- Kategori
- Blog
Gün

Birazdan çıkıp gideceğim, belki dağlara vururum kendimi belki de deniz vurur beni. Şanslıyım ama küçük kentleri kasabaları sevmeniz karşılığında verilen bir ödül bu . Kentte yaşamının avantajlarını, artılarını bildiğim kadar götürüsünü de bilirim. Yıllar önce oturdum düşündüm; ben İstanbul'da mı yaşacağım yoksa Akdeniz'de mi? Kararım Akdeniz yönünde oldu. Hani "emekli olunca şöyle bir oltayı..." demek yerine erken emekli oldum denebilir. Zamanı tüketmek yerine tadıyla tuzuyla yemek gibi, tadını çıkararak yaşamak istedim. Ağaçları severim örneğin, çiçeklere bayılırım. Ama deniz hep başka çeker beni. Dalgalara dans etmeyi severim. Öyle açılıp uzaklara yüzmeyi de severdim eskilerde. Şimdilerde kıyıları daha çok sever oldum. Bir teknem var, ismi Mobydick'ti sonradan değiştirdim. Nedense ender bulunanı yok etmeyi edebi bir şölene dönüştürmeyi bilen ikiyüzlü insanı çağrıştırdı bana Mobydick ismi. Ulaşılmaz hedefler, onca adamı ulaşılmaz hedefine sürekli kilitli tutmak. Ne çok kendine kölelik ve bağımlılık!
Sahi siz kendinize bağımlı mısınız? Sürekli kendinizle uğraşmakta mısınız? Aynalara hapsolmuşsanız, malesef kendinize bağımlı olmuşsunuz demektir. Nedir aynalara hapsolmak, kendinden kaçamamak gibi, sürekli, herşeyde, tüm izdüşümlerinde kendinizi bulmanız gibi. Yazdıklarınızı dönüp dönüp okuyorsanızda durum aynı demektir bu arada. Ha, birde "kilo alır mıyım? veya şu yiyecek bana dokunur" tarzı bencillikler vardır. Off, yaşam ziyan olur gider. Nedense "70 yaş sonrasını sağlıklı yaşamak" yaşamın biricik gayesidir. Bir de 20'li yaşlardan 70 yaşlara uzaylıymış gibi baklıması vardır o konu ayrı tabi. Blog sanıyorum bizleri aynı yaş grubunda topladı, sanıyorum 30 lu yaşlardayız hepimiz.
***
Gördüğüm kadarıyla Milliyet Blog'ta bir deri değişimi tamamlanmak üzere. İlk başlarda öngörülmeyenler nelerdi onlar için bilemiyorum ancak belli bir doygunluğa doğru yaklaştığımızı hissediyorum. Yıllarca söylenen ülkemiz insanın yazma- okuma alışkanlığının hala bir alışkanlığa dönüşememesinden bahsedilirdi. Sanıyorum bunun acı gerçeğiyle karşılaştık. Tabi şunu da unutmamalı, her entelektüel mutlaka burada yazacak diye bir kural yok, ancak size bedava not defteri verilmişse ve orada hem yazılarınızı hem de resimlerinizi hatta gelecekte belgelerinizi saklama olanağı da veriyorsa böyle kaliteli bir yeri de kaçırmış olana da pek entelektüel diyemem. Çünkü "entel" kelimesi güncel anlamındaysa, güncel olanda günü takip edense biraz dışında kalmış gibi gelir bana. Israrla vurgulamalıyım bu tanımım kendini aşmış en'ntelektüel kişilere değil tabi.
Görünen rakam 2000 civarında bir durulmanın olduğu. Halbuki 70 milyondan söz ediyoruz. Başardıklarını söylemeliyim. Neyi mi? 12 eylülcülerin ince ince dokudukları toplumu kitaplardan soğutan depolitizasyon ve dogmacı operasyonlarını. Sonuç bu.
Dindar arkadaşlarım beni lütfen yanlış anlamasınlar. İslam dini öğrenmesi ve yaşaması en zor dindir. Öyle de olmalıdır. Tanrı tüm evrene gizlediği şifreleri bulmamızı ister. Tıpkı çocuğunuzu nasıl yetiştirdiğiniz gibi. Her düştüğünde gidip çocuğunuzu yerden siz kaldırmışsanız çocuğunuzun büyük olasılıkla ileriki yaşlarda olacağı tipleme şudur: İnsanlara sırpaşan, çabuk karar değiştiren, insanları kullanmaya çalışan, sevilmeyen, bencil ve korkak olacaktır. Bir örnekleme yapayım: Sekiz yıl önce on yaşlarında bir çocuğu muayene etmiştim. Koca çocuğu sırf grip oldu diye annesi kucağında taşıyarak getirdi. Bir panik, bir panik annnesinde; evde ne kadar antibiyotik ağrı kesici varsa içirmiş çocuğa, sonra almış gelmiş acile. Annesine, "önce bırak yere çocuğu" diyerek konuya girdim. "Bakın" dedim ileride bu çocuk bağmlı olur. Bağımlı sözümü anneye bağımlı olur anlamında söylemiştim. Geçen yaz çocuk uyuşturucu bağımlığından intahar etti ve yine benim nöbetime denk geldi. Hayatı kurtarıldı sonra anateme göderildi.
