Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '06

 
Kategori
Müzik
 

Sallan yuvarlan

Sallan yuvarlan
 

Memlekette rock müziğinde bir canlanma olduğu aşikar. Bundan on sene önce albüm yapma şansı neredeyse sıfır olan birçok genç grup, kendilerini bekleyen aç kitleye açılma fırsatı buldular. Ciddi bir nitelik sorununu uzunca süredir yaşayan müzik piyasamız, bu genç ve delişmen grupları hazmetmekle meşgul şu aralar.

Aslında rock müziğinin memleket sathında yükselişinin tesadüf ya da “şansımızı bir de bunlarda deneyelim” şeklinde “projection” yapan prodüktörlerin tercihi ile açıklanamayacak nedenleri var. Kısa ama öz bir açıklamayla, bunun vakti gelmişti ve hatta bu yayılma gerçekleşmese tuhaf olurdu.

Rock, her şeyden önce, modern insanın ve şehrin müziği. Köken olarak yoksul siyahların yüzlerce yıllık müzikal birikimine ve işçi sınıfı gençliğinin el yordamıyla arayıp bulduğu kendini ifade ediş tarzına dayansa da, ortaya çıktığı günden bu yana evrilerek başka bir şey haline geldi. Kendi içinde birçok alt dala ayrıldı, diğer müzik türleriyle harmanlanarak yeni mecralara aktı. Elektronikle de, klasik müzikle de, cazla da müzikal olarak; şeytancılıkla da, sıkı sol muhaliflikle de ve hatta bazen dindarlıkla da ama çoğunlukla da “sex, drugs and rock’n roll”la içerik olarak rezonansa girdi. Rock müziği bugün yukardakilerin hem hepsini kapsayan hem de onların dışında kendi başına bir şey olan bir akım haline geldi. Hatta kendi içinden çıkan muhalif punk akımını bile yola getirip kendi içinde tuttu.

Bu akımın önemli bir özelliği de şehire ve onun yaşantısına ait olmasıdır. Modernizmin temel yaşam alanı olan şehirlerin sesini kendi sesi haline getirdi. Kır, köy ve doğa temalı çalışmaları barındırsa da, bu temalar da özünde “şehirden kaçıp kırlarda var olan sonsuz huzuru aramanın” ütopyasından öteye gidemedi.

Çok genel ve kısa bir yargıya ulaşırsak, rock müziği bugün tüm yönleriyle yaşadığımız dünyanın müzikal izdüşümü olma özelliği taşıyor. İçinde ekonomi var, büyük para var, başkaldırı var, politika var, seks var, uyuşturucu var, var oğlu var.

Türkiye’ye gelince, aslında rock’ın doğumuyla eşzamanlı olarak buralarda da büyük şehirlerin elit kolejlerinde okuyan öğrencilerin kurduğu orkestra ve gruplarla bu müzik yapılmaya başlandı. Anadolu halk müziği ve arabesk etkisiyle özgül bir mecra bulan rock müzik, güdük de olsa kendi akımını yarattı ve günümüze kadar da geldi. Altmışlı ve Yetmişli yıllarda politik atmosferden beslenen sözleri ve müzikal biçem olarak da yine o dönemin havasına uygun progresif ve saykadelik tarzlarına yaslansa da, aslında ortaya konan çalışmaların özünde halk müziğinin rock enstrümanlarıyla icrasından çok da farklı olmadığı söylenebilir. Arada, Cem Karaca’nın Yetmişlerin sonunda yaptığı “Yoksulluk Kader Olamaz” ile “Safinaz”ı ve Bülent Ortaçgil’in yine aynı yıllarda yayınladığı “Benimle Oynar mısın?” albümünü bir kenara koyacak olursak, bu dönemde rock adına yapılanın onda dokuzu Anadolu tarzıydı. Ayrıksı bir örnek olarak, dönemin “babalarından” Erkin Koray başından beri Arap-Hint etkili bir şeyler yapıyordu. Dönemin hakim tarzı olan arabeskin en rafine ve müzikal anlamda en modern temsilcisi Orhan Gencebay, kendi türü içinde ayrı bir tartışmayı hak ediyor ve bende yarattığı his bakımından öteden beri rock müziğine oldukça yakın duruyormuş gibime geliyor.

Seksenli yıllarda hem depolitizasyonun hem de dışa açılmanın birlikte işlemesi ve dünyada da rock müziği içinde hard rock-heavy metalin egemenliği ele geçirmesiyle, büyük şehirlerimizde amatör ya da yarı profesyonel heavy metal grupları kuruldu. Çoğu şu an aktif olmayan veya kırk yılda bir konser vermek için bir araya gelen bu grupların albüm yayınlamayı başaranları da pek uzun soluklu olmadı ve hak ettikleri dinleyici kitlesine kavuşamadılar. Düşük prodüksiyon ve kullanılan kayıt teknolojisinin geriliği bu başarısızlığın gerisinde yatan önemli nedenler olmakla birlikte, bence asıl faktör, Yetmişler boyunca hakim tarz olan Anadolu Rock’ın kendisini yeniden üretebilecek toplumsal koşulları bulamaması ve müzikal anlamda kendi sınırlarına dayanması nedeniyle can çekişmesi ve Türkiye’deki rock müziği içinde ana akımın ortadan kalkmasıdır. Eskisi ölmekte ama yenisi doğmakta zorlanmaktadır. Bu yıllarda özgün ve tekil bir örnek olarak İlhan İrem’in yaptığı “Pencere” ile başlayan senfonik rock üçlemesi gösterilebilir.

