Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kabilemizin yeni totemi: piyasa

Kabilemizin yeni totemi: piyasa
 

Türkiye topraklarında yaşayan insanlar olarak, soyutlama yeteneğimizin çok fazla olduğu iddia edilemez. Daha çok, somut düşünür ve somut şeylerin peşinden koşarız. Hele kısa sürede sonuç alınabilecek olaylar bizi fazlasıyla cezbeder. Uzun vadeli ve soyut konular bizi fazla ilgilendirmez. Tarihsel olarak, felsefe başta olmak üzere düşünsel alanda verimli olmadığımız da, sanırım, kabul edeceğimiz bir gerçektir. Yoksa, uluslararası düzeyde tanınan yazar, şair, felsefecilerimizin vb. sayısının iki elin parmakları kadar olması başka nasıl açıklanabilir ki?

Soyut düşünmekten uzak dururken, yaşantımızı doğrudan ilgilendiren bazı sorunlarda, sorumluluğu, sözün tam anlamıyla birtakım ‘masal’ kahramanlarına yükleriz. Örnek mi istiyorsunuz? Alın size enflasyon ve trafik canavarları. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün aylık yayınladığı enflasyon verileri, gazetelerin ön sayfalarında masal kitaplarından fırlamış, ejderha figürleriyle birlikte sunulur.Eğer enflasyon düşüyorsa garibim canavarın boynu bükük, gözü yaşlıdır; enflasyon yüksek çıkmışsa gel keyfim gel, ejderimin ağzından ateşler fışkırıyordur. Sanki gerçekten bir canavar varmış ve ekonominin genel fiyat düzeyiyle oynuyormuş gibi bir hava yaratılır.

Trafik canavarı ise biraz daha farklıdır; kazaya sebebiyet veren, soyut ve ne zaman saldıracağı belli olmayan bir canavardan ziyade- aslında, enflasyon canavarı da aylık ve yıllık olarak, tüketici ve üretici fiyatlarına saldırmaktadır- araba sürücülerinin, Stephen King romanlarını aratmayacak biçimde, birdenbire çıldırıp felaketlere neden olmasıdır söz konusu olan. Sürücünün eğitiminden tutun, araba kullandığı anki halet-i ruhiyesi falan bir anda unutulur ve meydan, azgın bir trafik canavarına terkedilir. Bu arada toplum olarak vicdanımız da mengeneden kurtulmuş olur. "Oh be!" deriz kendi kendimize.

Canavarlara ekleyebileceğimiz bir de ‘mihraklar’ bulunmaktadır. Bu mihraklar her ne kadar ‘iç’ ve ‘dış’ olarak ikiye ayrılsalar da, sürekli beraber dolaşır ve ortalığı karıştırırlar. Sıfatsız olarak anılmakla birlikte, bu arkadaşların tarihsel süreçte ‘bölücü, anarşist, terörist, yıkıcı, komünist vb...’ ile isim tamlaması oluşturdukları çokça görülmüştür. Hemen her duruma kolaylıkla uyabilen bu "mihraklar"ın, futbolda bile etkisi olmuş ve değerli futbol insanı Mustafa Denizli'nin katkısıyla, literatüre "içimizdeki İrlandalılar" kavramı yerleşmiştir. Örnekler daha da çoğaltılabilir, topraklarımızın bu konuda oldukça verimli olduğu hepimizin malumu.

Bu türden yol gösterici, fikir açıcı kavramların arasına son zamanlarda bir tanesi daha katıldı: Piyasalar.

Günlük ekonomi haberlerini izleyen ortalama bir Türkiye insanı bu kavramla sürekli karşılaşır durur. Televizyonda ekonomi yorumcuları lacivert ceketleri, beyaz gömlekleri ve şık kravatlarıyla -pantolonlarını genelde göremeyiz, çünkü masa altında kalır- bize, piyasaların günlük hareketlerinden söz eder. Borsa endeksi yükselmiş ya da inmiş; dolar, Türk lirası karşısında şu kadar değer kazanmış; repo faizleri de "yatay seyretmiştir". "Yatay bir seyir izledi" de varolan kullanımlar arasındadır. Kuşkusuz burada kastedilen, evde televizyon karşısında, yatarak film izlemek gibi bir şey değildir. Önceki bir döneme ait bir verinin çok fazla değişmemesidir. Ama bu, işin jargonudur bir yandan da.

Piyasanın yanında, bir de ‘oyuncular’ vardır. Bu arkadaşlar, adlarından da anlaşılacağı üzere oyun oynar. Küçükken oynadığımız ‘monopol’ benzeri bir hadisedir aslında konuştuğumuz. Ufak bir farkla tabi ki; monopolde kağıttan oyuncak paralar kullanılırken, burada dişimizden, tırnağımızdan biriktirip tasarruf ettiğimiz ve ‘yatırıma’ çevirdiğimiz gerçek varlıklardır değiş tokuş edilen. Piyasa oyuncuları bankalardır, aracı şirketlerdir, yatırım fonlarıdır ya da mali varlığı tüm piyasayı etkileyebilecek denli kudreti olan birtakım ekonomik ‘mihrak’lardır. Borsanın yükseldiğini duyup “bismillah" deyip giren ve sonunda -sözümü mazur görün- kıç üstü oturan; biriktirdiği parasını yükselecek diye dolara yatırıp, ardından satış dalgalarında gemisini yüzdüremeyip kayalara bindiren ‘normal’ yatırımcılara ise ‘oyuncu’dan ziyade, ‘oynatılan’ demek daha ‘rasyonel’dir diye düşünüyorum.

