Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ağustos '14

 
Kategori
Kitap
 

İrtidat: Ve Tanrı kendini yarattı

İrtidat: Ve Tanrı kendini yarattı
 

AGARTA'NIN IŞIĞI SÖNMEK ÜZERE...


Sizlere ikinci kitabım “İrtidat”tan bahsetmek istiyorum. 2013 senesinde Yakın Plan Yayınları'ndan çıkan fantastik kurgu tarzındaki bu kitabım birçok eleştiriyi de beraberinde getirdi. Çünkü içinde; Allah, Atatürk, peygamberler gibi ülkemizde belli bir dokunulmazlığı olan değerlerin başrolde olduğu, tabulara meydan okuyan bir anlatım söz konusu...

Kitaba başlarken konunun Tanrısal mevzulara kadar uzanabileceğini öngörmemiştim. Hayal gücüm beni ne tarafa sürüklediyse o yöne gittim ve ortaya bu roman çıktı. Fakat sonuçta yazdıklarım beni yeterince tatmin etti ve “işte budur” diyebileceğim fantastik-bilim kurgu bir esere sahip oldum sonuç itibariyle.

Kitaba ismini veren kelime; yoldan ayrılmak, terk etmek, geriye dönmek, dinden çıkmak gibi manalara gelmektedir. Romanın sonunda herkes için ayrı ayrı kendi anlamlarını bulabilecek bir kelime bu... Tekrar ediyorum, İrtidat, merkezinde Mustafa Kemal ATATÜRK olan fantastik bir roman... Ancak bu demek değil ki anlatılanlar gerçek dışı... Nedense kitapta anlattıklarımın büyük oranda gerçek olabileceğine dair bir his var içimde. İstanbul kitap fuarında bir adam geldi standa. Elinde kitabım vardı. “Kitabınızı internetten aldım ve baştan sona iki kez okudum. Ve şunu çok merak ediyorum, bütün bunları nereden biliyorsunuz?” Ben tedirgin olmuş bir vaziyette adama izahat vermeye başlamıştım ki sözümü kesti. “Yazdıklarınız tamamen gerçek. Bütün bunları size kim fısıldadı bilmiyorum ama kitapta bahsettiğiniz kıyamet çok yakında...” dedi ve yanımdan uzaklaştı. Korku ve heyecandan ne yapacağımı bilemedim. Kalabalığa karışıp gözden kaybolan adamın deli olduğunu düşündüm ilk başta, fakat daha sonra adamın bahsettiği fısıldama mevzusu takıldı kafama. Bu olayı hatırlamak zaman zaman içimi ürpertiyor olsa da yazdığım kitabın sıradan olmadığı duygusunu veriyor bana.

Kitabımdan birkaç kesiti beğeninize sunuyor, hayal etmekten ve sorgulamaktan hiçbir zaman vazgeçmemenizi diliyorum.

İRTİDAT

“Lütfen, o gün neler konuştuğunuzu bilmek zorundayız.”

Mustafa bir an için sorguya çekildiğini hissetti. Ve bu durum hiç hoşuna gitmiyordu.

“Onu öldürdünüz. Benim için son derece değerli olan bir insanı insafsızca yok ettiniz ve hâlâ sizinle işbirliğine devam edeceğimi umuyorsunuz. Fikriye'yle ne konuştuğumuz sizi ilgilendirmez.”

“Bak Kemal! Onu biz öldürmedik, sadece uyarmak için...”

“Biliyorum! Kurşun yarasından değil, zatürreden öldü. Fakat bu, onu sizin vurduğunuz gerçeğini değiştirmiyor. Hastaneye gelmesine ve henüz tam olarak iyileşmeyen o narin bedeninin daha da güçsüzleşerek, tekrar nükseden o lânet hastalığa yenik düşmesine siz sebep oldunuz.”

