Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Aralık '08

 
Kategori
Felsefe
 

O dönüşü olmayanlardandı...

O dönüşü olmayanlardandı...
 

“O dönüşü olmayanlardandı!..”

Sessiz kalabalıklar ürkütücüdür. Hem sessiz hem de kalabalıktır. Oysa gürültü kalabalığın evlatlığı değiml midir? Kimsesiz kalmış bir kalabalık kimin üstüne gider… Kim sessiz kalabilir ki böyle bir durumda… Ve kim kime karşıdır hayatta… Karşılığı olmayanlar… Kendi kırışıklıkları az önce önünden ayrıldıkları aynada asılı dururken, nasıl ihanet ederler kendi süliyetlerine…

-Plağın iğnesini değiştirmek lazım, yine cızırtı yapıyor…

-Keşke hayatın da cızırtısını alabilseydik bir çırpıda…

-Ne zaman müzik dinlemek istesem…

-İstesem… lerle dolu düşük cümleler kurmasalar insanlar… Gerçekten isteseler…

Dışarıda kar yağmaya başladı, karanlık gecenin içine, lekelerinden kurtarmaya çalıştı geceyi, günahları günah gibi yaşayamayanlar geceyi gündüze teslim ettiler… Gündüz günahları görünmez sanan sahtekârlar geceye de ihanet ettiler… Ve ihaneti meşrulaştırmaya çalışanlar meşru bir şekilde hayatlarımızdan kovuldular… Çünkü ihanet İHANETTİRR…

-Yeni iğne kalmamış hiç plaklar çizilmese bari…

-Bırak şimdi plaklarla uğraşmayı da buraya gel… Bak görüyor musun?

-Neyi? Görüyor muyum? Kar yağıyor işte…

-Bende biliyorum! Karın yağdığını, sokağın başında karın üzerinde sevişen çiftten bahsediyorum, onları seyreden şu sarhoş var bir de… Yeni yıla nasıl girersen öğle gidermiş derler ya…

-Neyse, plakçaları tamir etmem gerek…

-Senin derdin kendinle… Plak bahane…

Bahanesi yoktu zamanın, her geçen dakika için… Onun görevi ilerlemek, biz mahkumuz ona, yakalayıp anı yaşamak bize bırakılmış bir hüner… Bahanesi yoktu hayatın o hayattı onu mavi kılmak bize bırakılmış bir seçimdi…

-Saati içeri götürür müsün sesi beni deli edecek, tik tak tik tak… Beynimin içinde yankı bulan zaman istemiyorum…

-Yankısı sensin zamanın, izin verme seni tutsak etmesine…

-Baksana karşı komşunun çocuğu da topacını çevirmeye çalışıyor karın üzerinde, ama her defasında karın içine gömülüyor topaç onun yüzü de ekşiyor… Sanki hayalleri gömülüyor gibi bakıyor topaca… Her hayal kırıklığımızda dünyanın dönmediğini düşündüğümüz gibi… Hep gömüyoruz bir yerlerimize acılarımızı…

-Sen ne yapıyorsun pencerede bir saattir, saat rahatsız etmiyordur sanırım artık, odadaki sandığın içine koydum, üstüne de ne bulduysam yığdım, yığılmış bir zaman seni rahatsız etmez….

-Ama şu çocuk diyordum… Neyse…

Neyselerle yığdığımız bir yaşamı daha sonra nasıl kaldıracağız ortalıktan… Ve dağınık bıraktığımız yaşamı neyseleriyle neremizde toplayacağız… Neydi acaba sorduk mu kendimize yaşamı neyselere emanet etmenin güvenini nereden aldığımızı… Neyse… Bir sigara arası veriyorum burada sürüklenen cümlelerin arasına bir bend koyuyorum. Niye kendime açıklama yapıyorum ki… Neyse…

-Abajurlar tozlanmış, kitaplığında tozunu almak lazım…

-Evet bende plaklarımı silsem iyi olacak, belki cızırtıyı azaltırım…

-Neden diye sormuyorum artık biliyor musun? Her defasında toz çöküyor hayatımıza ve hep ben kaldırmak zorunda kalıyorum toz bulutlarını…

-Bende plakçaların tozunu alayım…

-Camları da silmeliyim, böylece dışarıyı daha iyi görebilirim lekesiz… O çocuk hala topacını çevirmeye çalışıyor karın üzerinde umudunu kaybetmeden, ağlayarak… Böyle daha güzel oldu daha net görebiliyorum artık sokağı…

-Evet istediğim gibi olmasa da cızırtısı azaldı gibi, şimdi hangi plaktan başlasak acaba…

Sessiz kalabalık ürkütücülüğüne teslim edip çekildi köşesine… Bir kör için sesin görüntüsü, bir sağır içinde görüntünün sesi önemliydi… Belki de…

-Bugün sokağın başında ne görmüştün?

-Boş ver, hadi güzel bir plak koyup yanıma gel…

-Sende ışığı söndürürmüsün…

Sabah önemli değildi artık… Geceyi gece gibi yaşayamayanlar nasıl karşılayabilirlerdi ki güneşi… Hüzünlü ve buruk bir uğurlananımıydı her sabah ay… Mutlu bir hoş geldin miydi güneş… Ama nede olsa senaryonun yazarı ve yönetmeni zamandı işte… Hoş geldin lerinde, hoş çakalların da tek şahidi oydu…

“Onun yalancı şahitliği olmadı hiç… Çünkü zaman kullananın yalancısı oldu hep…”

Neden rahatsızım kalabalıktan… Ben bile kendi tekliğimde bu kadar kalabalık olabiliyorken… Yine kendini yenememişlerle birlikte miydim? Neye göre yenişecektik onlarla aynı hayatta… Ki ben yenişmek değil birleşmek isterken insanlarla… Her barış için savaşmak şart mıydı? Barış gibi bir barış bulamayacak mı insan… Bugün Filistinli çocuk sığınakta kendine sığınarak mı karşılayacak yeni yılı… Ve neden sığınmak zorunda bir yerlere ki…

“Rüzgar ne güzel geçti içimden… Senin bir dokunuş ne güzel gelecekti insana, dokunmayı unutan insana… Sözcükleri müsrifçe tüketen insan dilini kabiliyetsizce eriten, yok eden insana…”

Yargılarken kendinin yargıcı olmamalı insan…

Sözün kısası okuyucu:

Diyorum ki kendi tınısını geç olmadan yakalamalı insan… Bestesini yapmalı hayatının… Bir kabareyse dünya, bu müzikale dahil etmeli kendini… Sokakta yürürken ritmini bulmalı ayaklarının, ustaca vurmalı kaldırımlara… Çünkü bir daha geçtiğinde aynı sokaktan dargın bulmamalı kaldırım taşlarını… Geçilesi sokakları az ise yaşadığın şehrin, çoğaltması kimin elindedir bir düşün; yürünesi kaldırımları… Bazen gerek yoktur yürümek için sokak aramaya… Düşlerle ve barışla kaplı seni bekleyen ve bulan sokaklar olacaktır… Sen istemeyi bil yeter ki!.. Şimdi yeni yıl için dileklerini umutla seslendir ama düşün seslenmek yeterli mi?

 
Toplam blog
: 75
: 465
Kayıt tarihi
: 12.11.07
 
 

"Her umut bir olasılıktır" Her sabah evin eşiğinin kenarında duran çiçeğin her sabah orda olma ol..