı oranını etkiler mi? İlk seçim sonuçlarına göre %67 milletvekili oranına sahip AKP, oyunu %30 arttırsa da milletvekili sayısı bu oranda artmaz. Hatta eğer mecliste tek bir muhalefet partisi girmesi halinde ve onunda kısmı bir oy artışı sağlaması halinde, belkide %10'luk oy oranı artışının AKP'ye hiçbir ek katkısı olmayacaktır.
Deniz Baykal için planın en büyük parçası, meclise kendisinden başka bir muhalefet partisinin girmemesidir. Ha bu arada diyebilirsiniz ki, "yahu Deniz Baykal neden meclise muhalefet olarak girmenin hesaplarını yapsın ki, bu zatın iktidar hesapları yok mudur?" Eğer bu soruyu ben yazmadan önce sormuş iseniz, adresinizi bildiriniz size özel bir saflık madalyası göndereyim sevgili arkadaşım.
35 yıllık siyasi hayatında toplasanız 2 yıl sürmeyen (1972 Maliye Bakanlığı, 1977 Enerji Bakanlığı, 2005 Başbakan yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı) icra görevleri yapmış olan bir insanın, 33 yıl muhalefet deneyimini bırakıp hükümet olmak isteyeceğini düşünmek biraz komik kaçıyor gerçekten. Ayrıca kendisinin en büyük yeteneği hükümetleri devirmek olduğuda, 1995 yılında, 1999 yılında ve 2007 yılındaki icraatlarından yeterince anlaşılır.
Neyse, biz sayın Baykal'ın son beş senedir (ilk iki yılı fikren, son üç yılı fiili) süren planını anlatmaya devam edelim. Arkadaşlar bilmem hatırlar mısınız, 2002 genel seçimlerinden sonra, Tayyip Erdoğan'la Deniz Baykal'ın anlaştıkları ilk konu, bundan sonra Türkiye siyasetinin iki partili sistemle hayatına devam etmesi idi. Hatta aralarında bunu, "bir parti yorulana kadar hükümette hizmetlerini sürdürecek, halkın teveccühü ile ardından diğeri hizmet yarışına devam edecek" şeklinde formülize etmişlerdi.
Seçimlerden iki yıl sonra, yapılan kamuoyu araştırmaları, iktidar partisinin kısmen yıpranması sonucu bir miktar oy kaybettiği ama bu oyları nedense CHP'nin toplayamadığı, aksine meclis dışında kalan partilerin bu oyları alarak, yeniden %10 barajının üzerine çıktığını gösteriyordu. Bu aslen mecliste olan her iki parti içinde bir tehditti. Ancak CHP için biraz daha fazla tehditti. Çünkü AKP'nin kısmi oy kaybına karşın, 2/3 çoğunluk olmasa da tek başına iktidar olmasına olanak tanıyacak bir çoğunluk elde edebileceği düşünülüyordu. Hatta seçimlere yaklaşılırken, halkın istikrar talebinin debreşerek, AKP'yi yeniden tek başına iktidar yapması olası idi. Ancak tek başına muhalefet olmasına karşın oyunu arttıramayan, aksine iktidardan kopan oyları başkasına kaptıran CHP, sahip olduğu milletvekili sayısının oldukça altında bir sayı ile meclise dönecek ve durumda Baykal'ın partinin başında kalmasını zorlaştıracaktı.
Bu durumda sayın Baykal, seçimlerden hemen sonra dile getirilen sistemi, bir hizmet yarışı anlayışı ile kuramayacağı bilinci ile, bir kamplaşma anlayışı ile kurguladığı bir tezi hayata geçirmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimini de bu kamplaşma anlayışı için oldukça iyi bir malzeme olarak kullandı.