“Ne yaptıysak, senin ve bu ülkenin iyiliği için yaptık. Seni Anadolu'ya gönderdiğimiz günü hatırlıyor musun? Tereddütlerin vardı. Fakat ne oldu? Bize güvendin ve başardık. Orduya girmeni tavsiye ettiğimizde de karşı çıkmıştın, bilim ve sanat dallarında ilerlemek istiyordun. Ve şimdi, geldiğin bu noktaya kendi çabalarınla ulaşmışcasına bir nankörlük içindesin. Seni biz yarattık Kemal, biz!”

“Birçok konuda beni etkilediğiniz ve yönlendirdiğiniz doğru, ama başardığım her şeyi kendi gücümle, kendi zekâmla yaptım. Şimdi size sormak istiyorum: neden Latife? Niye Fikriye değil de o? Oysa Fikriye benim için ideal bir eş olabilirdi.”

“Duygusallığı bırak lütfen. Biliyorsun, teşkilatımız içinde seni yok etmek isteyenler var. Bunlar, geleceği kestiremeyen kişilerin oluşturduğu bir grup... Bunların Kurul içindeki adı Cahiller'dir. Bu adı onlara niye verdik biliyor musun? Çünkü bizim farkında olduğumuz gerçeklerin fersah fersah uzağındalar. Gündelik siyasetin aldatıcılığına kapıldıklarından, kimisi İngiltereci, kimisi Almanyacı olmuş; seninle ilgili olarak kurguladığımız geleceğin ve bunun muhtemel sonuçlarının neler olabileceğiyle ilgili ilgili en ufak bir fikirleri dahi yok. Aptalca bir ideolojinin peşine düşmüşler, kendilerince strateji yapıyorlar. İşte sırf bu yüzden sana defalarca suikast girişiminde bulundular.”

“Adamlarınıza sahip çıkamıyorsunuz! İçinizdeki vatan hainleri çok yakında yaptıklarının cezasını çekecekler. Hiçbirine acımayacağım. Kurul'un onları durdurmaya gücü yetmiyorsa, ben de kendi işimi kendim yaparım.”

“Bizim temel ilkemiz; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik... Herkes verdiği kararlarda özgürce davranır. Her ne kadar özgür iradeye karışmıyorsak da biz istemediğimiz sürece kimse seni öldüremez.”

“Bu bir güvence mi, yoksa tehdit mi?”

...

“Sona çok yaklaştık. Bu saatten sonra hiçbir hata istemiyorum.”

“Her şey kontrolümüz altında efendim.”

“Mustafa Kemal'in gözlerini kapamasına sadece dakikalar kaldı. Keşke bu kadar dik başlı olmasaydı da birlikte çalışmaya devam etseydik. Yine de çok faydası oldu. Onun gibi birisini kaybetmek gerçekten çok üzücü... Bu ülke için tasarladığımız daha çok şeyler var. Hele bir ölsün, hemen planımızı devreye sokacağız.”

“Bu planda görev almaktan onur duyarım. Eğer uygun görürseniz ben her türlü insiyatifi almaya hazırım.”

“Sana tahmin ettiğinden de öte görevler vereceğiz. Senden o kadar memnunuz ki...”

“Biraz önce Latife Hanım'la görüştüm. Çok üzgün... Mustafa'ya son bir şans vermemiz için adeta yalvardı.”

“Bu kadın beni delirtiyor. Unutamadı gitti şu adamı. Ona kaç defa söyledim; 'sakın aşık olma, işini yap sadece' dedim, ama anlatamadım. Neyse, üç beş gün ağlar ondan sonra keyfine bakar. Söyle ona, ilerleyen günlerde sessizliğini bozar da bize ihanet ederse onun da ipini çekeriz.”

“Peki ilk iş olarak ne yapmalıyız, bundan sonra nasıl bir politika izleyeceğiz?”

“Yapacağımız ilk şey Kemalizm'i yok etmek olacak.”

