Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '09

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

Lizbon Gezi Notları Üçüncü Bölüm

Lizbon Gezi Notları Üçüncü Bölüm
 

Club De Fado


LİZBON GEZİ RAPORU 25- 29 OCAK 2009 

“Bana yaşamayı öğreten fadolar olmasa,  

Bu soğuk havada beni saran şal,  

Unutana kadar ağlayacağım bir deniz,  

Pencereli bir ev ve kayıklar olmasa,  

Umutsuzca sokakların arasından geçerim. 

Beni çağıran isimlerin hiçbirisi değilim ben,  

Sadece ay renkli karanlık bir giysiyim. 

Bana aşık olunduğunda da üzüntülü bir fado..”. 

(Cor de Lua-Misia ). 

xx 

Portekiz’in Blues müziği olarak da söylenen Fado, on dokuzuncu yüzyılda Alfama’nın dar sokaklarında doğmuş. Denize açılıp ta dönemeyen, ancak günlerce deniz kenarında yolları gözlenen eşlere, sevgililere duyulan özleme yakılan bir ağıt.. Önceleri tavernalarda, randevu evlerinde, batakhanelerde rağbet gören Fado, daha sonraları Portekizlilerin melankolik ruh yapısının ifadesi haline gelmiş. Fado’nun Brezilya ve Afrika kökenli şarkılarında acı, tutku, keder ve pişmanlık anlatılır. Özlemleri, karşılıksız aşkları, aşklarını unutanları ve unutamayanları, kısacası hayatı anlatan Fado, bu yönü ile de Tango’ya benzer. Fado’da anlatılan duyguya ‘Saudade’ denilir. Lizbon Fado’sunu Fadista denilen kadın şarkıcılar söyler. Şarkılara genelde on iki telli Portekiz gitarlarıyla iki müzisyen eşlik eder. Yüz elli yıl önce ölmüş olan ilk Fado şarkıcısı Maria Severa’nın anısına saygı göstermek için bugün bile fadistalar omuzlarında bir şal taşır. Fado kulüplerinde, her fadista üç şarkı söyleyip çekilir. Bu kulüplerde genelde altı, yedi fadista sahneye çıkar. Fadistalar kesinlikle mikrofon kullanmazlar. Fadista, şarkısına başlamadan önce ortamda mutlak bir sessizlik oluşur, her türlü servis kesilir.. Çok duygu yüklü, titreyen ve dalgalanan pürüzsüz sesleriyle, sözlerini anlamasanız bile büyük bir hüzüne sokar fadistalar sizleri.. Yakarış, ağıt, özlem ve bir parça da başkaldırı içeren fado şarkıları, hayranı olduğum mübadele acılarının rebetikolarını, fadistaların hüzünlü haykırışları da, artık hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek özlemlerini seslendiren Rebetlerini çağrıştırır sizlere.. 

xx 

“Kavgasını verdiğim, yüreğim kan revan olup vazgeçemediğimsin..
Tek'sin... Sonsuza dek'sin.. Soluk almak, yorulmak, gülümsemeksin...” 

xx 

Gelmiş geçmiş Fadistaların en ünlüsü ve en ustası ise hiç kuşkusuz Amalia Rodrigues'dir. Adı neredeyse bir efsane haline gelen Amalia Rodrigues, Fado denildiğinde akla ilk gelen kişi. Onun dışında Dulce Pontes, Christina Branco ve Mafalda Arnauth'da önemli Fado yorumcuları olarak tanınmaktalar. Yeni nesil Fadistalar ise Mariza, Monica Molina ve Madredeus olarak sayılabilir.. 

Lizbon’a gelirseniz , duygu yüklü bu müzik türünü ıskalamamanızı önemle salık veririm.Bu konuda Lizbon’da çok sayıda bar, kulüp faaliyet göstermekteyse de, önerebileceğim tek yer Mario Pacheco’nun ( youtube ) “Clube De Fado” sudur. www.clube-de-fado.com 

 

Günümüzün sayılı Portekiz gitarı sanatçılarından biri olan ve kendisinin de çaldığı kulübünde, seçkin sanatçılarından çok güzel fado parçaları dinleyebilirsiniz.. Mekana mutlak rezervasyon ile gitmelisiniz.. Alfama’nın ara sokaklarında bulunan Cube de Fado’ya, yine, Azul hattında, Terriro do paço istasyonunda indikten sonra, biraz kaybolarak ve yürüyerek gitmek, harika bir seçim.. Mekanda şarabınız da dahil bir kişi 40-45€ gibi bir fiyata yemeğinizi de alabilirsiniz.. Fado konusunda son olarak sizlere bir kaç örnek vermek isterim: Amalia Rodrigues’i, Monica Molina'yı ve muhteşem sesiyle Madredeus’u, Alfama şarkısıyla youtube de izleyebilirsiniz. 

