Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ne Ağlarsın?

Ne Ağlarsın?
 

.............................www.msxlabs.org.........................


Hadi bir düşün. Şu kısa ömründe, yaşadığın en zor günün hangisiydi? Hangisiydi, gökyüzünün kara bir tokmak gibi tepene tepene indiği, içinin nar gibi ateşe dönüp, yüreğinin çifte su verilmiş çelikten buza kestiği o günün. Hangisiydi Allah aşkına, n’olur hadi bir düşün.

Son model, lüks ama emanet bir arabanın içinde, üç arkadaşınla birlikte, dört takla atmıştın hani. Düzce’nin girişinde, buz gibi soğuk, göz gözü görmez bir tipinin hakim olduğu bembeyaz o kara gecede. Kime ne diyeceğini bilemiyordun. Gözünü kaybettiğini sanmıştın. Gizli-saklı bir gecenin kör dibine düşüvermiştin. Ambulans olmadığı için o halde beklediğin yol kenarında, sisler arasından çıkıp gelen bir yolcu otobüsünün arka beşlisine uzanıp dönmüştün Ankara’ya. Bu olabilir mi mesela hayatının en zor günü? Sanmam.

Bir de işsiz kaldığın gün vardı mesela. Ülkenin en büyük firmalarından birine girmiştin üniversiteden mezun olur olmaz. Mezun bile olmamıştın hatta tez verecektin daha. İzmir’de üç ay; staj, eğitim, oryantasyon derken tayinin İstanbul’a çıkmıştı. Maslak’taki beş yıldızlı lüks otellerden birinde kalmanı sağlıyordu firman. Evini ayarlayana dek. Otelden işe, işten otele derken Kadıköy’deki genel müdürlüğe çağırmışlar ve tezini vermediğin için diplomanı almadığını öne sürerek işine son vermişlerdi hani. Beş yıldızlı otelin on üçüncü katındaki lüks odandan eşyalarını toplayıp; Güneşli’de, bir apartmanın zemin katındaki kiralık dairenin bir odasında kalmakta olan bekar arkadaşının yanına sığınmıştın koskoca İstanbul’da. Bu olabilir mi mesela.

Yaklaşık iki ay Güneşli’deki o evde yaşadıkların içine işledi biliyorum. Sürekli makarna yiyor, ucuz biralardan içiyordunuz. Hem yatak hem somya olarak kullanılan tek ev eşyasının üstündeki süngeri yere koyuyor, biriniz somyada kalan şiltede, biriniz de yerdeki süngerin üzerinde yatıyordunuz. Bir tane yastık vardı. Aynı yastığa da baş koyardınız gerekirse ama somya dardı. Bir gece biriniz yastıkta yatıyor, diğeriniz etrafına nevresim sarıp yumuşatmaya çalıştığınız tavlayı yastık ediyordu kendine.

Güneşli, enteresan bir semtti. Başka bir ülkede gibi hissediyordun kendini. Ne doğup büyüdüğün orta Anadolu kentine benziyordu. Ne altı sene yaşadığın, tahsil gördüğün Ankara’ya, ne de Güzel İzmir’e. Burası, o muhteşem İstanbul da değildi zaten. Bunaldığını, daraldığını, nefes alamadığını duyumsuyordun. Acaba bu günlerin olabilir mi, hayatının en zor günü?

Bir de mesela askerdeki ilk günün, koğuştaki ilk gecen olabilir değil mi? Hani sabaha kadar uyuyamamıştın. İzmir-Karşıyaka yalısındaki, denize nazır şirket lojmanından çıkıp, seksen tane tanımadığın adamla aynı yatakhanede, bir demir ranzanın tepesinde uyumak ne mümkündü yahu.

Hani aslan gibi dayını kaybettiğin gün vardı bir de. Doktor-ilaç nedir bilmeyen, dağ gibi, kapı gibi, boylu-poslu, babayiğit, orta yaşlarındaki Dayıcığın; tam sekiz gün önce grip-öksürük şikayetiyle gittiği hastanede başlayan hayatının ilk hastalık macerasını, kan kanserinden yaşamını yitirmiş bir insan olarak noktalamıştı ya sekiz tane yirmi dört saat içerisinde. İçin akmıştı. Yaşadığına lanet eder olmuştun. Bu olabilir belki de o en zor günün kim bilir.

Sana bir şey diyeyim mi dostum? Bu bile değildi biliyor musun?

Bak, anacığın sağ, babacığın dağ gibi arkanda; sen otuz yedi, baban altmış bir yaşında olsa da. Dal gibi evladın yanı başında, sevgili karıcığın dizlerinin dibinde. Sıcacık yuvan, sıcacık aşın, ağrımayan başın, çatılmayan kaşın, huzur dolu yatağın… Bil kıymetini be dostum, bil kıymetini.

Şu yaşam denen döngünün içinde haksızlıklar hep olacak maalesef. Çalışacak, hak edecek, emeğinin karşılığını alamayacaksın. Üç kuruşuna göz dikenler, başarını görmezden gelenler, yalanlarına seni alet edenler, cehaletlerine katık edip, sefaletlerine ortak etmek isteyenler hep oldu, hep olacak.

Dik dur be dostum. Dik dur. Eyvallah etme. Boyun eğme. Gelene git, gidene gel deme be dostum.

Teklif et, ısrar etme. Gönlünü aç, nefretini saçma dostum.

Bir köpeğin boynunun altını severken, bir kedinin karnını kaşırken, bir çiçeği koklayıp, bir şarabı yudumlarken, bir hüzzamda gözlerini doldurup, bir Sarli tangosunda içini boşaltırken yaşadığına şükret. Pek çok şeyden vazgeç ama yaşadığından ve yaşattıklarından sakın ola vazgeçme dostum.

Yaşamının en zor günü hangisiydi biliyor musun?

Dur ben sana söyleyeyim. Senin öyle bir günün asla olmadı. Neden mi? Çünkü dermansız bir derde düşmedin daha. Çünkü ananı, babanı, eşini ve evladını yitirmedin.

Bilmem anlatabildim mi? Bilmem anlatabildim mi dostum?

Yerine koyabildiğin ya da koyabileceğin yitirmişliklerine sakın ola ki eyvallah etme. Sakın ola…

Üç sene önce bugün: Komşu Kuşu

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..