Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '08

 
Kategori
Öykü
 

İlk büyük acı ilk farkındalık

İlk büyük acı ilk farkındalık
 

http://www.ntvmsnbc.com/news/284890.jpg




-Hadisene, hadi ya...

-Beklesene oğlüüüüm, ben gelince beklemiyom mu seni? Ne acele ediyon böle!
Cık-cık-cık...

-Tamam-tamam hadi, aşağıda bekliyolar bizi. Yeni lastiklerini alıyon mu?

-Hee aldım bak! Hadi yürü gidek. Sonunda bağladım ayakkabımı da..

İki çocuk, merdiven serinliğinde ikişer-üçer inerler basamakları. Kapıdan çıktıklarında; sabah saati olmasına rağmen, güneşin yüzü; günün kavurucu sıcağını haber vermektedir sanki.

-Öh be, bu güneşte bekle Allah bekle; amma hızlısın he...

Dışarıda bekleyen dört çocuk; günü beklemenin sabırsızlığıyla güneşin sıcağından bunalmışlar. Kısılmış gözleriyle; biraz kızgın baktıktan sonra arkadaşlarına; çocuk heyecanlarına geri dönerler.

-Tamamız değil mi? Sapanlar, lastikler, taze meşinler, çakılarımız?..

-Ben aldım herşeyi.

-Ben hazırım. Bak su şişesi bile aldım. Bi de gazeteyle, bezle sarıp-sarmaladım.

-O niye?

-Niye olacak, hem su hemencecik ısınmasın diye, hem de bi düşürmede şişe kırılmasın dedim.

-Heheheee...uyanık yaa.

-Hadi artık! Kuşlar kaybolmadan gidelim. Ne tarafa gidiyoz bugün?

-Len oğlüm sankim gidecek çok yer var he. Konya Ovası mı burası?

-Aha-haha... Sen ne zaman gördün Konya 'yı ya?

-Öyle diyorlar oğlüm, ben napim ya. Hadi rayları takip edek bugün, hee?

-Tamam, öyle gidek hep beraber. Ama bak, yanacaz güneşten hee. Nereden bulacaz gölge yeri?

-Aha, sanki hep gittiğimiz yeri bilmiyon mu? Vagonlar ne güne duruyo orda, hadi artık.

Güneşin altında; kuru yaz sabahında; yaz tatilinin ve sıcağın etkisiyle ıssızlığa bürünmüş küçük şehrin dar sokaklarında yürümeye başlarlar. Bir yandan şakalaşarak, öte yandan biri-birilerinin sapanları, lastikleriyle oynayıp-eğlenerek. Ellerindeki sapanlar, çocuk yüreklerindeki heyecanın araçları olmuştur. En iyi çatalı bulup; en düzgün şekilde kesmek, ağaçtan kesilen çatalı en iyi lastikle ve en iyi ölçüde kesilmiş meşinle sapana dönüştürmek. Sanki, özel sorumluluk yüklenmişler de kendilerince büyümeye adım atmışlardır.

En yüksek ağaca çıkmak, en iyi çatallı dalı bulmak, onu en iyi şekilde kesmek, hızla kurumaması için kabuğunu korumak, kesilen yerlere en iyi şekli vermek, sapan için en doğru malzemeleri bulup ucuza almak, en sağlam şekilde, ama en ince urganla bağlamak, sapanı uzun süre kullanmak, yeni sapan yapınca; eskisini isteyen arkadaşına vermek, sonra...sonra da ava çıkıp kuş vurmak. Aslında, kuşu hedef alma; kuş vurma bölümü tartışmaya neden olurdu aralarında. Bütün heyecan, katıksız eğlenceli bölüm; o ana kadar geçen; neşe içindeki oyunlarıydı. Oyunlarıydı da; sığırcık kuşuna, serçeye lastiği çekip meşini bırakmak var ya. İşte o taş atmaya hiçbirinin içi tam razı gelmiyordu. Razı gelmiyordu içleri ama, o büyümeye başlamanın dürtüsü iteleyip duruyordu her birini. Bir bakıma; içleri giderken güzelim kuşlara; elleri söz dinlemiyor gidiyordu. Gidiyordu elleri; renk-renk meşinleri, gerilmiş lastiğin çekiştirmesine bırakmaya.

-Hey, bakın tren geliyo, bak!

-Raydan uzak duralım. Ya bu yük treni be. Bak hiç cam yok vagonlarda, görüyonuz mu?

-He, yok hakkat. Az bekleyek. O geçince biz de karşı tarafa geçek hee?

-Tamam.

-Oğuz, bana suyundan verin mi?