Cumhurbaşkanlığı seçimini, rejim için ciddi bir risk olarak gören bir partinin, hükümetin 4. yılından itibaren gerekirse sokak muhalefetini oluşturarak, mitinglerle, kampanyalarla erken seçim taleplerini dile getirmesi gerekirdi. Hatırlarsanız zaman zaman sine-i millet tartışmaları bile çıktı ama sayın Baykal bu konudaki kararı TÜSİAD'ın vermesini isteyerek sorumluluğu üzerinden attı. Onun aslı hedefinin bir rejim krizi çerçevesinde, rejim ve laiklik taraftarları ve aleytarları şeklinde cisimleşen iki cepheli meclisin kurulması idi.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin ANAP ve Doğru Yol partilerine yönelen seçmenleri yeniden AKP'ye ittiğini gözlemleyebiliriz. Her iki partinin tabanında da Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP'nin peşine takılmış olma eleştirisi mevcut ve önemli kaymalar yaşanıyor. Bu artık birleşselerde her iki partininde meclise giremeyeceğini gösteriyor. Her iki partinin meclise giremeyeceği ortaya çıktıkca da, her iki partinin liberal unsurları da böylesi bir kamplaşmada istemeye istemeye de olsa CHP'ye yöneleceklerdir. Meclise girme olasılığı mevcut diğer bir parti olan MHP ise bu kargaşada ve toz duman içerisinde kendisini var edecek, alternatif olduğunu öne sürecek bir ortam bulamadı. MHP'nin muhafazakar eğilimlileri AKP'ye kayacaktır. MHP'ye sırf ulusal duyarlılığı dolayısı ile oy verecek olanlar ise AKP aleyhine geliştirilen anti ulusalcı suçlamalar üzerine, karşı gücü dengelemek üzere, n CHP'ye yönelmesi muhtemeldir. Elbetteki bu sağ partilerin kemik kitleleri partilerine oy vermeye devam edecek ama bu önemli bir oran oluşturmayacaktır.
Sol partiler son mitinglerle birlikte CHP ile işbirliği yapılmaya mahkum edilmişlerdir ve bu işbirliğine girişmezlerse, gerek sol camiada gerekse de sandıkda afroz ediliceklerini bilmektedirler. Birde bunun üzerine geçen seçimin çaylak yıldızı Genç Parti ile CHP'nin işbirliği yapması durumunda siyasi tablomuz yeterince netleşmiş oluyor herhalde.
Gelelim bu halk Deniz Baykal'a oy verir mi vermez mi tartışmasına. Arkadaşlar siyasette çok ilginç bakış açıları vardır. Bu halk iktidar olma olasılığı olan bir Deniz Baykal'a oy vermez (ben de vermem), ama güçlü ve çekindiği bir iktidar olasılığına karşı, mesleği muhalefet etmek olan, hükümetler düşürmekle ünlenmiş Deniz Baykal'a muhalefet olması için herkes (ben gene vermem) oy verebilir. Hele ki tek muhalefet o olacaksa. Ne yani şimdi karizmatik tayyip Erdoğan'a karşı, siyasetin amatörü, çocuk yüzlü Erkan Mumcu'ya mı, şu sıralara Demirel tarzı konuşma yapma egzersizleri yapan, ama çok tekdüze bir ses tonu ile konuşn, her biri bir ton ağırlığında cümleler kurup gene de hiçbir şey anlatamayan Mehmet Ağar'a mı oy verecekler? Devlet Bahçeli'nin de muzmin bir muhalefet olarak deniz Baykal'ın milliyetçi versiyonu olduğunu söylemem yeterli herhalde.
Deniz Baykal'ın zihnindeki siyasi tablo 1960 öncesi DP-CHP kutuplaşması ise ile benzeşen, iki partili sistemi kurmaktır. Bu sistemin kurulabilmesi için iki cephe üzerinde kamplaşan bir Türkiye'dir. Ve elbetteki CHP'nin karşısında yer alacak partinin merkez sağ niteliklerine tam da sahip olmayan bir parti olması CHP için bir avantaj olacak ve rejime bağlı merkez oyları kendi tarafına çekebilecektir. Bu noktada Deniz Baykal'ın zihninde oluşan oy dağılımı %40-45 AKP ve %25-30 CHP'dir. Ve CHP rejime bağlı merkez sağdan oy aldıkça bu oran dengeye ulaşacaktır. Bu oy oranlarında oluşan bir mecliste dahi milletvekili dağılımı 2002 seçimleri sonuçlarına göre CHP lehinde olacaktır.
