- Kategori
- Siyaset
Demokratikleşme açılımı açıldıkça açılacaktır
Demokratikleşme Açılımı Açıldıkça Açılacaktır...
Bu fırsatı kaçıranlar da kaçırdıkça kaçıracaktır!..
Demokratikleşme açılımı konusunda, çevreden görüp duyduğum kadarı ile Kürt kökenli vatandaşların bazı istekleri, gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Çoğu zaten çok makul olan bu isteklere göre:
*Değiştirilen yer yöre isimlerinin iadesi istenmektedir.
Ben o isimleri dün iade ederdim. Hemen de iade edilmelidir. Hiçbir kişinin semt, sokak, köy, ada, şehir, bucak, nehir, meydan, cami, kule, çeşme ismini değiştirmesi haddi değildir. Ayrıca her yöre, töresinin de tarihinin de gereği olarak, o isimlerle yaşar. Sadece güney doğuda değil; silme bütün Türkiye’de, eski isimler tekrar geri verilmelidir. Bunun aksi hepimize neredeyse ana avrat sövmekle, bizleri adam yerine koymamakla eş değerdir. Ben Kayışdağı caddesinde doğdum. Hiç sevemediğim neredeyse hiçbir Göztepeli’nin de sevmediği, Fahreddin Kerim Gökay caddesinde değil. Benim mazim ile bu şehre gelmesi sonucu, bu şehri zaten rezil eden biri, oynayamayacağı gibi, Benim Kürt kardeşimin de mazisi ile oraya gitmekle ya da oraya Ankara’dan müdahale etmekle, orayı rezil eden bir başkası da oynayamaz.
*Adem-i merkeziyet istenmektedir.
Yetkilerin Ankara merkezden alınarak, bütün şehir ya da bölgelere verilmesinde, şehir ya da bölge meclislerinin kurulmasında, yönetimin o merkezlerde toplanmasında, esasen çok büyük iktisadî, demokratik ve pratik yararlar olduğu bilinmektedir. Ancak bu konuda ilk bakışta, İki sıkıntı olabileceğine kaniim. Bunlardan birincisi, bu yetkilerin tepkilere sebep teşkil edecek bir şekilde kullanılma ihtimâli, İkincisi de bugün dahî görülen bir zafiyet, kaynakların bilinçsizce kullanılması neticesinde, yöre halklarının mağdur olmaları, fakir kalmaları keyfiyetidir. Bence Tüm Türkiye çapında yapılması gereken bu düzenlemeye, muhtemelen biraz daha zaman gerekmektedir. Zîra bu düzenleme, daha makul ve daha kültürlü insanlara ihtiyaç göstermektedir.
*Kürtçe eğitim istenmektedir.
Herkesin kendi dili ve dinine göre eğitim öğrenim görmesi en doğal hakkıdır. Bazı lâik bildikler, vatan bölünür vehmi ile bu işe çok kızsalar da; herkes dininde ve dilinde tabii özgür olmalıdır. Tabii bazı üniversitelere geç kalınmış olan, Kürdoloji ya da bunun gibi kürsüleri de açmak esas olmalıdır. Ve fakat kendi dilinde eğitim öğrenimin, acı gerçekleri ortaya çıkana kadar, geçecek olan YirmiBeş yıl içinde doğup yetişen, bütün Kürt gençlerine günah olacaktır. Bir yanda İngilizce tahsil söz konusuyken; diğer yanda Türkçe tahsil yapmışlar zor iş bulurken, Kürtçe tahsil yapmış olanların, nerede ve ne şekilde iş bulma şansları olabilir? Türk Devleti’nin Kürt vatandaşlarına yapacağı en büyük kötülük, bu tahsil meselesi olur. Bence eğitim ve öğretim Türkçe devam ederken, Kürtçe seçmeli lisan olarak, tahsil yapan nüfusun isteyen kesimine verilmelidir. Bu konuda bütün Kürt aydınlarının, kendilerinden beklenir bir sağ duyu ile davranmalarında yarar vardır. Aksi halde, bu insanlar bir heves, kendi elleri ile istikbâllerini yakarlar. Bu konuda diğer bir husus da; İngilizce eğitim yapan üniversiteler meselesidir. Bir gerçek vardır ki; O gerçek de, hiçbir kimsenin ilmi, kendi dilinden başka bir dil ile öğrenemeyeceği gerçeğidir. Kısaca herkesin ayıla bayıla tercih ettiği yabancı dil ile eğitim de, filoloji bölümleri haricinde, üniversitelerden tamamen kaldırılmalıdır.
