- Kategori
- Siyaset
Ateşle oynamak

Suriye'de Amerikalı paralı askerler savaşıyor..!
Osmanlı tarihini bilmeyenler, Osmanlının mezhep çatışmalarından dolayı zayıflayıp parçalandığını da bilmezler. Atatürk'ün tarihimizi çok iyi incelemesiyle ortaya koyduğu devrimler, belki de girdiği savaşlardan galip olarak ayrılmasından daha da önemlidir. Çünkü, savaşlar kaybedilse de sonradan kazanılabilir ama bir toplum içten içe bölünürse bir daha toparlanması asırları bulur ya da hiç toparlanamaz, halk esaret altında yaşamaya razı olur.
Atatürk, bu gerçeği görüp, ince eleyip sık dokuyarak, kurtuluş savaşı verirken dahi 'millet' olabilmenin önemini tüm asker ve sivillere anlatmıştır. Devrimlerinin başarıya ulaşmasının belki de tek sebebi, ne yapmak istediyse bunu halkıyla paylaşmasındandır.
Mezhep çatışmalarından, Arap'ın dil ve köhneleşmiş geleneklerinden uzak kalmayı "laik" rejimi sayesinde başarmış olan Türkiye’de AKP'nin, iktidarını güçlendirmesi için bu kazanımlardan vazgeçip, laikliği tekrar tartışmaya açması, peşinden uyuyan mezhep canavarının da tekrar uyanmasına fırsat tanımıştır.
Laik olmayı, bilinçli olarak amacından saptıran Erbakan Hoca ve yetiştirdiği bugünün yöneticileri, sonunda toplumun inançları üzerinden iktidara gelmişler, fakat hiçbir zaman gerçek anlamda iktidar olamamışlardır.
Bir toplumun inanç değerleri ancak laik sistemle korunabilir. Bu kadar basit bir gerçek üzerinden siyaset yapmak, ancak halkın manevi duygularını sömürü aracı olarak kullanan partilerde bulunur. Bugün, gelişmiş Avrupa ülkelerini de muhafazakar partiler yönetmekte ama kök salmış laik sistemlerinden dolayı hiçbiri insanların inançları üzerinden oy avcılığı yapmamaktadır. Parti yöneticileri biliyorlar ki, insanlara "inanç" üzerinden yaklaşmak, onların "özel" yaşamlarına karışmak demektir.
Halkımızın bu bilinç altyapısına sahip olmamasıdır ki, hâlâ, özel alanlarına başkalarının girmelerine izin veriyorlar ve "inanç özgürlüklerini gereği gibi kullanamıyorlar. Oysa özgürlüğünü başkalarının kullanmasına izin verenler, onların emri altına girmiş sayılır.
Atatürk, Türk milletini bu "Padişahım çok yaşa" alışkanlığından kurtarmak, o'na hak ettiği 'özgür insan' olma bilincini aşılamak için laik, demokratik ve bağımsız karar verebilme rejimi olan Cumhuriyet rejimini kurmuştur. Ne yazık ki aradan bunca zaman geçmesine rağmen bu rejimi henüz içselleştiremeyenler vardır.
Başta da söylediğim gibi, bir toplum içten bölünmeyi görsün toparlanması asırları bulur!...
*
Diğer taraftan, demokrasi alışkanlığı edinemeyen toplumlar, seçtikleri yöneticilere de doğru yolu göstermede yardımcı olamaz, böylece de iktidar olmanın gücünü yanlış kullanan idarecileri aşıp düşüncelerini onlarla paylaşamaz.
Bu yüzden, hükümetin Orta Doğu' da sürdürdüğü bu yanlış politikasına bir katkıda bulunamıyor. Seçtiği iktidara yardımcı olamıyor. Oysa, demokratik hakkını korkusuzca kullanabilse, sadece Orta Doğu konusunda değil hemen her konuda diyecek ne de çok sözü vardır:
Mesela hükümetin, Hatay ve Antakya'ya yığdığı mültecileri / bu karışık ortamda içlerine bir anda girip ekmeğini bölüşen bu insanların kendilerine zarar verip vermeyeceklerini sorgulamadan kabul etmezdi. Nitekim Suriye sınırından geçen binlerce kaçak mültecilerin kayıt yaptırmadan şehre girdikleri, bu mültecilerin "Alevi-Sunni" çatışması çıkarmayı hedefledikleri, askere "karışma" emri verildiği, bu yüzden Suriye sınırından ülkeye her türlü kaçak insanın rahatça geçebildiğini başta yöre halkı olmak üzere hiç kimse istemezdi.
Hatay ve Antakyalılar, kentin her yerinde silahlı olarak serbestçe dolaşan bu kimliği belirsiz insanların ajan olduklarını, lokantalarda bile para ödemeden yemek yediklerini, polisin bile onlara karışamadığını söylüyorlar. Ama, o kadar işte!..
Zaten bu yörenin karışıklığa zemin hazırlamada uygun olduğunu düşünen dış güçlerin buralarda çıkaracağı bir mezhep çatışmasının kısa zamanda tüm Türkiye'ye yayılacağını kestirmek o kadar da zor olmasa gerek.
Davutoğlu'nun son Birleşmiş Milletler toplantısında bu endişesini dile getirmesi boşuna değildir. Mültecilerin çokluğundan ve karışık unsurlardan oluştuğunu, bunun için Suriye sınırları içinde bir "tampon bölge" kurulmasını isterken; bu isteğinde ne kadar geç kaldığının ezikliğini ancak o zaman anlayabildi.
AKP iktidarını ateşe atıp, sonra da geri çekilen ABD ve AB ülkelerine sitemde bulunmasını iyi değerlendirmek gerekli. Yarın bir gün, "Bak, bu Suriye konusunda çok ileri gittin" diye Türkiye'yi suçlarlarsa hiç şaşırmam!.. Çünkü, BM' in amacı zaten ortalığı karıştırmaktır.
Sıfır sorunla yola çıkan Davutoğlu'nun "sıfır dost" luğa ulaşması, cahilliğinden değilse, aşırı iyi niyetindendir. Fakat, devlet işlerinin iyi niyetle yürütülemeyeceğini bu seviyeye gelmeden önce iyi öğrenme zorunluluğu vardır. Uygulanan bir yanlış siyaset tüm topluma zarar verebilir. Verdi de!...
Son olarak şunu söylemek isterim ki; hiç fark ettiniz mi, ne zaman ABD'den bir üst yetkili Türkiye'ye geliyor, şehitlerimizin sayısı kat be kat artış gösteriyor. Geçenlerde Clinton'un kısa aralıklarla iki kez Türkiye'ye gelmesinde, şimdi "Çuvalcı Petro (CIA başkanı- askerlerimizin başına çuval geçiren komutan) nun ülkemize gelmesiyle şehit olan 10 askerimiz ve bir dizi PKK olayları!...
"Hey gidi 70'lerin gençliği" diyorum, ABD'nin 6. Filosu'nu İstanbul'a sokmamak için ne mücadele vermişti!... Şimdi, yolgeçen hanına döndü sınırlarımız!...
Alaettin Morgül / 03.09.2012