Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '08

 
Kategori
Sosyoloji
 

Bireyin tercihi toplumun tercihlerinin önüne geçerse

Bireyin tercihi toplumun tercihlerinin önüne geçerse
 

Elektronik posta kutuma düşen ileti İslâmabatlı Yazar Dr. Faruk Saleem’e ait. Dr. Faruk’un iletisi eminim ki benimle birlikte pek çok kişinin postasına ulaşmıştır. Bilginin varsıllığıyla sentezleşe gelmiş tüm fikirler, evrenselliyle dikkate değer tespitlerdir. En azından ciddiyetle irdelenerek kişiye ve kişiliğe pozitif yönde ivme katacak değerlendirmelerdir. Sağlıklı bir bakış açısı, özgür ruh, algısal irdeleme ve son olarak objektif süzgeci geçebilmeyi başarabilmiş her değerlendirme evrensel bilginin taşıdığı değerlerle bireye kattığı kazançla özdeştir.

Bu bana göre (Başarı) toplumlardan ziyade bireylerin tercihleri doğrultusunda şekillenen olumlu veya olumsuz sonuçlanan çabalardır. Nerede nasıl durmak nerede nasıl konuşmak ve hareket etmek ve neyi, nasıl hangi şartlar altında üretmek veya üretebilmek adına bireysel özveriyle girişilmiş sonucu belli olmayan pozitif yöndeki irade yansımalarıdır.

Sayın Saleem gözleme dayalı değerlendirmesinde Musevi-Arap-Hıristiyan-Budist topluluklarının varsıllıkları ve yoksulluklarını ve bunun nedenlerini ele almış. Dr. Faruk Müslüman olması dolayısıyla olsa gerek Musevi halkının başarısını Musevi nüfusunun azlığıyla doğru orantılı olmadığını, bu yüzden başarının çok farklı bir olgu olduğunu dikkat çekmiş.

Dr. Faruk Dünya üzerinde yaşayan 14 milyon Musevi’nin ne kadar verimli bir dünya hayatı yaşadığına, Bilim ve teknoloji alanında çığır açan bir takım girişimlerin ilk öncülerinin Museviler olduğunu belirterek kendisinin de bir Müslüman olarak, Müslüman halkların niye bu denli perişan ve güçsüz olduğunu sorguluyor.

Diyor ki;

Time dergisi tarafından " Yüzyıl'ın Adamı " seçilen Albert Einstein bir Musevi’ydi.

Psikanalizin babası Sigmund Freud bir Musevi’ydi. Karl Marx, Paul Samuelson ve Milton Friedman da öyle. İşte size ürettikleriyle tüm insanlığa zenginlik katmış olan Musevilerden bazıları: diyerek pek çok örnek vererek devam etmiş tespitlerine

Sonrasında cevaplarını kendisinin verdiği bir soru yanıt bölümüne geçmiş


Soru: Neden Museviler bu kadar güçlüdür?
Cevap: Eğitim
(Sorgulayıcı, Araştırıcı, Yaratıcı)


Soru: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür?

Cevap: Yanlış Eğitim veya Sıfır Eğitim
(Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci)

Dr. Saleem bazı istatistiksi bilgilere de değerlendirmesinde yer vermiş;