*Koruculuk meselesinin çözümü istenmektedir.
Korucular meselesinin, dağdan inecek olanlardan, daha büyük bir sorun olduğuna ve olacağına kaniim. Yanılmıyorsam korucular 50.000 kişi. Dağdan inecekler ise 5.000 kişi. Bu konuda gerçekçi bir çözüm, bu kişileri yörelerinde ağaç dikmek gibi, bazı yerlerden sürekli sorumlu tutmak gibi, silâhsız ve faydalı işlerde istimâl etmekle mümkün olabilir zannındayım. Ne var ki bu kişiler, ölene kadar devlet memuruymuş gibi, sırtta taşınmadığı takdirde, bu millet başka zorluklarla da karşılaşabilir. Buradaki başka bir zorluk da bu kişilere silâh bıraktırmaktır. Bu kişilerin bu zamana kadar mevcut olan yöresel raconları, bir nevi devlet eli ile hacamat edilmiş olacaktır.
*Dağdan inecekler konusunun çözümü istenmektedir.
Dağdan inecekleri, bizim yurt içindeki ve yurt dışındaki, gayet kararlı irademizden gayrısı indiremez. Bu sebeple de, bazı Avrupa ülkelerine, çok ciddi diplomatik baskılar yapmamız, gerekiyorsa diplomatik kuralları da aşmamız mecburiyeti vardır. Bu iradeye, yurt içinde iştirak etmeyenlerin/etmeyeceklerin, maalesef görmekte olduğumuz gibi, çok ciddi bir akıl tutulması içinde oldukları kesindir. Dağdan inecek olanlara, mevcut yasalar indinde, biraz daha kolaylık sağlanmasında, elbet yarar olacaktır. Teslim olanlara, çoğunlukla böyle de davranılmaktadır. Hedef olarak unutulmaması gereken husus: Artık hiçbir tarafın ölü vermemesi, silâhların susması, PKK’nın şartsız silâh bırakması, anne bağırlarının yanmaması ve bu işi halâ teşvik edenlerin, aklını başlarına almaları mecburiyetidir..
Bu konuda diğer bir husus da, dağdan inecek nüfusun, yörede istimâl edilebilmesi keyfiyetidir. Bu sebeple, yöreye yatırımların yapılması ve istihdamın, mutlak surette doyurucu bir seviyeye getirilmesine gerek vardır. Bu gerçeği, bir belediye başkanı olarak gören Baydemir. Kendi politikalarından beklenmeyen bir şekilde, ancak kendi seçmenlerinin müstakbel menfaatleri muvacehesinde: “-PKK askere sıkacağı kurşunu, bundan böyle bana sıksın.” demekle; kendisinin ve yöre halkının istikbâli için, PKK’nın da her sıktığı kurşunla, Rus ruleti oynamakta olduğu gerçeğine, zımnen işaret etmiştir. Bence bu sözlerden PKK’nın çıkartması gerekli olan ders çok açıktır. Yöre halkı kısm-ı azamı ile bu demokratikleşme paketinin yanındadır. O halk, uzun zamandır PKK’nın yanında değildir. Ve hatta PKK, içine düştüğü panikle, artık yöre bütününün ihtiyaçlarının ve istikbâlinin bile farkında değildir. Meselesi de zaten bu değildir. Şu an hedef ve meselesinin de ne olduğu belli değildir. Ayrıca şu an Türk askerini şehit edenlerin, PKK oldukları konusunda da şüphelerimin olduğu kesindir.
*Anayasa’daki Türk tanımının değişmesi istenmektedir.
