Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Dilenci vapuru

Dilenci vapuru
 

"Maaşımın dörtte birini kessinler, ayda üç hafta çalışmaya razıyım" dedim. Şaşırarak baktı bana. Beni anlamasını beklemiyorum ama şaşırması, işte buna da ben şaşırıyorum.

İlkokul biri atlamış, kariyer basamaklarını hızlı tırmanmış. Önüne konan havucu takip etmiş, bir çok eşeği geçmiş ve daha bir çoğunu da geçecek. Ama bitmiş herif. Günde iki paket sigara, bir kaç kova kahve. Dişler sapsarı ve ellerde titremeye başlamış. Bir insan kendisine bunu niye yapar?

Ben ona şaşırmıyorum. Hepimizin farklı güdülerimiz, koşullanmalarımız var. O koştukça koşuyor, varacağı bir yer olmadığını farkında değil. Yarış atlarının bile varacağı bitiş çizgisi var. Amaçsız at ise çatlayana kadar koşuyor. Musalla taşı olmuş sana finiş çizgisi. Para, para, para. İhtiyacın olmayacak kadar çok para. Keyfini çıkaramayacağın kadar büyük bir ev, trafikte eskiyecek lüks bir araba. En pahallı okullarda okuyacak ve tıpkı sana benzeyecek çocukların genleri ve kromozonlarının %50 si t.şş.klarında.

Şaşırma bana. Ben sana şaşırıyor muyum?

Akşam olsa da eve gitsek.

***

"Mıstaneci" Ben onlara böyle bir isim taktım. Tezgahlarında hem haşlanmış mısır hem de kestane kebap satıyolar. Olmaz. Yani satanlara değil itirazım, bu iki gıdanın aynı anda piyasada olması... Olmaz. Kışın el yakan kestane, yazın sütlü mısır yerdik. 30 sene bu şekilde geçti. Şimdi adapte olamıyorum bu duruma. Olamıyorum anasını satayım.

Her şey birbirine girdi.
Mevsimler birbirinine girdi.
Meyveler, sebzeler birbirine girdi.
Kış melankolisi, sonbahar hüznü, bahar yorgunluğu birbirine girdi.
Lezzetler, keyifler, hüzünler birbirine girdi.

Haziran'da mandalina, Şubat'ta şeftali yemek istemiyorum. Yetkililer buna acil bir çözüm bulsun. Karmakarışık oldum anasına satayım. Nerden çıktı bu mıstaneceliler...

***

"Şu anda ne yapıyorsun" işte benim bu hayatta en çok korktuğum soru bu. Patron arayacak ve o soruyu soracak korkusuyla geçti son beş sene. Saçlarım beyazladı, kanburum çıktı, gözaltlarım çöktü kaygıdan. Her gün eve döndüğümde çok şukürk bugünde bu soru gelmedi diye sevinmek istiyorum. Ama tüm gün o kaygıyı taşımış olmanın ağırlığı ile sevinemiyorum. Yerinemiyorum, gerinemiyorum. Yorgunluktan kendimi yatağa atıyorum.

Derken geçen gün telefonum çaldı. "Kerem şu anda ne yapıyorsun" diye sordu Patron. Başımdan aşşağı kaynar sular döküldü. Kalbim, gözlerim yerinden fırlayacak gibi oldu. Ağzım dilim kurdu. Mesai arkadaşım bana bakınca beti benzi attı, "hayırdır yaa" diyiverdi. Bana su getirmek için gitti. İşte bütün bunlar üç saniyede oldu. Ben cevap vermeyince patron "Kerem? " dedi.

Atacak bir yalan,
akacak bir macera bulamadım.

Son anda aptalca bir şakayla bu işin içinden sıyrılmayı düşündüm. "Ayakkabılarımı bağlıyorum, çaya şeker atıyorum, kaktüsüme su veriyorum" gibi bir şirinlik geçti içimden. O patron ki benim şirinliklerimi seviyor ve tahammül ediyor. Patronun böylesi, görülmüş şey değil.

"Şu anda yaptığım bir çalışma yok" Deyiverdim. Amanın dostlar ne zormuş bunu demek. duvara vurulup nefesi ve ruhu çıkartılan bir ahtapot, kaynar kazana atılmış bir istakoz ne hisseder öğrenmiş oldum. Bir ömür bu soruya verecek parlak bir cevap aramakla geçmişti. Ama heyhaat, zalim kader ağlarını örmüş, bana kaçacak yer bırakmamıştı. Yılların patalojik yalancısı, gaydırrıgubbakcısı, eyvallahcısı kerem, yakıştı mı sana. Al işte an gelir, dürüst olursun. An gelir bok olursun, çekerler sifonu üstüne.

***

Bir keresinde de Mat. sınavına nasıl olsa kopya çekerim diyerek hiç çalışmamıştım. Kopya çekilesi bir öğretmenimiz vardı. İyi bir adamdı, sizden iyi olmasın. Sınav başladığında fark ettim ki 45 kişi sınıfta 5 kişi hazırlanmış. 40 tane çakal da onların etrafına mevzilenmeye çalışıyor. Çakalların talebi Bu beş kiyi beş hizada sıralanmış sıraların en önüne oturtmak. Böylece arkaya doğru bilgi akacak ve tüm sınıf mesut ve bahtiyar olacak.

Fakat bu beş inekte kendi aralarında yarışıyor, biri birinden yüksek alsın istemiyorlar. Onlarda birbirlerine yakın oturup kopya çekmek istiyor. İllaki bir arada oturacaklarmış. Tamam da o zaman nasıl 40 kişi kopya çekeceğiz sizden enbesiller?

Hayır, hayır, hayırdı...

Olamaz, olamaz, olamazdı...

Lisenin son sınıfıydı, benim kendime tahammülüm kalmamıştı. Bir kerem fazlasıyla sıkıcıyken kırk kerem'e katlanamazdım. Sınıfa şöyle bir baktım. Sıraları çekiyorlar, birbirlerini çekiyorlar, küfürler, hakaretler... Önümde bomboş bir kağıt "kirlet beni" diye bağırıyor. Sol üst köşeye adımı soyadımı ve numarımı sağ tarafada tarihi yazdım. Tahmin ediyorum, 12.12.1996 gibi bir şeydi. Altına da "kusura bakmayın, çalışamadım hocam" yazdım. Hocaya gittim, kağıtta yazanı bir de sesli söyedim. Yere bakarak kağıdı teslim etim.

"Bakın arkadaşınız en azından dürüst" dedi. Hoca.

Yok yaa, ne alakası var ulan dürüstlükle dürrük. 40 tane taklitçimin olduğu bir düzende varolamazdım. Artık benim başka birisi olmam gerekiyordu sadece.

Sınavdan 6 kişi geçer not aldı, birisi de benim.

***

Köyüm yok, tüm akrabalarım İstanbul'da.

Şehri terk etmiş bir arkadaşım olmadı hiç şimdiye kadar.

Beni terk etmiş eski sevgililerim var ama içlerinde özlediğim yok.

Sağken severdim dedemi de gitti gideli pek anmadım onu.

Ama seni çok özlemiştim yağmur,
değil üç gün otuz gün daha yağsan sıkılmam,
sıkılmam senden.

K.

Yağmur yavaş yavaş ama uzun uzun yağsın. İyi hafta sonları.

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..