İslam Konferansı Örgütü'nün ( OIC ) 57 üyesi ülkelerin tümünde 500 adet üniversite bulunmaktadır ve üniversite başına üç milyon Müslüman düşmektedir. Sadece ABD'de 5758 üniversite vardır. 2004 yılında Shanghai Jiao Tong Üniversitesi " Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi" hazırlamış ve ilginçtir ki Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç
birinden ilk 500 e giren üniversite yoktur. UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan
dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı neredeyse % 90 ve bunlardan 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkede okuma-yazma oranı % 100 dür. Müslüman dünyasında buna çok zıt bir durum olarak bir ülkenin okuma-yazma oranı yaklaşık % 40 olup, % 100 okur-yazar oranına sahip bir Müslüman ülke yoktur. Hıristiyan dünyasındaki "okur-yazarın % 98 i
ilkokulu bitirmişken, Müslüman dünyasında bu oran % 50dir. Hıristiyan dünyadaki okur-yazarların % 40 ı üniversite mezunudur ve bu oran Müslüman dünyasında % 2 'yi geçememektedir. Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerdeki toplam bilim adamı sayısı 230 olup her bilim adamına düşen Müslüman sayısı 1 milyon kişidir. ABD her 1 milyon Amerikalıya
karşılık yaklaşık 4000 bilim adamına, Japonya 5000 bilim adamına sahiptir. Tüm Arap dünyasındaki tam -zamanlı çalışan araştırmacı sayısı 35 000 kişidir ve her bir milyon Arap nüfusa 50 teknisyen düşmektedir. ( Bu sayı Hıristiyan dünyasında bir milyon kişiye 1000 teknisyendir. ) Ek olarak İslam dünyası gayrı safi milli hasılasının yalnızca % 0.2 sini araştırma- geliştirme bütçesi olarak ayırmaktayken Hıristiyan dünyası % 5 oranında araştırma-geliştirme fonu ayırmaktadır.

1. Sonuç: İslam dünyası bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur. 1000 kişiye düşen günlük gazete sayısı ve bir milyon kişiye düşen kitap çeşidi bilginin toplum içine yayılıp yayılmadığının iki önemli göstergesidir. Pakistan'da 1000 kişiye 23 günlük gazete düşerken bu sayı Singapur'da 360 dır. İngiltere'de her 1000 stand için 2000 çeşit kitap
bulunurken, Mısır'da kitap çeşidi 20dir.

2.Sonuç: İslam dünyası bilgi yayılmasını gerçekleştirmekte başarısızdır. Bilgi uygulamasının önemli göstergelerinden biri ileri teknoloji ihracatının toplam ihracat içindeki oranıdır.
Pakistan'ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran % 1, Suudi Arabistan’ın % 0.3, Kuveyt, Fas, ve Cezayir’in aynı şekilde % 0.3 tür. Singapur'da bu oran % 58 'dir.

3.Sonuç: İslam Dünyası bilgi uygulamasını gerçekleştirememektedir.

Neden Müslümanlar güçsüzdür ? Çünkü bilgi üretmiyoruz.

Neden Müslümanlar güçsüzdür ?
Çünkü bilgiyi yayamıyoruz.

Neden Müslümanlar güçsüzdür ?
Çünkü bilgiyi uygulamıyoruz.

Ve gelecek bilgi- temelli toplumlara aittir. İlginçtir, OIC üyesi 57 ülkenin gayrı safi milli hasılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. ABD, tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte, Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3.8 trilyon dolar ve Almanya 2.4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. ( Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır. )

Petrol zengini Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Katar hep birlikte 500 milyar dolarlık mal ve hizmet üretmektedirler ve bunların çoğu petroldür. Mal ve hizmet üretimi İspanya'da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet
üretimi yapmaktadır. İslam Dünyasının gayrı safi milli hasılasının tüm dünya gayrı safi milli hasılası içindeki oranı hızla azalmaktadır.

O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür ?
Cevap: Eğitim Yoksunluğu

Tam anlamıyla söylersek kaliteli eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek akılcı olmayan, din eksenli ve çağdışı eğitim yüzünden.

Evet Dr. Faruk’un değerlendirmeleri bu yönde

Toplumların bilimsel açılımlarını oluşturan gerçeklik doğrudan bireylerin tercihinden geçer. Birey kendini güvende ve mutlu hissedebiliyorsa bu onun üretkenliğinin önünde fazla bir engelin bulunmadığını gösterir. Başarı, buluş ve icat statüsündeki en makbul ve değerli kişilikler görünmez bir el tarafından geçmişte ihale edildi de bu ihale adı geçen ırka mı kaldı.