-Uf be Tevfik, bi kere de suyunu taşı be ya. Al hadi, iç de bana dua et emi. Hehehe.

-O heryerin beleşçisi oğlüm Hahahahaa. Okulda da böle ya, hahahaa..

Hep birlikte, güle-eğleşe rayların karşı tarafına geçerler. Bir yandan gözler yükseklerde; elektrik direkleri, elektrik telleri, telefon telleri ve sanki serpiştirilmiş gibi tek-tük ağaçların üst bölümleri. Kulaklar kuş seslerini arar; ses gelir mi bir yerden diye? Çocuk şakalaşmalarıyla yol alırlar.

İçlerinden biri, cebinden bir taş çıkararak sapanın meşinine yerleştirir. Önceden bulunup ayrılmış, belki de çeşmede yıkanıp parlatılmış, av için özel olan ve meşinin büyüklüğüne uygun taş. Telefon direğinden tele zıplayıp konan sığırcığa nişanlar ve bırakıverir meşini. Meşin, iki parmağın arasından serbest kalırken, sığırcık uçup havalanmıştır bile.

-Tüh be, tam hedefimdeydi. Uçmasa vurmuştum be.

-Hehehehee, ya sen de hep vuruyon be. Bize bişeycik kalmıyo böle he.

Yükselen güneşin altında, sıcağın etkisiyle kuru toprak ve ot kokusu salan yerin üzerindeki ayaklar hızlanır, adımlarını sıklaştırırlar. Güneş yakınca alabildiğine, kuru sıcakta av heyecanının yerini gölge özlemi alır. Gölge bularak oturup dinlenme zamanıdır şimdi. Her seferinde olduğu gibi. Ve raylar boyunca ilerlerken boş vagonlar göründüğünde; ayrı bir heyecan kaplar içlerini. Vagonların bulunduğu alan; hem kuşların uğrak yeridir, hem gölgede oturmak için uygun alandır, hem de oyun oynamaya müsaittir. Arada, başka mahallelerin çocuklarıyla karşılaşma, şakalaşma ortamıdır. Hemen her seferinde, ya içlerinden biri bir çığlık atıp koşmaya başlar. Oyun bahanesiyle kuşları kaçırmak istercesine. Ya da sessiz şakalaşmalarla ava hazırlık yapılır. Ellerde sapanlar ve önceden seçilmiş o küçük taşlarla.

-Şiş, ses yapmayın da tellere bakın. Sığırcık dolu burası.

-Gördüm, ya bakın yerde de serçelerle birkaç karga var Birileri ekmek bırakmış ya da bişeyler yeyip dökmüşler yere herhal. Yavaş-yavaş yanaşak.

-Kerem. Hadi sen öne geç! Hem sıra sende, hem de en yeni meşin senindir şimdi.

Altı çocuk, büyük iş başarma hazırlığında; adeta tatbikattaki askerler gibi nefeslerini tutarak ilerler. Sanki, demiryolunun taşları ile buluşan ayaklarından hiç ses çıkmıyormuş gibi. Minicik kuşlara kıyasla; koca vücutları görünmezmiş gibi.

Kerem, elinde sapan, cebinden çıkardığı taşı meşine yerleştirir. Meşin iki parmağının arasında ve pür dikkat ilerlerken, ÇAT diye bir ses. Sonra üst-üste; çat, çut, çıt, çat sesleriyle dona kalır. Arkadaşlarının taşlarının sesidir duyduğu. Çocukluk heyecanları ile dayanamamışlar, savrukca bırakmışlardır meşinleri. Gerilen lastikler rahatlasın diye adeta. Ve aynı anda, yerdeki ve tellerdeki kuşların topluca isyan sesi duyulur sanki. Topluca ve can havliyle çırpılan kanat sesleri. Ekmek derdinde iken kuş kalpleri, o ürkek yürüyüşleri bölen lastik sesiyle kanatlara görev düşer. Bir anda, çok sayıda kuşa ait kanat seslerinin bileşiminden oluşan tek bir sestir o. Her an, yaşamla ölüm arasında olmaya işaret edercesine. O ince çizgideki o zarif dansın korku dolu sesidir sanki. Doğal, içgüdüsel gücü duyumsatan, alabildiğine zarif, yaşamın doğal estetiğinin anlık çığlığa dönüşebileceğini haykırmak istercesine.

-Heaahov!... Ya hani ben atacaktım ilk taşı yaa...

-Ehee! Sen bu güneşte böyle yürürsen... O ne öyle ya! Yandık hepimiz güneşten, sen kıpırdayacan diye. Daha mı bekleseydik yani. Tamam kızma şimdi.
Şişş, bak vagonların üst tarafında; elektrik direğinin üzerindeki yuvayı gördün mü? Serçe var orada. Valla, sanki kafasını gördüm az önce. Aha şimicik kafasını çekti içeri.