Arkadaşlar seçim kararı alındıktan sonra AKP'lilerin yüzlerinin güldüğünden bahsetmişler. Oysa esas kıs kıs gülen Deniz Baykal'ın kendisidir. Siyasi hayatını bir beş yıl daha uzatmayı garanti altına almıştır.
Elbette Deniz Baykal adına çok iyimser bir yorum yaptığımı iddia edebilirsiniz, ama sandık yakın arkadaşlar ve insanlarımızın büyük çoğunluğu atacağı oyu, sandık başında son dakikada değiştirebiliyor. Sandık başında aklı selimlik, sağ duyuluk devreye giriyor. Geçen seçimde CHP'ye oy atan birisi olarak bu psikolojiyi gayet iyi bilirim. Ama bu kez, bu kötü senaryoya alet olmamaya kararlıyım.
Arkadaşlar, gelin siz Deniz Baykal'ı hafife almayın. Bu dünyada hiçbir şey vaat etmeden (pardon çatışma vaat ederek) oyunu arttıran tek muhalefet lideri olmaya adaydır o.
Tüm yorumlar, yaşanan son gelişmelerden sonra, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığının önünün hileli bir şekilde kesilmesi sonucunda, AKP'nin yine halk nezdinde mağdur duruma düşeceği ve yapılacak olan erken seçimde daha kötü bir tablonun ortaya çıkacağı yönünde idi.
Sevgili arkadaşlarım, blogdaşlarım. Üzgünüm ama sizler sayın Deniz Baykal'ın zihninde dolaşan tilkileri ve siyasi hırsını biraz hafife alıyorsunuz gibi geldi bana.
Oysaki bu durumdan en karlı çıkan partinin CHP olduğu gün gibi ortada iken, elbette matematik ilmine yatkın olmamanızın da etkisi ile, sizler AKP'nin alacağı fazladan %5'lik %10'luk oy artışlarına gözünüzü dikmişsiniz.
Arkadaşlar, size ilk sorum şu olacak; diyelim ki AKP oyunu, mevcut oy oranı üzerinde %30 arttırdı. Yani daha önceki genel seçimde %34 olan oyuna %10 daha ekledi ve %45'e varan bir oy aldı. Peki sizce %30 oranında arttırdığı oy, meclisteki milletvekili sayısı oranını etkiler mi? İlk seçim sonuçlarına göre %67 milletvekili oranına sahip AKP, oyunu %30 arttırsa da milletvekili sayısı bu oranda artmaz. Hatta eğer mecliste tek bir muhalefet partisi girmesi halinde ve onunda kısmı bir oy artışı sağlaması halinde, belkide %10'luk oy oranı artışının AKP'ye hiçbir ek katkısı olmayacaktır.
Deniz Baykal için planın en büyük parçası, meclise kendisinden başka bir muhalefet partisinin girmemesidir. Ha bu arada diyebilirsiniz ki, "yahu Deniz Baykal neden meclise muhalefet olarak girmenin hesaplarını yapsın ki, bu zatın iktidar hesapları yok mudur?" Eğer bu soruyu ben yazmadan önce sormuş iseniz, adresinizi bildiriniz size özel bir saflık madalyası göndereyim sevgili arkadaşım.
35 yıllık siyasi hayatında toplasanız 2 yıl sürmeyen (1972 Maliye Bakanlığı, 1977 Enerji Bakanlığı, 2005 Başbakan yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı) icra görevleri yapmış olan bir insanın, 33 yıl muhalefet deneyimini bırakıp hükümet olmak isteyeceğini düşünmek biraz komik kaçıyor gerçekten. Ayrıca kendisinin en büyük yeteneği hükümetleri devirmek olduğuda, 1995 yılında, 1999 yılında ve 2007 yılındaki icraatlarından yeterince anlaşılır.