Lizbon’un şehir merkezinin biraz batısında kalan Belem bölgesine de gitmeden bu güzel şehirdeki gezinizi sonlandırmayın.. Bu bölge 25 nisan köprüsünün de ilerisinde , 15 no.lu hızlı tramvayların sizi 15-20 dakikada ulaştırabileceği bir bölge.. Belem’de geziye Torre de Belem veya Belem Kulesi ile başlanıyor. O dönemlerde, Belem Kulesi’nden nereye gideceklerinin yazılı olduğu görev emirlerini alan kaptanlar, ancak denize açıldıktan sonra mührü açarak hedeflerini öğrenirlermiş. Belem Kulesi, 1755 yılındaki depremde, yerinden iki yüz metre öne kayarak denizin içine oturmuş. Bundan sonra da deniz dolduruldukça neredeyse kara ile yeniden birleşmiş. Tejo Nehri’nin kıyısındaki geziye 1960 yılında yapılmış olan Keşifler Anıtı veya Padrao dos Descombrimentos ile devam edilebilir. Elli iki metre yüksekliğindeki anıtın üzerinde Denizci Henry elinde bir karavela tutarken uzaklara bakar. Yelkenlerini rüzgarla doldurmuş gemideki denizciler, bilim ve din adamları nehre dönmüş yüzleri ile geleceğe bakışı temsil eder. Anıtın önünde de, Salazar döneminde yapılmış olan dev bir dünya haritası vardır. Yine sahildeki muhteşem yapı, Jeronimos Manastırı, dikkatinizi hemen çekecektir. Bu yapının, inşaat masrafları baharat ticaretinden ‘kara biber parası’ adıyla toplanan vergilerden finanse edilmiş. 1496 yılında, Kral Birinci Manuel tarafından yapımı başlatılan inşaatta, Vasco da Gama tarafından Hindistan’dan getirilen beyaz kum taşları kullanılmış. Vasco da Gama, büyük yolculuklarına çıkmadan önce burada dua edermiş. Manueline stili de denilen Gotik tarzda yapılmış olan kilisenin içi, yüksek sütunlar ve çarmıha gerilmiş İsa heykeli ile dekore edilmiş. Hindistan seyahatlerinden birinde ölen Vasco da Gama’nın vücudu önce Cochin’de bir kilisede saklanmış. Manastırın inşaatı tamamlandıktan sonra da Vasco da Gama’nın ve onun yolculuklarını şiirlerinde ölümsüzleştiren şair Luis de Camoes’in kemikleri buraya getirilerek karşılıklı mezarlara konulmuş. 