Ben bugün anayasa da mevcut olan tanıma tabii iştirak etmiyorum. Bu tanım özellikle ekalliyetten bazı insanları rencide edebilir. “-Ben Türk değilim.” denmesi de, devleti ya da milletin çoğunluğunu rahatsız edebilir. Ne tekim, bazı kişiler bunu demektedir. Pek yakında intişar eden bir makalemde, benim arzu ettiğim bir anayasa taslağına yer vermiştim. Onun vatandaşlık maddesi aşağıda yazılı olduğu şekildeydi. Ancak, bundan önce, çok açıkça ifade etmek isterim ki; herhangi bir ülkenin nüfus cüzdanını, pasaportunu taşıyıp da, “-Ben Amerikalı, ben İngiliz, ben Alman ya da ben Türk değilim.” demek mümkün değildir. Hatta çok gülünçtür. Elinde Bir ülke pasaportu taşıyıp da, başka telden çalan Bir insanı, birçok ülke polisi ülkeye bile sokmaz. Hatta o kişiye adam muamelesi dahî yapmaz. Önce tutuklar, sorgular, sonra da geldiği yere postalar. Avrupa’da yaşadığımız hezimetin, en önemli sebeplerinden biri, belki de ilki bu garip tutumdur. Kişinin elindeki T.C. Devleti pasaportu olmasına rağmen, bu kişi ortalarda “-Ben Kürt’üm.” diye dolaşmaktadır. Bu sebeple ve süratle, mevcut Anayasadaki bu madde hemen değiştirilmelidir. Türk isminden şeref duymayanı, Türk ismi altında tutarak, daha fazla şereflendirmenin de, esasen hiçbir manası yoktur. Yapılan bu değişiklik için, diğer etnik gruplardan ve tabii bazı Kürt kökenlilerden de özür dileyerek, ilgili Anayasa maddesi, aşağıdakine benzer bir şekilde, baştan düzenlenebilir. Kaldı ki; bu tür tariflerin çoğu, çoğu anayasalarda bile yoktur.
“Türk Milleti bünyesini teşkil eden, tüm ırklar ve boylar ve azınlıklar ile birlikte, (asla mozaik değil! Zira mozaik arasında harç vardır. Ve köşeli bir birleşimdir.) ebru değerinde, mükemmel ve bölünmez bir bütün halinde, yaşamış yaşar ve yaşamaya devam edecektir. Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı, bu zümreden olan tüm fertlerinin, isteyenlerine tefriksiz “Türk” ve/veya etnik kimliğini öne çıkartmak isteyenlerine ise; “Türk Vatandaşı” denir.” Bu vatandaşların tefriksiz hepsi: soy, sop, ırk, din ve alt kimlik seçme konusunda tamamen serbesttir.
Ayrıca ben bu alt kimliklerin, kişinin söylemine göre, nüfus cüzdanlarına yazılmasında da ciddi yararlar olacağı kanaatini taşımaktayım. Herhangi bir kişinin töre ya da dînî akait sebebi ile bazı alt kimliklerle evlenmek istememesini, büyük bir hoşgörü ile karşılarım. Madem bir iş yapıyoruz. Tam yapalım. Irk, mezhep, tarikat, her ne varsa, adam gibi nüfus cüzdanına yazalım. Herkes birbirini tanıyarak kardeş gibi, birbirine saygı sevgi göstererek, yaşamaya devam etsin. Bundan kimsenin gocunacağını hiç sanmam. Hatta herkes sevinir de.. Demokrasi de bunu gerektirir. Ancak bu arada açıkça ilâvede yarar görürüm ki; birileri Türk kimliğini istemese de, bu milletin en az AltmışMilyon ferdi bu sözden şeref duymaktadır. Bu sebeple Anayasada bu tarif ileride başka bir sorun çıkartmayacak şekilde ele alınmalıdır. Zîra ben önce Türk’üm. Türk olmakla da şeref duyuyorum. Ne vatandaşı olduğum da hiç önemli değil. Başka ülke vatandaşı da olabilirdim. Buradaki ince hattı, herkes kendisi ve muhatabı için, lütfen bir kez daha iyi düşünsün. Ve Anayasaya yazılması mukadder olan bu tariften tüm taraflar mutlu olsun.
İngiltere Skayline Sheraton’da, sabah kahvaltısı yaparken, her ölçüsü biçisi ve yüzü ile “Ben Uzak Doğuluyum” diye avaz avaz bağıran bir garsona, Doğulu olmanın muhteşem geri kalmış aklı ile “-Siz nerelisiniz?” dedim. Kız çok kesin bir tonla ve belli ki; biraz da gocunarak, “- Ben Biritişim.” dedi. Ben de tutturamayıp. “- Siz Biritişseniz tabii ben de uçağım.” dedim. Kız gitti gelmez. Uçtu konmaz. Sonunda geldi tabii. Ben bir açıklama yapmayı yerinde gördüm. “Özür dilerim. Ben de Doğuluyum. Sempatik tipinizden Doğulu olduğunuzu zannedip, nereli olduğunuzu onun için sordum.” dedim. Kız aynı sertlikle bana yine “-Ben Biritişim.” dedi. Ben de “- Ben Biritiş değilim ama büyük dedem bir zamanlar Biritişmiş. Bize esir düştükten ve insanlığın ne olduğunu anladıktan sonra, din ve tabiyet değiştirmiş ve ülkemizde kalmış.” dedim. Muhtemel içinden dedeme de küfür eden, Uzak Doğu tohumu bu Biritiş, hiç cevap vermeden, işini yapıp, çekti gitti. Ondan sonraki Bir hafta da ben Onun servis yaptığı masalara oturmadım. Çünkü O, Onca gerçek bir İngiliz’di... İngiliz Ona bunu şerefle demesini, bunu demeden önce de, İngiliz olduğunu kabul etmesini öğretebilmişti. Tek fark bu. Birileri bunu birilerine öğretemediyse ya da birileri bunu öğrenmek istemediyse, bu meselenin asla üzerine gidilmez. Bu neticeden kayıp eden de, kazanan da kimdir? Bunu da ancak zaman gösterir. Kısaca zorla kimlik alınmaz ya da kimlik verilmez. Ancak, bu kimliği istemeyenlerin hatırı için de, bu kimliği isteyenlerin anayasal tarifte, haklarının üzerinden silindi gibi asla geçilemez. O istemiyorsa Türk vatandaşıdır. Ben istiyorsam mutlaka Türk’ümdür. Ve Anayasa bu durumu tasrih eder manada kaleme alınmalıdır. Ki; her vatandaşın gönlü olsun.