Neyse, biz sayın Baykal'ın son beş senedir (ilk iki yılı fikren, son üç yılı fiili) süren planını anlatmaya devam edelim. Arkadaşlar bilmem hatırlar mısınız, 2002 genel seçimlerinden sonra, Tayyip Erdoğan'la Deniz Baykal'ın anlaştıkları ilk konu, bundan sonra Türkiye siyasetinin iki partili sistemle hayatına devam etmesi idi. Hatta aralarında bunu, "bir parti yorulana kadar hükümette hizmetlerini sürdürecek, halkın teveccühü ile ardından diğeri hizmet yarışına devam edecek" şeklinde formülize etmişlerdi.
Seçimlerden iki yıl sonra, yapılan kamuoyu araştırmaları, iktidar partisinin kısmen yıpranması sonucu bir miktar oy kaybettiği ama bu oyları nedense CHP'nin toplayamadığı, aksine meclis dışında kalan partilerin bu oyları alarak, yeniden %10 barajının üzerine çıktığını gösteriyordu. Bu aslen mecliste olan her iki parti içinde bir tehditti. Ancak CHP için biraz daha fazla tehditti. Çünkü AKP'nin kısmi oy kaybına karşın, 2/3 çoğunluk olmasa da tek başına iktidar olmasına olanak tanıyacak bir çoğunluk elde edebileceği düşünülüyordu. Hatta seçimlere yaklaşılırken, halkın istikrar talebinin debreşerek, AKP'yi yeniden tek başına iktidar yapması olası idi. Ancak tek başına muhalefet olmasına karşın oyunu arttıramayan, aksine iktidardan kopan oyları başkasına kaptıran CHP, sahip olduğu milletvekili sayısının oldukça altında bir sayı ile meclise dönecek ve durumda Baykal'ın partinin başında kalmasını zorlaştıracaktı.
Bu durumda sayın Baykal, seçimlerden hemen sonra dile getirilen sistemi, bir hizmet yarışı anlayışı ile kuramayacağı bilinci ile, bir kamplaşma anlayışı ile kurguladığı bir tezi hayata geçirmeye başladı. Cumhurbaşkanlığı seçimini de bu kamplaşma anlayışı için oldukça iyi bir malzeme olarak kullandı.
Cumhurbaşkanlığı seçimini, rejim için ciddi bir risk olarak gören bir partinin, hükümetin 4. yılından itibaren gerekirse sokak muhalefetini oluşturarak, mitinglerle, kampanyalarla erken seçim taleplerini dile getirmesi gerekirdi. Hatırlarsanız zaman zaman sine-i millet tartışmaları bile çıktı ama sayın Baykal bu konudaki kararı TÜSİAD'ın vermesini isteyerek sorumluluğu üzerinden attı. Onun aslı hedefinin bir rejim krizi çerçevesinde, rejim ve laiklik taraftarları ve aleytarları şeklinde cisimleşen iki cepheli meclisin kurulması idi.
Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin ANAP ve Doğru Yol partilerine yönelen seçmenleri yeniden AKP'ye ittiğini gözlemleyebiliriz. Her iki partinin tabanında da Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde CHP'nin peşine takılmış olma eleştirisi mevcut ve önemli kaymalar yaşanıyor. Bu artık birleşselerde her iki partininde meclise giremeyeceğini gösteriyor. Her iki partinin meclise giremeyeceği ortaya çıktıkca da, her iki partinin liberal unsurları da böylesi bir kamplaşmada istemeye istemeye de olsa CHP'ye yöneleceklerdir. Meclise girme olasılığı mevcut diğer bir parti olan MHP ise bu kargaşada ve toz duman içerisinde kendisini var edecek, alternatif olduğunu öne sürecek bir ortam bulamadı. MHP'nin muhafazakar eğilimlileri AKP'ye kayacaktır. MHP'ye sırf ulusal duyarlılığı dolayısı ile oy verecek olanlar ise AKP aleyhine geliştirilen anti ulusalcı suçlamalar üzerine, karşı gücü dengelemek üzere, n CHP'ye yönelmesi muhtemeldir. Elbetteki bu sağ partilerin kemik kitleleri partilerine oy vermeye devam edecek ama bu önemli bir oran oluşturmayacaktır.
