Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '14

 
Kategori
Öykü
 

Çakıl taşları

Çakıl taşları
 

Günlerdir araba kullanıyordu Kadir. Bir hayli yorgun düşmüştü. Ancak bedeni bu yorgunluğu kaldırabilecek güçteydi.

14 yıl olmuştu Rize’den ayrılalı. En son üniversiteyi bitirdiği yaz tatilinde buradaydı. Hayattaki son dayanağı olan annesini tam da o yaz kaybetmişti. Babası Abdullah’ ı ise av merakı canından etmişti. Kadir henüz 3 yaşındayken, babası çıktığı bir avda yakalandığı tipi nedeniyle donarak hayatını kaybetmişti. Cesedi günler sonra jandarmalar tarafından bulunabilmişti. Bütün çocukluğu acılarla doluydu. Asla çocuk olamamıştı. Hayatın ona yüklediği bu yük daha da güçlenmesini sağlamıştı.

Kazandığı yurt dışı bursuyla Almanya’ya yüksek lisans eğitimine gitmiş, yoğun akademik çalışmalar, akabinde de başladığı bankacılık kariyeri onu vatanından koparmıştı. O yıllarda tanışmıştı şu an arka koltukta iki büklüm uyuyan eşi Klarissa’ yla.

Klarissa, Almanların soğuk ve ketum oldukları üzerine kurulan tüm teorileri çürütür nitelikte bir kadındı. Sıcacık kalbi masumane bir güzellikle taçlandırılmıştı adeta. Kadir’den daha çok istemişti Türkiye’ye gelmeyi. Hem eşinin doğup büyüdüğü toprakları görmek hem de tutkuyla bağlı olduğu fotoğraf makinesini doyurmak için buradaydı.

Kadir dikiz aynasından bakarak seslendi.

-Klarissa, uyan artık, geldik sayılır.

Klarissa yavaşça doğruldu. Gözlerini açıp kendine geldiğinde gördüğü manzara karşısında şaşkınlık içindeydi. Rüyaları bile kıskandıracak kadar güzeldi etraf. Sanki her bir ağaç, her bir çiçek özenle seçilip yerleştirilmiş gibiydi doğaya. Alman bestekârların melodileri bile bu ahenk karşısında saygıyla eğilmek zorunda kalırdı kuşkusuz…

Bozuk Türkçesiyle Kadir’den yavaşlamasını istedi. Hemen fotoğraf makinesini çıkardı. Hemşin Deresi boyunca uzanan çift şeritli karayolunda yirmiden fazla yerde durmak zorunda kalmıştı Kadir. Klarissa her ağacı, her yaprağı, her çiçeği, her evi karelemek istiyordu. Ne Alp Dağlarında, ne Kuzey Avrupa fiyortlarında ne de Doğu Avrupa sokaklarında böylesi manzaralarla karşılaşmamıştı.

Kadir köyün girişinde bulunan taş köprüde son kez durdu. Arabadan indiler. Klarissa dört bir taraftan köprüyü fotoğraflamaya çalışırken Alman sevinç nidalarını bir bir sıralıyordu. Altlarındaki güçlü Alman arabasıyla köy yolunun yokuşunu tırmanmaya başladılar. Rakım yükseldikçe ufuk genişliyor, Klarissa fazladan bir kare çekebilmek için kendisiyle yarışıyordu. Onun bu hali Kadir’ in içlenmesine neden oldu. Doğup büyüdüğü bu topraklara 14 yıl sonra yeniden gelmişti, ancak onda Klarissa’ nın heyecanının yarısı yoktu. Onun bu heyecanını kıskanmıştı sanki… Yeniden burada olduğu için mutluydu ama delirmiyordu, sevinçten havalara uçmuyor ya da kalbi küt küt atmıyordu. Böyle hissettiği için üzülüyordu.

Araba yolu evin önüne kadar ulaşmıyordu. Kırk elli metre patika yoldan sonra  yıllardır kilitli olan baba evine ulaşacaktı. Araba yolunun bittiği yerde arabayı park etti. Bagajdan birkaç valiz alıp patika yoldan eve doğru yola çıktılar. Geleceklerinden kimsenin haberi yoktu. Hem haber verecek kimsecikleri de yoktu. Birkaç eski komşu, köyde yaşayan ihtiyarlar vs.