...

Saatler sonra, uyuyakaldığı yerden doğrulduğunda dalgaların daha da hırçınlaştığını farketti. Saatine baktı, vakit epeyce geç olmuştu. Ama... Büyük bir şaşkınlık içindeydi. Çünkü hava hâlâ aydınlıktı.

Biraz sonra yanına gelen üç kişiyle beraber, renkli taşlarla süslenmiş ve üzerinde yer yer altın işlemeli garip sembollerin yeraldığı son derece güzel bir at arabasına binip, küçük bir kasabayı andıran o yere geldiler. Meraklı gözlerle ona bakmakta olan insanların arasından yürüyüp, kapısında Piri Reis'in haritasının olduğu bir eve girdiler.

Mustafa ve diğer üç kişi yemek salonuna geldiklerinde, masada oturan sekiz kişi hep birden ayağa kalkıp avuçlarını patlatmak istercesine bir arzuyla alkışlamaya başladılar.

“Hoş geldin ey Agarta'nın başkanı!”

...

“Binlerce yıldır yer altında yaşamakta olan bu uygarlıktaki insanlar; benimle konuşabilmek, en azından sesimi duyabilmek için o kadar uğraş verdiler ki? Oysa sen ne kadar şanslısın! Çünkü seninle konuşuyorum ve de hepsinden önemlisi sana 'oğlum' diyorum. Ne olur sen de bana 'baba' de! Gelelim şu karanlık meselesine... Kâinat iki temel madde etrafında şekillenmiştir: ışık ve karanlık. Hiçbir şey var olmadan önce sadece ben vardım. Işık, yaratılışla birlikte ortaya çıktı. Tanrı dahil gördüğün – göremediğin, hayal ettiğin – edemediğin her şey ama her şey benden meydana geldi. İlk önce ben vardım ve senin de yardımınla, en son olarak yine ben var olacağım, sadece ben...”

“Anlattığın bu hikâye doğru ise... Sen... Sen Tanrı'sın.”

“Hayır. Beni dinlemiyor musun? Ben Tanrı'dan önceyim diyorum sana! Lütfen şunu düşün; Tanrı, yaratmaya başlamadan önce, o sonsuz geçmiş zaman boyunca ne yapıyordu?”

“Bilmiyorum. Herhâlde tek başına çok sıkılıyordu.”

“Hayır, tek başına olan bendim, hep ben... Ve hiç sıkılmıyordum, aksine çok mutluydum; çünkü ben yalnızlıktan hoşlanırım, yaşam ve madde çoğaldıkça ben eksilirim, onlar benim sonsuz servetimi çalan ve sürekli beni azltama gayreti içinde olan hırsızlardır. Tanrı, o ilk yaratılış kıvılcımı ile var olmaya başladı. Daha öncesinde Tanrı diye bir şey yoktu. Yaratılış , ışık vasıtasıyla meydana gelen bir durum iken, ışığı yaratan ise Tanrı idi.”

“Dur biraz, kafam çok karıştı. Ben Tanrı'nın ezeli olduğunu zannediyordum. Eğer bir başlangıcı varsa, Tanrı'yı kim yarattı? Sen mi?”

“Tanrı'yı kimse yaratmadı. Şu anda bunu anlaman mümkün değil, fakat yine de her şeyi en baştan anlatmak istiyorum.”

...

Kadın tir tir titreyerek salya sümük ağlıyor ve durmaksızın istavroz çıkarıyordu.

“Sana minnettarım Meryem Ana! Her şey için şükranlarımı sunuyorum.”

Merili bileziğindeki düğmeye uzunca bastı. Ve bir anda denizaltına geri döndü. Dani ve Kuuz hemen yanına geldiler.

“Nasıldı? Hallettin mi?” diye sordu Dani.