Sol partiler son mitinglerle birlikte CHP ile işbirliği yapılmaya mahkum edilmişlerdir ve bu işbirliğine girişmezlerse, gerek sol camiada gerekse de sandıkda afroz ediliceklerini bilmektedirler. Birde bunun üzerine geçen seçimin çaylak yıldızı Genç Parti ile CHP'nin işbirliği yapması durumunda siyasi tablomuz yeterince netleşmiş oluyor herhalde.
Gelelim bu halk Deniz Baykal'a oy verir mi vermez mi tartışmasına. Arkadaşlar siyasette çok ilginç bakış açıları vardır. Bu halk iktidar olma olasılığı olan bir Deniz Baykal'a oy vermez (ben de vermem), ama güçlü ve çekindiği bir iktidar olasılığına karşı, mesleği muhalefet etmek olan, hükümetler düşürmekle ünlenmiş Deniz Baykal'a muhalefet olması için herkes (ben gene vermem) oy verebilir. Hele ki tek muhalefet o olacaksa. Ne yani şimdi karizmatik tayyip Erdoğan'a karşı, siyasetin amatörü, çocuk yüzlü Erkan Mumcu'ya mı, şu sıralara Demirel tarzı konuşma yapma egzersizleri yapan, ama çok tekdüze bir ses tonu ile konuşn, her biri bir ton ağırlığında cümleler kurup gene de hiçbir şey anlatamayan Mehmet Ağar'a mı oy verecekler? Devlet Bahçeli'nin de muzmin bir muhalefet olarak deniz Baykal'ın milliyetçi versiyonu olduğunu söylemem yeterli herhalde.
Deniz Baykal'ın zihnindeki siyasi tablo 1960 öncesi DP-CHP kutuplaşması ise ile benzeşen, iki partili sistemi kurmaktır. Bu sistemin kurulabilmesi için iki cephe üzerinde kamplaşan bir Türkiye'dir. Ve elbetteki CHP'nin karşısında yer alacak partinin merkez sağ niteliklerine tam da sahip olmayan bir parti olması CHP için bir avantaj olacak ve rejime bağlı merkez oyları kendi tarafına çekebilecektir. Bu noktada Deniz Baykal'ın zihninde oluşan oy dağılımı %40-45 AKP ve %25-30 CHP'dir. Ve CHP rejime bağlı merkez sağdan oy aldıkça bu oran dengeye ulaşacaktır. Bu oy oranlarında oluşan bir mecliste dahi milletvekili dağılımı 2002 seçimleri sonuçlarına göre CHP lehinde olacaktır.
Arkadaşlar seçim kararı alındıktan sonra AKP'lilerin yüzlerinin güldüğünden bahsetmişler. Oysa esas kıs kıs gülen Deniz Baykal'ın kendisidir. Siyasi hayatını bir beş yıl daha uzatmayı garanti altına almıştır.
Elbette Deniz Baykal adına çok iyimser bir yorum yaptığımı iddia edebilirsiniz, ama sandık yakın arkadaşlar ve insanlarımızın büyük çoğunluğu atacağı oyu, sandık başında son dakikada değiştirebiliyor. Sandık başında aklı selimlik, sağ duyuluk devreye giriyor. Geçen seçimde CHP'ye oy atan birisi olarak bu psikolojiyi gayet iyi bilirim. Ama bu kez, bu kötü senaryoya alet olmamaya kararlıyım.
Arkadaşlar, gelin siz Deniz Baykal'ı hafife almayın. Bu dünyada hiçbir şey vaat etmeden (pardon çatışma vaat ederek) oyunu arttıran tek muhalefet lideri olmaya adaydır o.