Anne-babanın çocuk sahibi olmasında üç önemli etken var benim gözlemlediğim;
1) Çocuk sevgisi
2) Evliliklerini kurtarma
3) Toplum istedi diye.
Hepsini de içine koyup tek bir şıkta da toplayabilirsiniz. Bilinçli anne baba yeterince görmedim. Eee, nasıl kitap okusun, kendini geliştirsin gariplerim? "Şapkalar" önce lütfen. Çocuğunuzu her düştüğünde gidip kaldırırsanız yerden, yaşamı hep bir dayanakla bilinçaltı edecektir. Tanrı da öyledir. Her yaşanan kötü olaydan sonra bir güç gelip düzeltseydi eğer -düzeltmediği söylenemez- insanın şımarıklığındaki çirkefliği varın siz tahmin edin. Bırakınız çocuk kendisi yerden kalkabilmeyi, büyüdükçe kendi kararlarını verebilmeyi öğrensin. Bencil davranmayın sevginizde.
***
Sevgi denince aklınıza gelecek tümzıt kavramların yıllarıydı 80 sonrası. 12 eylülcüler neler yaptılar; önce kitapları yaktılar sonra filmleri yaktılar, sonrada insanları. Öyle bir mekanizma kurdular ki, şimdilerde onun acılarını çekiyoruz. CHP' ye birçoğumuz şüphe ve kızgınlıkla bakıyoruz. Ama iğneyi elimize alırsak sorumlusunun yine bizler olduğu ortaya çıkar. Ülkemizde sol, CHP'ye sahip çıkmamış ve lider sultasının oluşmasına yol açmıştır. Nasıl YÖK'e hayır diye yürüyen ben, yıllar sonra "YÖK iyi ki varmış, yoksa üniversiteler kaybedilecek" demişsem şimdi de "aman bırak CHP'yi" diyenlerin yine şimdilerde dikenli sarmaşığa ellerini attıklarını görmekteyiz. CHP hakkında daha fazla konuşmalıyız bence. Geçen yaz CHP'ye önerilerimi içeren uzunca bir mektup yazmıştım. Çünkü olacakları kestirebiliyordum. Sayın Bihlun Tamayligil'e de göndermiştim. Sayın Erdal Atabek'ten yanıt gelmişti: "Çok yerinde öneriler, ama bu haliyle CHP ne yapar bilemem" demişti. Sonradan anlamaya başladım asıl meseleleri. Bizler gelincik tarlasının neferleriyken onların planları bambaşka. Neyse, bu konuya daha fazla girmeyeceiğim, bize "yassaaaaghhh" bilirsiniz.
Yaşanan ve birbirini tamamlayıp örten tüm bu süreçler, kitap okumayan, çevresindekileri top şeklinde algılayan: Futbol, pinpon-kızlar-, yuvarlak hatlı arabalar, uzaydan top şeklinde görülen dünya, yuvarlak müzikler, yuvarlanan laflardan...yeni bir nesil yarattılar. Sadece bizde değil bu tüm dünyada böyle oldu ama bizler de daha fazla. Öyle bir yapımız oldu ki, şimdi siz bu ülkeye şeriyat getirseniz uygulayamazsınız, tam demokrasi getirseniz onu da uygulayamazsınız. Türban takanların sayılarında düşme olduğu söylenirken bu çok daha zor. Kurtarılmış bölgelerde yaşayan gruplar olabilir, kendi tercihleri ama genele yaymak çok zor, zaten Tanrı kesinlikle böyle birşey istemezdi. O bizdeki renkleri Seviyor bence.
Efendim ne diyordum, milliyet blogta bir deri değişiminden söz ediyordum. Gezi-gurme tadında yazıların önerildiği bir durum var. Bu ciddi konularda yazan arkadaşlarımı bulmamda çok yardımı oldu bana. Devir ülkemizin hassas dengelerden geçtiği ve yakın bir zamanda "şişman çocukla" meydanlarda mehmetçiğin hesaplaşacağı güne doğru giderken; bilmem hangi lokantanın kebabından bahsedilecek gün değil benim için. Yazan arkadaşlarıma saygım sonsuz, lütfen beni yanlış anlamayın. Son derece edebi olanlar da vardır. Ama ben geziden gurmeden farklı şeyler anlıyorum, bu benim suçum, hoşgörünüz. Şunu da hezaman söyleyeceğim; ben geleceğimi yaşıyorum. Hiç bir amacım yok; buradan sonra üst kata çıkmak gibi. Elimde bir blognotum var ve sevdiğim dostlarım var. Sonrası ne ola ki? Bu aynen şuna benzer; bir arkadaşınıza Bach dinletirsiniz, tam ortasında size "Mendelson da dinler misin?" diye sorar. Hayır, o an ben Bach dinliyorum ve ona konsantreyim, neden Mendelson'u düşüneyim o an. İşte onun gibi, "şimdi blog, sonra..." Kafa yormamız gereken konular var diyorum kısaca. Kızmadan, doğrularımızda sakin kalarak, kafa yormamız gereken konuların olduğunu söylüyorum. Eminim içimizdeki herbirimizin bir yaşam tecrübesi, birikimi, bir bakış açısı var dünyaya. Haydi gelin paylaşalım. Ülkemizin daha güzel ve mutlu bir yarını adına neler söyleyebiliriz? Şimdilerde kafamı yorduğum konular bunlar. Sizlerle paylaşmak istedim.
sağlıcakla kalın.