Merili gülümseyen bir yüzle arkadaşlarına baktı. Gözlerinden dökülen yaşları eliyle silmeye çalışarak şöyle dedi:

“Bana bu mutluluğu yaşattığınız için çok çok teşekkürler. Evet, kadını ve bebeğini kurtardım. Kadıncağız ayaklarıma kapanıp dakikalarca ağladı. Bana 'Meryem Ana' deyip durdu, bunun ne manaya geldiğini daha sonra bana açıklamanızı umuyorum. Fakat... Asıl mesele şu ki yardım etmek, iyilik yapmak... Bunlar çok güzel duygular... Ve ben bu işi sonsuza dek hiç sıkılmadan, büyük bir keyifle yapacağım.”

“Kuuz'la birlikte zaten yıllardır bu görevi yerine getiriyoruz. Senin için ise başka planlarımız var.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Buraya geldikten sonra uzun uzun düşünme imkânı bulduk. Tamam, zamanda gezmek eğlenceli bir şey, fakat madem böyle bir imkâna sahibiz, neden daha değerli idealler için uğraş vermeyelim ki dedik kendi kendimize. Ve şu görmekte olduğun bilgisayarı icat ettik.”

“Evet, ben o kadın ve bebeğini kurtarmaya gitmeden önce de bilgisayara bakıp aranızda bir şeyler konuşmuştunuz.”

“Bu alet zamandaki sinyalleri kaydediyor. İnsanlar zor duruma düştüklerinde ve her türlü ölüm-kalım hallerinde, evrene frekansı çok yüksek birtakım sinyaller yollarlar. Aslında bunu yaptıklarının farkında bile değillerdir. İşte biz bu sinyalleri görebiliyoruz. Zaman ve mekân bilgisini aldıktan sonra gidip o kişiye yardım ediyoruz.

Artık bu iş bizim yeni görevimiz... Dünyaya gidişlerimiz esnasında benim adım İlyas, Kuuz'unki ise Hızır oldu. Bu isimleri bize insanlar verdi. Milyarlarca sinyal alıyoruz ve hepsine yetişmemiz mümkün değil. Bu yüzden yavaş yavaş da olsa bu gemiyi yeni iş arkadaşlarımızla doldurmak zorundayız. Buradan dünyaya kim giderse gitsin, hep o iki ismi kullanacak bundan sonra.

Fakat söylediğim gibi... Senin başka bir görevin olacak. Yapacağın iş hepimizinkinden çok daha önemli ve değerli...”

“Nedir o?” diye sordu tedirgin bir ifadeyle.

“Zaman sarmalı içinde tıkanıklığa sebep olan birtakım kişiler var. Senin görevin... onları öldürmek...”

...

“Ben Mustafa Kemal ATATÜRK... Türk halkının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bugün gelmiş olduğu nokta beni son derece üzmekte. Ülke ikiye bölündü, iç savaşlarda milyonlarca insan öldü. Kürt kökenliler doğuya, Türk kökenliler batıya sürgün edildi, nice katliamlar yaşandı.

Şu an Kürdistan topraklarında gözlerden uzak bir yerde bu satırları yazarken yaşadığım sıkıntının büyüklüğünü kelimelerle ifade etmem olanaksız. 1938'de gerçekten ölseydim de vatanın bu hallere gelişine hiç tanık olmasaydım.

Fakat kaleme aldığım şu satırları okuduğunuzda göreceksiniz ki mesele Türklük-Kürtlük meselesinden ve beyhude ölümlere yol açan siyasi didişmelerden çok daha ciddi... Bütün dünyayı, hatta kâinatı ilgilendiren ve kimsenin kolay kolay inanamayacağı türden birtakım gerçeklerden bahsetmek istiyorum.

 
Toplam blog
: 8
: 2692
Kayıt tarihi
: 11.12.10
 
 

İşletme mezunuyum. Bir kamu kuruluşunda çalışmaktayım. İlk kitabım olan "Kadının Eti Erkeğin Serv..