*PKK ve Öcalan’a muhatap olunsun istenmektedir.
Bu günlerde Devlet ve Hükümet, demokratikleşme sürecinin, ciddi bir şekilde üzerine gitmekte olduğu hâlde, daha bu günlere gelinmeden, TRT6 gibi, bazı açılımlar da yapılmış olmasına rağmen, üniversiteler kürsü meselesini de ele almışken, Kürt cephesinin seçilmiş erleri, elleri ile bu işi sabote etmek isterlerse; sayın ilgililere PKK ve Öcalan adresini gösterirler ki; bu da temsil ettikleri zümreye, alenen hakaret ve de ihanet olur. Bu seçilmiş kişilerin süratle anlaması gerekli olan mesele, bu işin siyasete alet edilebilir hiçbir yanının olmadığıdır. Bu sebeple de, bu merciler ile bir istişare yapılacak ise; bunu yapması gereken taraf, meclis çatısı altında bulunan, Ahmet Türk ve Onun lideri olduğu DTP’dir. Halâ bu gerçeği anlamamış olan Ahmet Türk’ün ağzına, şu aralarda, bu konuda bazı konuştukları hiç yakışmamaktadır. Bir de ortada inanılmaz olduğu kadar, hoş bir çelişki de vardır. Bu zatın soy adı Türk ama kendisinin Türk kimliği karşıtı bir Kürt olmasıdır. Bu bile bu ülke gerçeklerine ışık tutması açısından, çok hoş bir meseledir. Yani kim kimden davacı ya da razı? Bu durum hepimizin aklında karmakarışık bir çiledir. Ve İnşâallah bu sefer çözülerek yumak haline getirilecektir. En azından bu “Demokratikleşme Paketi” bu gerçeklere ışık tutması açısından da, çok yararlıdır. DTP olmadık konuları çomaklayarak, bu işi zarara sokmamalıdır.
*Nerdeyse herkes, bu konuda bu tür bir muhalefet istememektedir.
Diğer bir taraftan, gerçek anlamda siyasete alet edilmemesi gerekli olan bu süreci, siyasete alet ederek, içinde bulundukları bu sebepsiz vehim ile hezeyanı, arş-ı alâya çıkartmak isteyen, muhalefet partilerinin kendileri için, gayet vahim bir şekilde sürdürdükleri, Rus ruletine de, giderek akıl sır erdirmek, mümkün olamamaktadır. Bu süreç uzadıkça, bu fuzulî işe akıl sır erdirmek, daha da mümkün olamayacaktır. Hatta bu muhalefet, bu Rus ruletinin sonunda, muhtemelen çağdaş, demokratik, atılımcı devrimci Türk siyasetinde de ebediyen olamayacaktır...
*Hükümet haklı olarak “Kapalı oturum” istemektedir.
Şimdi muhalefet bunun sebebini de anlamamaktadır. Ben anlatayım. Açık oturumun muhalefet sayesinde manzarası, Dünya milletlerine gösterilemeyecek kadar nahoş olacağını tahmin eden iktidarın, bu haklı yolu tercih ettiğini tahmin ediyorum. Ben de olsam aynı yolu tercih ederdim. Bu tercihin kimse kusuruna bakmasın. Özellikle de muhalefet yaptığını zanneden, muhalefet özürlülerin...
Haydar Volkan
Çiftehavızlar: 11.09.2009