Bence, bu dönemin sonlarına doğru ortaya çıkan Bulutsuzluk Özlemi olmasa, yerli rock müziğimiz oldukça güdük kalırdı. Bulutsuzluk Özlemi, hem evrensel kalıplarla rock yapabilmeyi hem de bu müziğe Türkçe söz yazabilmeyi doğru düzgün beceren ilk gerçek grup olsa gerek. Yetmişler boyunca türkülerin yeniden yorumlanması ve şiirlerin şarkılaştırılmasından ibaret olan rock müziğe, gizleme gereği duymadıkları politik tavırları ve özgün sözleriyle gerçek anlamda müdahale ettiler. Müzikal olarak da rock müziği doğru kalıplar içinde yeniden üretiler. Bulutsuzluk Özlemi’nin yanı sıra, her biri nitelikli müzisyenlerden oluşan ve yayınladıkları üç stüdyo, bir de konser albümüyle yerli rock müziğinin sınırlarını fusion ve progresif rock’a dayandıran Mozaik grubunu da unutmamak gerekir.

Doksanlı yıllardan, özellikle de bu yılların ikinci yarısından başlayarak Türkiye’de bir rock patlaması yaşandı. Büyük şehirlerde zaten on yıldan uzun bir süredir belli bir dinleyici tabanı oluşmuştu. Batı’da yayınlanan hemen her albüm buralara da gelir oldu. Seksenler boyunca gelişen ve batılı değerleri benimsemiş yeni orta sınıfın parasını bu alanda harcamaya hazır olmasıyle birlikte, uluslararası şöhrete sahip rock müzisyenleri yıldan yıla artan sayıda konser vermeye başladılar. Sevenlerinin ancak rüyalarında görebileceği Jethro Tull konser vermeye geldiğinde yıl 1991’di ve yanılmıyorsam beş kez daha geldiler. Metallica ve Deep Purple ikişer kez geldi; Rolling Stones, Uriah Heep, Iron Maiden, Page-Plant ve hatta Roger Waters bile geldi. Belli bir “görgü”ye kavuşan rock ortamımız, internet ve teknolojinin faziletlerinden de fazlasıyla yararlandı. Rock’ın her türünün dinleyicisi oluştu ve bununla kalmayarak her türün icracısı da ortaya çıktı. Şu an neredeyse sayısız grup amatör, azımsanmayacak sayıda grup da profesyonel olarak işin içinde. Bilgisayar sayesinde evde kayıt yapabilmek ve bu kayıtları da internet üzerinden dinleyicilerle paylaşmak mümkün olduğu için, ortada, bundan otuz yıl önceyle kıyaslanamayacak kadar çok sayıda rock müzisyeni var.

Bence bu, yerli rock müziğimiz için hayırlı olmuş bir gelişmedir. Bütün müzisyenlerin nitelikli ve kalıcı olduğunu söylemek çok zor ama bu süreçte mutlaka ayakta kalacak ve önümüzdeki dönemde müziğe damgasını vuracak isimler olacakır. Kişisel favorilerimin başında Mor ve Ötesi var. Ayrı bir yazıyı hak eden bu grubun yanına Şebnem Ferah, Nekropsi, Replikas ve Baba Zula eklenebilir.

Bu bolluk içinde yine de bana buruk gelen bir taraf var ki onu da paylaşmalıyım. Bundan yirmi yıl önce, Eskişehir’de kaset doldurmak için arasında mekik dokuduğumuz iki ya da üç plakçı dükkanını, İstanbul’a her gelişimde ilk fırsatta soluğu aldığım Ortaköy ve Bahariye’deki rockçı kaset tezgahlarını gözümün önüne getiriyor ve o kıt ortam içinde doldurttuğumuz kasetlerin, şu an iki saatte “download” ettiğimiz bilmem ne formatındaki müzik dosyasına göre daha heyecan verici olduğunu düşünüyorum. Şu an on altı, on yedi yaşındaki yeni rockçı arkadaşların bunların hemen hiçbirinden haberdar olmaması veya burukluğumu hissedemeyecek olması da ayrı bir yazının konusu olsun.

 
Toplam blog
: 10
: 2789
Kayıt tarihi
: 16.11.06
 
 

1971'de, güneşli bir kasım günü doğmuşum. Eskişehir'in kışın çamurlu, yazın tozlu kaldırımlarını, Po..