- Kategori
- Deneme
Sesimi duydun mu?
Huzurluydum. Fazla değil bundan bir onbeş sene önce kadar. Gökyüzüne sahip olduğumu düşünürdüm, bütün yıldızlar benimdi. Ay dede benim dedemdi. Güneş en sevdiğim arkadaşımdı, çünkü annem yağmurlu havalarda dışarıda oynamamı hiç istemezdi. Güneş çıkarsa, ben de çıkabilirdim. Bisikletim yoktu o zamanlar, annem bütün annelik güdüleriyle, o bisikletin bana zarar getireceğine inanırdı. Bense bisikletin üzerinde olmamama rağmen, bir bisikletli tarafından ayağımı kırmayı becerebilirdim. Arka odada duran pikap bütün beynimi karıştırırdı. Ateri oynardım. Bazen annemler elimden alır kendileri oynardı sabaha kadar. Bahçeli bir evimiz vardı, bazen köpek de beslerdik orda. Ayçiçekleri vardı bahçemizde. Bütün aileme tapardım. Huzurlu bir çocuktum. Hayatla tanışmaya hazır değildim. Büyümeyi istemezdim. Televizyonun karşısına geçip bütün çizgifilmleri bütün perili büyülü dizileri izlerdim. Resim yapardım bir de, iki dağın ortasına güneşi oturtan çocuklardandım ben, bir de o dağların arasından nehir akıtan. Hiç nehir görmemiştim halbuki, zaten benim yaptığım kadar şekilsiz ve kıvrımlı bir nehirde olamazdı yeryüzünde... Dağlarıda hep turuncuya boyardım ben zaten, gökyüzünü sarı yapıp, güneşi yeşil yaptığımıda bilirim. O zamanlardan belliydi, her şeyi görmek istediğim gibi görmem. En sevdiğim saatler, bütün ailemin bir arada olduğu, ve annemin sıcacık çay içtiği anlardı. Huzurun kokusunu nasıl tarif ederim bilemiyorum ama, çay kokusu gibiydi...
Annemle birlikte pasta yapmayı severdim, saatlerce pasta yapardık. Ben en çok frambuazlı pastayı severim, bilir misin bilmiyorum. Gerçi nereden bileceksin? En büyük zaferim, kaçıp kaçıp çok uzakta olan bir alışveriş merkezine gitmekti. Yanımda büyük birisi olmadan. Çok sonradan anladım ki çok uzak dediğim, evden çıkıp karşı caddeye gitmekmiş. O zamanlar büyük gelirdi bu mesafe bana. İşte bunları düşündüm bu sabah uyandığımda. Çok uzun değil, yirmi senelik hayatımda nelerin olup bittiğini, ve en son ne zaman kaygısız bir huzura sahip olduğumu düşündüm. Ve sana bir kez daha kızdım. Bir kez daha nefret ettim senden. Bu aralar ne çok ediyorum öyle değil mi? Bağışla... Ben seni hiç bağışlamayacağım ama, sen beni bağışla... Belki anlamışsındır, senin yanındayken de bunu zafer zannederdim ben. Benden çıkıp, başka birine gidecek kadar kısa süreli olduğumu çok sonradan farkettim. Bazı şeyler hiç dğişmemiş öyle değil mi?
Birde... Bugün içimdeki sesin kısıldığını farkettim biliyor musun? Peki bu ne demek onu biliyor musun? Hani kimseler görmesin, kimseler duymasın yahut bilmesin diye, içimden ağladım, içimden sevdim, içimden haykırdım ya sana... Hani sen giderken allahın belası bütün hislerimi es geçip, sana sadece "anlıyorum" diyebildim ya, hani sen lanet olasıca hayatına devam etmek isterken ben sadece "peki" dedim ya, hani sen bütün kargaşaları avuçlarıma bırakıp, karanlıkla sevişmemi isteyip kendi yarattığın ütopyaya inanıp beni de inandırmak istedin ya... İşte bu o demek. Sen yokken -ki hiç olmadın- içimden bağırdım demek. Sana içimden küfürler yağdırdım demek. Sen göz göre göre hayatımı mahvederken, ben içimden sana binlerce beddua ettim demek... Ama sen bunları nereden bileceksin? Eğer o huzuru özleyen, ve o huzuru isteyen küçük kızı keşfedebilseydin, her şey daha farklı olurdu ha ne dersin? Belki o zaman hiç tanışmamış olurduk. Belki o zaman, gecenin bu saatinde içimin en derinine işleyen o aptal sızıda olmazdı.
Keşke, hayat karşı caddeyi uzak zannedecek kadar basit ve çocuksu olsaydı.
Keşke, hayat en büyük zaferi, uzaklara gitmek sanmak olsaydı.
Keşke, hayat uzaklara gittiğinde zafer kazandığını hissettirseydi.
Keşke,hayat bunca uzaklığa rağmen hatırlatmasaydı.
Keşke,sen hiç olmasaydın.
Keşke,beni tanıdığın gün, ben her zamanki gibi sıcacık yatağımda uyuyor olsaydım...
- Kadermiş, lanet olsun.
13.11.11