Eski ahşap evin kapısı önünde küçük bir avlu vardı. Avluda 7-8 yaşlarında bir çocuk kendi kendine mırıldanıyordu. Kadir ve Klarissa’ nın geldiklerini fark etmemişti. Çocuğu korkutmak istemediler. Birkaç saniye boyunca küçük çocuğu seyredip ne yaptığını anlamaya çalıştılar. Klarissa’ nın fotoğraf makinesinden çıkan ses küçük çocuğun ürkmesine neden oldu. Bir anda tanımadığı iki yabacıyı karşısında gören çocuk bir anda yerinden fırladı ve evin arkasındaki patika yoldan yukarı doğru koşmaya başladı. Birkaç metre uzaklaşan çocuk durdu ve bu iki yabancıya baktı. Zararsız gibiydiler. Yine de yabancı oldukları için bir an önce annesine koşmalıydı.

Klarissa, çocuğun avluda etrafına topladığı nesnelerin resmini çekmeye devam ediyordu. Yerde yan yana dizilmiş birkaç çakıl taşı, kurumuş ağaç dalları, sert ve koyu yeşil karayemiş ağacının yaprakları ve ortada duran bir tane cam şişe vardı. Belli bir düzene göre yerleştirildiği belliydi. Kadir ne olup bittiğini anlamadan evin anahtarını aramaya başladı. 14 yıl önce anahtarı giriş kapısının yanındaki tenekeden bozma, yarı beline kadar toprağa gömülü saksının altını karıştırmaya başladı. Anahtar oradaydı, bıraktığı gibi… Kapıyı açıp içeri girdiler. Orda da her şey aynıydı.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Kadir, dışarıdan gelen tıkırtılarla uyandı. Avluda birilerinin olduğunu zannetti ve bakmak için yataktan kalktı. Dışarı çıktığında dün kendilerinden korkup kaçan çocuğu karşısında gördü. Aynı ürkek bakışlar vardı çocuğun yüzünde. Fakat bu kez kaçmadı. Kaçamadı. Kaçmak için hamle yapsaydı Kadir onu yakalayacaktı. Çocukla konuşmaya karar verdi.

-Kimsin sen çocuk?

-Adım Serkan, amca. Siz kimsiniz?

Kadir kendini tanıttı. Pek bir şey söylemesine de gerek yoktu. Burası küçük bir köydü. Kadir gibi, küçücük yaşlarda kocaman sorumluluklar altına giren, her ne olursa olsun hayata meydan okuyan çocukların başarı hikâyeleri, köydeki her çocuğa anlatılırdı. Kadir de başarı hikâyesi senelerce anlatılmış olan bir insandı.

Kadir Serkan’a dün avluda bırakıp kaçtığı nesneleri sordu. Birkaç çakıl taşı, kurumuş dal parçası, karayemiş yaprakları ve ortada bir şişe.

Serkan küçücük parmaklarıyla göstere göstere anlattı:

-Bu çakıl taşları benim ülkemin askerleri. Biz iyileriz. Karayemiş yaprakları da düşmanlarımız. Onlar kötüler. Bu ortadaki şişe ülkemin en değerli hazinesi. Dal parçaları da bizim silahlarımız. Onlarla düşmanlarımızı öldürüyoruz.

Kadir şaşkınlık içinde dinlemişti Serkan’ı.

 -Ben orda birkaç taş, odun, yaprak ve şişeden başka bir şey göremiyorum, dedi.

Serkan:

- Ama ben görüyorum, dedi.

Kadir göremiyordu. Hiçbir zaman görmemişti ve asla göremeyecekti. Yıllarca üniversite eğitimi almış, yüksek lisans yapmıştı. Birkaç tane dil öğrenmiş, birçok ülkeyi gezmiş, binlerce değişik insanla tanışmıştı. Ama Kadir asla çocuk olmamıştı. Olamamıştı.

Az sonra Klarissa da uyanıp yanlarına geldi. Kadir’in gözlerinden süzülen yaşların ne anlama geldiğini bilmeden o da oturdu avluya yanlarına. Serkan, Kadir ve Klarissa… Şuan üçü de aynı taraftaydılar. Çakıl taşlarının yanında, karayemiş yapraklarının tam karşısında…

Kemal AKBAYRAK

 
Toplam blog
: 22
: 984
Kayıt tarihi
: 08.06.12
 
 

1987 Rize Hemşin doğumluyum. KTÜ - Sınıf Öğretmenliği mezunuyum. Halen Rize- Kalkandere'de Sı..