-Hadi be! O kadar sese kuş mu kalır burda. Senin gördüğün eşek arısı olmasın sakın, hehehe.

-Yok! Vallah gördüm. Bak-bak işte orada! Kafasını çıkarıp çekti yine.

-He, ben de gördüm şimidi, orda duruyo, küçücük de yapmış yuvasını.

-Hadi Kerem, bu senin avın. Biz çekmeyecez lastikleri, hadi.

Diğer beş çocuk geride dururlar. Kerem biraz yakınlaşır direğe ve bekler. Serçenin minik kafasını yine görür. Oyun oynarcasına yükseltip çektiği o güzel kafanın zarif hareketini görünce duraklar bir an. Ama, bu onun avıdır artık. Hem, arkadaşları sıraya sadık kalmışlardır. Durup vazgeçmek olmaz şimicik. Sapanını hedefe doğrultur, meşini çeker. Lastik gerilir. Serçenin minik kafasını görür-görmez bırakır meşini...fıığıp! Sesin ilk anı ile birlikte serçe havalanmıştır bile. Sertçe kanat çırparak yuvanın üzerinde bir döner, sonra gözden kaybolur.

-Öh be

derken, serçenin az önce içinde olduğu o küçük yuva, direğin tepesinden aşağıya düşer. Kuru otlar ve kuru, incecik dal parçalarının bir bölümü yere dağılır.

Kerem merak eder. Duramaz. Belki de hissettiği o duygu; içinin bir an dar gelmesi. O garip his itekler onu direğin dibine. Yuvanın yanına varır. Varır ama, arkadaşları yetişip ona eşlik ettiklerinde; bir anda hepsinin sesi kesilir. Nefesleri kesilircesine.

Kerem 'in taşı, yalnızca yuvayı yerinden oynatmakla kalmamıştır. Yuvanın içinde, masum; bembeyaz derisi ile henüz tüyü çıkmamış; tüyü bitmemiş serçe yavrusuna isabet etmiştir. O seçilmiş küçük taş o güzelim canı almıştır. Bembeyaz derinin üzerine pembemsi; açık kırmızı kan bulaşmıştır. Henüz tüyü bitmeden, hiç kanat çırpamadan. Kerem 'in boğazı düğüm-düğüm olur. Sanki o düşüp dağılan yuva Kerem 'in boğazına yerleşmiştir. Boğazında ama, gözleri yaşsız, gözyaşı dökemeden; o masum, o minik canı almanın acısı kaplar çocuk yüreğini. Az önce yuvadan uçup-giden ana serçenin kanat çırpışı; o sesler Kerem 'in kalbinde atmaktadır sanki. Kanat çırpışlar kanat çırpınışları olmuş, kalbine çarpıp farklı bir duyguya boğmuştur. Tam olarak anlamadığı, anlam veremediği, ama acı, hüzün ve yük dolu. Bir can gitmiştir kendinden sebep. "Neden attım ki taşı! Neden düşünemedim bunu!" Bir yuva dağılmış, bir serçe yavrusuz kalmıştır. Hem belki de yavrusuz kaldığını dahi bilemeden.

-Hadi dönek artık, yapacak bişey yok ki. Bilerek atmadın ki sen.

-He ya. Napacan ki!.. Yuvada yavru olduğunu nerden bilecektin!

Kerem ağlamaz. Kerem gözyaşı dökmez. Dökmez ama, kalbine yerleşen kanat çırpınışları ilk büyük acıdır onun için. İlk büyük af dileme nedeni. İlk ölüm acısı, ilk yalnızlık duygusu. Ama ifade edemeden. Tam olarak ne hissettiğini bilemeden. İlk farkındalık. Farkındalık olduğunu fark edemeden.

Çocuk kalbinin ilk büyük acısı,

İlk acı deneyim,

Büyümeye ilk adım,

Canın değerini ilk algılayış, anlayış,

Ölümün ne kadar yakın olduğunu; yaşamda yaşamla iç içe olduğunu fark etmek,

Deneyimlenmesi gereken herşeyi; ama herşeyi, olduğu gibi kabullenme gereğini anlamak

Ve herşeyin ne kadar değerli olduğunu kavramak; tüm güzelliklerin değerini bilmek.

Sevgiyle, Aşkla, Dostlukla.

Tarık Toraman

10.Temmuz.2008

 
Toplam blog
: 38
: 629
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba, MilliyetBlog 'un ilkeli yönetiminin yanı sıra; sağlamış olduğu sürekli gelişim içindeki ..