Şaka bir yana değer üretmek için gerekli ortam oluşmadıkça o zeminde güzel ve anlaşılabilir açılımların yapılabilmesi maalesef ki mümkün değil. Aklını kullananın yol aldığı kullanmayanında yolda şaştığı bir gerçektir. Teolojik alanda ise aklını kullanmayanların üstlerine pislikler yağdırılacağı belirtilmiştir. Bu pisliğin ne tür bir pislik olduğunu anlamak için öyle alim veya aydın bir kişilikli olmaya da gerek yoktur. Toplumun değerlendirme tarzı tutuculuğu bağnazlıkları incelendiğinde en basitinden Sapık kelimesinin açılımında ki Türk Dil Kurumunun yaklaşımını en azından irdelemek açısından önem taşımaktadır.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü

Sapık: 1 . Tavır ve davranışları normal olmayan veya geleneklerden, törelerden ayrılan, anormal (kimse), gayri tabii, anormal:
"Sapık düşünce."- .

2 . Delice davranışları olan, meczup.

Yani gelenek, görenek ve törelerden ayrılıyorsanız veya kabul etmiyorsanız yanlış buluyor ve bu inanışı veya görüşü değiştirmek için harekete geçiyorsanız ve bunun karşılığında bir çırpıda anormal bir kimse veya sapık yaftasını yeme potansiyeli taşıyorsunuz demek oluyormuş?!!! Bunda buradan öğrenmiş bulunuyoruz artık!!! Bu acayiplik ve garabet orada öylesine durmakta. Bu ne akılla nede izanla izah edilemeyecek bir yaklaşım olması sebebiyle ne kadar ciddiye alınarak dikkate değer bulunacağı da ayrıca merak konusudur.

Sosyolojinin toplumbilim, toplumun bilimsel açıdan irdelenmesi olduğu düşünülürse bu bilim dalının hiç de ehil ellerde olmadığını söylemek mantıksız bir söylem olmaz herhalde

Sefaletin getirdiği yoksunluk kişinin kendisiyle ilgili birtakım gerçekleri kavrayamamış olmasında yatar. Toplum kendi dinamiklerini sağlıklı bir şekilde oluşturamamışsa veya oluşturulmuş dinamikleri her seferinde es geçmeyi alışkanlık haline getirmişse bu o toplumun kendi içinde oluştura geldiği tüm eylemlerin atalet merkezli olduğunu gösterir.

Dr. Faruk Saleem’in üzerine basa basa tekrar ettiği;

Yanlış Eğitim veya Sıfır Eğitim(Din Eksenli, Sorgusuz, Araştırmasız, Ezberci), bilgiyi üretememek, bilgiyi yayamamak mevcut olan bilgiyi uygulayamamak,

Buradan hareketle her “Eğitim” denildiğinde yapıla gelen yanlışlıkların önüne geçilebilmesi ve bu hataların tekrarlanılmaması için belli bir kararlılık içersinde bulunulmasının çok hayati bir önem taşımaktadır. Bireyin hayata ilk gözlerini açması ve ilk okulla tanışması arasında geçirdiği süre ebeveyn kontrolünde geçer. Bu temel eğitim süresidir. Birey ebeveynin kural, görüş ve davranışlarını özümseyerek gelişim gösterir. Bu temel eğitim süreci bireyin okulla tanışma aşamasında öğrenim aşamasına geçer. Birey ebeveyninden aldığı eğitimle kendi temelini oluşturmuştur. Bu ebeveyn güdümlü eğitim adil olarak verilmişse bu o birey için çok büyük bir kazanım olacak ve bireyin her elde ettiği başarı ülke bazına taşınacaktır. Asıl soru şudur:

Ya verilen eğitim adil değilse...

Adil: Adaletle iş gören, adaletten, doğruluktan ayrılmayan, hakkı yerine getiren, adaletli.

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..