Belem’de, ana bulvarda, Jeronimos Manastırı’ndan yaklaşık iki yüz metre uzaklıkta bulunan “Antiga Confeitaria de Belem” dünyanın en özel pasta evlerinden biridir. Pastanenin kapısından girmek, sonrasında kremalı tartlarından yiyebilmek pek kolay değildir. Ama pastanenin içine girdikten sonra oturacak yer hiç bitmez. Bir salonda oturacak yer kalmayınca başka bir salonun kapısını açarlar. Pastanenin komşusu olan bütün binaların alt katları pastanenin salonuna dönüştürülmüş. Belem’e gelen bütün turistler buradan geçer. Pastanenin manastırın yakınında bulunması da tesadüf değildir. Eski dönemlerde Portekiz tatlılarının en güzellerinin manastırlarda yapıldığı anlatılıyor. Rahipler, bu manastırlarda yaptıkları şarapları tortularından arındırabilmek için yumurta akı kullanırlarmış. Ellerinde kalan yumurta sarılarından da pasta yapmaya başlamışlar. 1834 yılında manastırlar kapatılınca da işsiz kalan rahipler pastacılığa soyunmuş. O günlerden bugünlere kadar gelen pasta formülü de özenle saklanmaya devam ediliyormuş. Kremalı tart ‘Pasteis de Belem’ in tarifini bilen kişi sayısı artık üç kişiye inmiş. Her sabah 07.00’de bu üç kişi bir odaya kapanarak özel bir hamur ile kremayı hazırlıyormuş. Sonrasında da pastanenin diğer çalışanları kendilerine teslim edilen hamuru pişiriyormuş. Tart satışı, hafta içi günlerde on bin, hafta sonu günlerde yirmi bin parçaya kadar çıkıyormuş. Herkesin pastanın yanında bir şeyler de içtiğini ve pastanın tanesinin de 0.90 Euro’dan satıldığını düşünerek bir hesap yapın. Bol tarçınlı yenilmesi tavsiye edilen bu pastanın başka hiçbir yerde yapılmasını istemedikleri için bayilik filan da vermiyorlar. Pasteis de Belem’ i burada yemek, gittiğimiz saat itibariyle bize kısmet olmadı. Ancak, dönüşte, Lizbon havaalanının gümrüksüz bölümündeki bir dükkanda görerek tadına bakma fırsatı buldum. Tek kelime ile mükemmel bir lezzet olan bu tartı mutlaka tadın. Esasen, şehirde ve otelde sunulan tüm pastane ürünlerinin , hiçbir Avrupa kentinde görmediğimiz ölçüde, alıştığımız lezzetlere uyumlu olduğu ve çok lezzetli oldukları konusu da bir gerçek.. 

Portekiz, et çeşitleri üzerine Brezilya restoranları, küçük atıştırmalık Pastelaria’ları, balık ve deniz ürünleri restoranları ile tam bir yeme içme cenneti. Genel anlamda fiyatlar bizim ülkemizden ucuz. Portekizliler, ayak üstü restoranlarda bir bardak şarap veya biranın yanında küçük deniz ürünleri tabağı yemeyi çok sevmekteler. Mevsiminde ızgarada pişirilen sardalye balığı bizim ülkemizde de olduğu gibi çok aranılan bir balık.. Pasteis de bacalhau denilen morina balığından yapılan kroketler, karidesli börekler, ızgara büyük karides ve ahtapot ızgara çok sevilir. Tuzlanıp kurutulmuş morina balığı daha sonra gratine edilerek fırında pişiriliyor. Üç yüz altmış beş farklı biçimde hazırlandığı söylenen Bacalhau alışık olmayanlara ağır gelebilir ama Portekiz mutfağının en özel yemeklerinden biridir. Beyaz şarap, sarımsak, domuz eti ve kum midyesi ile yapılan Porco a Alentejana; etin üzerine yumurta kırılarak hazırlanan Bife a Cafe; güveçte kuru fasulye Feijoada; kiremitte sucuk Choriço Assado akla ilk gelen özel yemeklerdir. Ekmek, sarımsak ve karidesle hazırlanan çorba Acorda, ekmekli köpekbalığı çorbası Sopa de caçao, lahana ve patatesle yapılan Caldo Verde, sucuk ve kırmızı şarapla pişirilen nohut, Arroz de linguiça veya sosisli pilav da mutlaka tadılmalıdır. Deniz ürünleri için Cervejaria Ramiro Avenida Almirante Reis 1-H 1100 mutlaka ziyaret edilmelidir. ( Tel. 21 847 57 70 ). Ayrıca deniz ürünleri için Pinoquio dos Restaudores 79, Portekiz mutfağı için Sao Jorge Kalesi civarındaki Casa de Leao, yeni mutfak deneyimleri için Cafe Rua de Cascais 57, bira ve meze için de Cervejaria Trindade Rua Nova da Trindade 20/C yi öneriyorum. 25 Nisan Köprüsü yakınındaki marinada ve Rossio Meydanı civarında bulunan bütün restoranlarda da çok güzel seçenekler bulacaksınız. Tabii ki alkollü içki alacaksanız, Portekiz’in ünlü şaraplarını söylememe her halde gerek yoktur.. Şarap seviyorsanız mutlaka free shoplarında veya şehirdeki büyük marketlerinde satılan yüzlerce çeşit porto şarabından örnekler getirmenizi salık veririm..Tabi havaalanı polisinin uçağa yanınızda sıvı almanızı engelleyeceğini de hatırlatarak.. Ayrıca meraklısına özel bir not: Continente marketlerinde dağlar gibi üst üste yığılı olarak satılan Lizbon’luların Bacalhau ve sair yemeklerle tüketmek için satın aldığı tuzlanmış ve kurutulmuş morina balığı ile Eski Samatya-Kumkapı meyhanelerinin vazgeçilmez mezesi çiroz lezzetini yakalamanız çok mümkün.. İstanbul’a dönüşümle birlikte yaptığım deneme ile sabittir. Yazmışken tarifini de vereyim: İnce dilimlediğiniz balık parçalarını bol sirkede bekletiyorsunuz.. Süresi size kalmış. Tuzu iyice çıksın derseniz 4-5 saat bekletin.. Sonra süzüp, bol dereotu döşeyerek , sızma zeytinyağı ile servis yapıyorsunuz.. Tabii yanında bir dilim kırmızı soğan ile.. Afiyet olsunJ … 