Turgut Özal'ın ömrünün vefa edip de göremediği en büyük başarısı, sanırım ekonominin günlük yaşamdaki yerinin olağanüstü bir şekilde büyümesidir. Rahmetli de zaten, aynı Kemal Derviş gibi ‘ekonomiden anlayan adam’ imajı yaratmamış mıydı? Şu an yattığı yerden kalkıp da bakabilse, ektiği fidanların nasıl büyüdüğünü görürdü de, hiç olmazsa partisinin yaşadığı seçim bozgunu karşısında duyacağı üzüntü hafiflerdi.

‘Halkımıza’ gelince; liberal teorinin, kendi bireysel faydasını ençoklaştırma amacını güden rasyonel bireyi ‘homoeconomicus’, tüm sokakları kaplamıştır. Cebinde ‘oynayabileceği’ kadar parası olan her vatandaşın, gözü kulağı dolarda, borsada ve faizdedir. Ekonomi aynı futbol gibi, hemen herkesin üzerinde rahatlıkla akıl yürütebildiği, canının çektiğince asıp kesebildiği bir alan haline gelmiştir. At yarışlarını da bu ikilinin yanına eklerseniz, ‘teslis’ tamamlanmış olur. Acaba diyorum, memlekette yıllardan beridir bir sol parti ya da hareketin güçlenememesinin göz ardı edilen nedenlerinden birisi de ‘halkımız’ın piyasanın genel mantık ve ideallerini içkinleştirmiş ve toplumsal dayanışma duygularından sıyrılmış olması olamaz mı?

Her ne kadar herkesin piyasa ve ekonomi hakkında dağlar kadar fikri olsa da, bir de bu işin asli sahipleri vardır. Onları genelde tv ekranlarında izler, gazetelerdeki köşelerinde okuruz. "Paranızı şuna yatırın, buradan çıkıp, oraya girin" biçimindeki yorumlarıyla, yaşamımıza renk katmaya başlamış, yeni ‘gurme’lerden söz ediyorum: Ekonomistler.

Kadın ya da erkek olabilirler; yaşları farketmez; hemen hepsi MBA ‘yapmıştır’, yahut finans tahsil etmiştir; yaşamlarının bir dönemi yurtdışında, ama özellikle ABD'de geçmiştir; ‘beyaz’, hatta ‘bembeyaz’dırlar; aralarında siyasal görüş farklılıkları olabilir, ama tamamı ekonomi deyince serbest piyasa rejimini anlar ve herkesi piyasa ile uyumlu çalışabilecek partilere oy vermeye çağırırlar.

Piyasanın nabzını elinde tutan, ‘o’nun nelerden hoşlanıp nelerden nem kaptığı hakkında tam bilgi sahibi olan bu arkadaşlardır. Örneğin hepsi bilir ki, piyasanın can düşmanı ‘popülizm’ illetidir. Piyasanın doğal dengesine ulaşmasına engel olan bu hastalık, devletin düzgün işleyişine de geçit vermez. Ekonomiyi popülist siyasetçilerin elinden kurtarıp, kendi doğal akışına bırakabilsek neler olacaktır neler!! Aynı minvalde geçtiğimiz senelerde gelişen bir başka ‘muhabbet’ de siyasetin, ekonomiden elini çekmesidir. Eğer bu gerçekleşirse, nasıl dalından kopan elma yere -ya da dalın altındaki vatandaşın kafasına- düşerse, tüm ekonomik dengeler de kendiliğinden tesis olacaktır.

Toplumsal yaşamda piyasaları ürkütecek her türlü girişimden mümkün mertebe uzak durulmalıdır; sonra alimallah faiz ve döviz yükselir, borsa düşer, üç kuruşumuz bir buçuğa iner.

Sanırım, hiçbir çocuk ana babasına, ekonomistlerin piyasaya güvendiği kadar güvenmez. Ve yine aynı zamanda dünya üzerinde, bu kadar sistematik bir biçimde yanılgıya düşen, meslek kazası yapan başka bir grup yoktur; bir doktor düşünün ki, her ameliyatında hastanın içinde gazlı bez, neşter, makas unutuyor. Ama bankalarımız ve büyük iş adamlarımız, bu arkadaşların derin ve engin bilgilerinden yararlanmadan edemez ve onları yanlarından ayırmaz. Haksızlık yapmak istemem, ama piyasa ve ekonomik gidişat hakkında yaptıkları yorumlarla çalıştıkları kurumun belli bir vadedeki çıkarları arasında pozitif korelasyon var mıdır diye de sormadan edemem.

Belki birilerinin ekmek parasıdır bu “işler”; tamam ama sonuçta olan, piyasa denen “canavara” karşı savunmasiz kalan sıradan insanlara oluyor.

 
Toplam blog
: 10
: 2789
Kayıt tarihi
: 16.11.06
 
 

1971'de, güneşli bir kasım günü doğmuşum. Eskişehir'in kışın çamurlu, yazın tozlu kaldırımlarını, Po..