Sevgili Okurlar, yeterince uzattığımı düşündüğüm notlarıma, bir dördüncü bölümü eklemeden alışveriş meraklıları için de bir kaç şey yazarak son vereyim istiyorum.. Lizbon bu konuda da bizleri epey şaşırttı. Hiçbir Avrupa kentinde bu sayıda çok ve mükemmel yapıda alışveriş merkezini bir şehirde bulamazsanız. Tabi İstanbul’umuzu saymazsanız.. Ancak, nüfuslarının göreceli azlığından olacak, bizdeki gibi bir alışveriş çılgınlığına rastlanmıyor.. Bilinen her zincir mağazanın dışında çok zarif mağazalar bu AVM lerin içinde.. Alışveriş için bu AVM leri tercih edin.. Çok makul fiyatlı fırsatlar önünüze çıkabiliyor.. Her AVM nin alt katı Continente.. Portekiz’de Carrefour çekilerek tüm marketlerini bunlara devretmiş.. Ama her türlü alışveriş için mükemmel seçenekler veriyor. AVM lerin en büyük ve mükemmeli : “Colombo”. Azul hattında “Colegio militar/Luz” istasyonunda iniyorsunuz.. Pek dışarı çıkmadan AVM nin içindesiniz. Bir diğeri “Vasco di gama”.. Azul hattında “Alameda” da inip, “Vermelha” hattına geçiyorsunuz. Son durak “Oriente” zaten AVM nin içinde… İspanyol “El Corte İngles”in Azul hattında “Sao Sebastiao” da 12 katlı bir AVM si var.. Ayrıca “Amarela” hattında “picoas” da “Palacio Sottamaya” , Bairro Alto’da St.Caterina caddesinde “Marco Polo” ve 11 no.lu otobüslerle gidebileceğiniz “Complexo Das Amoreiras” Lizbon’un en büyük AVM leri.. 

Yazıma son vermeden önce söyleyebileceklerim şunlar olabilir: Lizbon, hiç ummadığımız bir şekilde bizlere sıcak gelen bir şehir oldu. Ünlenen çoğu Avrupa Metropolünden aşağı kalmayacak her konudaki olanaklarının yanı sıra, bölgesel özellik ve güzellikleriyle müthiş tatlar yakaladık.. Havaalanında işi gücü bırakarak yardımcı olan yaşlı temizlikçiyi, AVM nin asansöründe, çantasını daha korkusuz taşıyan eşimi, kendi diliyle; “Aman kapkaççılar var dikkat et kızım” diyerek uyaran ve bunu bir şekilde anlamamızı sağlayan yaşlı kadını, bizden insanları , Unutmadık.. Haylaz çocukluğumun Arnavut kaldırımlı sokaklarında bin bir türlü tacizime maruz kalan İstanbul’umun dünya güzeli tramvaylarını bize yaşatması bile , Lizbon’u “Tekrar ziyaret edilecekler” listemizin birinci sırasına yazmamıza yetti de arttı bile.. Bu notlarım, olası ziyaretlerinize rehber olabilecekse, ne mutlu bana.. Sevgiler Sunuyorum. 

Adil Atilla KARASU Şubat 2009 

 
Toplam blog
: 20
: 7419
Kayıt tarihi
: 29.01.08
 
 

Emekli Subayım.. Yıllarca memleketin çeşitli yerlerinde gezmek, belki de gezgin yapım nedeni ile ..