- Kategori
- Gündelik Yaşam
Temmuz’un izleri…
Bilemiyor insan, nasıl bir rast geliştir, nelere işaret eder; tesadüfler elbette, tesadüfleri sıraladığımızda yıllar içinde, paranoyak da olabilir, obsesif tavırlar da sergileyebilir insan, maazallah!
Temmuz’un yedisinde, yıl 1987, pek aşık olduğum adamla sözlendim.
Temmuz’un yedisi, yıl 1989, yine o pek aşık olduğum adamla evlendim!
Temmuz 19, yıl 1991, oğlumuz dünyaya geldi! Ahh, işte Temmuz’un en güzel tarafı!
Lakin, yengeç burcuna denk geldi ki; ne demek istediğimi ancak çocuğu yengeç burcunda olan bir anne anlar!
Hem öyle zeki, hem öyle duyarlı… Acayip alıngan ve üstelik kırılgan! Yine de “Canım yanmadı ki!” tavrı ile baskın çıkan, demagojinin ustası… Hiç beklemediniz anda canının ne kadar yandığını anlatan, tam “Tatlım” diyerek kollarınızı açarken ya koynunuza başını koyan, ya da “Gerek yok artık!” diyerek tavır koyan!
Sonra… Sil baştan!
Küs kalamıyor, ben gibi…
Küslük kalkıyor bir şekilde, ama suçlu yine hep sizsiniz!
Abartıları da cabası!
İşine geldiği her şey beş misli abartılıyor, gelmeyen de aynen; beş misli nakavt durumu yani!...
******
Temmuz’a dönersek, yılları karıştırır duruma geldim artık, 2003 idi sanırım, yine bir Temmuz gününde güle oynaya boşandım!
******
Hani, çocukları yüzünden boşanma konusunda endişe eden kişiler varsa, lütfen ertelemeyin derim; hesabı hakikaten pek ağır oluyor!
Mesela, oğlum, sıkıntılı geçen çocukluk yıllarının hesabını en çok benden çıkarmaya çalışıyor!
Diyor ki: Çalışan bir kadındın, çok da iyi para kazanıyordun, seni anlamam mümkün değil, neden hem sen katlandın, hem de bana yaşattın!...
Diyorum ki: Biz çok da keyifli anları paylaştık…
“Evet”, “Seninle” diyor, “Babam, sen, ben…” “Kabustan başka bir şey değildi!” diyor!
******
Ne ilginç, yaşarken farkına varamıyoruz, sanki olması gerekenmiş gibi algılıyoruz; muhtemelen toplumsal baskılardan, büyük bir ölçüde de özgüven eksikliğinden…
Zaten, acayip bir tekrar içindeyim bu konuda, vallaha vazgeçmeye de niyetim yok! İsterseniz “Öyykkkk geldi” deyin, sevgi adına karşısındakinin özgüvenini yok etmek üzere kurulmuş bizim coğrafya!
******
Her gidilen yerde bir sorun çıkar mı?
Mesela, pikniğe gidildiğinde üç yaşındaki bir çocuk bardağını devirmez mi?
Bu devrilen bardağa acayip tepki verilip de, fatura “Hata annende!” ile kesilip de, altı geniş bir bardaktan ötesi mümkün dahi olmayan bardağa maaile bakarak “Aman dellendirmeyelim!” diye “Tamam oğlum…” diyen aile efradı için “Bak, seni benden iyi anlıyorlar, senden daha çok beni seviyorlar” diyebilen, hatta yetmeyip “Kızlarının ne mal olduğunu bildikleri için benden yanalar!” diyorsa…
Aman diyeyim!
Yol yakınken bitirin!
Yoksa, siz bitiyorsunuz, koruduğunuz çocuk bitiyor, sizi seven insanlar, aileniz helak oluyor; Temmuz’lar karabasan olarak üzerinize çullanıyor…
******
Nereden nereye, şiddetle unutmak istediğim bir anı gelip de durdu önümde: Yine Temmuz! Çok sıcak!...
Bankada çalışıyorum, pantolon yasak! Etek altına giyilecek ayakkabılar daha bir öne çıkıyor, malum…
Şık bir ayakkabı, lakin hava öyle sıcak ki; içine pudra serpiyorum!
Hem nemi alsın, hem de gün boyu rahat edeyim diye…
O şık ayakkabıdan gün sonu çıkan ayak, ne kadar ince ve zarif olsa da, pudraların yapışkanlığı nedeniyle, gün sonunda nahoş bir görüntüye neden oluyor.
Yine Temmuz’du, ev tutulmuş, evlenmeye az kalmıştı… İstanbul’dan kuzeni gelmiş, uğramak istemiş. Bir heves o da tuttuğumuz evi göstermek istemiş….
Ayy, ne naif, ne güzel…
Beni de alıyorlar, eve gidiyoruz…
Kapıda diyorum ki, kulağına eğilerek, “Ayakkabılarımı çıkarmayayım…”
Mümkün değil, çıkaracaksın!
Onların evinde mümkün değil eşikten ayakkabı ile girilmez, zira!
“Ama… Yani… Lütfen zorlama…”
“Hayır!”
“Ev boş zaten, bak ayağımda pudralar var, üstelik regliyim; ayağımı da üşütmesem pek iyi…”
O eve ayakkabılarımı çıkarak girdim!
Hamileliğimde de karnım burnumda iken eşik sonrasında ayakkabılarımı giydim!
Yeri geldi, bağlamama yardımcı oldu; o başka!
Temmuz’un kaçıydı, neyse… Oğlum ve ben holde ayakkabılarımızla dans ettik!
******
Televizyonun kumandası halıya kayıp da düşünce olay çıkan evde, olay çıkaran gidince yine de kayan kumanda karşısında ödümüz koptu!
Durumu kavramamız, korkumuzu bir kenara bırakmamız, derin bir nefes alıp da, “Ohh be!” diyerek huzur aşamasına geçişimiz saniyeler, saliseler boyu olsa da, öyle unutulmazdı ki!
Hala, kumanda elimizden kaysa, bir sıçrıyoruz, göz göze geliyoruz, gülüyoruz…
Buruk bir gülümseme, elbette; yine de atamıyor insan izleri…
*******
Yani, bu bende Temmuz olur, bir başkasında Mayıs, Haziran, Eylül, Ocak, Şubat…
Mart üzülmesin…
Demek istediğim şu ki: Yaşam içinde bir şeyleri yaşıyoruz; kimine fazla saplanıyoruz, kimi düşünceye fazla itibar ediyoruz…
Bazı sinyaller var; ama anlamak istemiyoruz!
Ya da, bilmemiz mümkün değil o anlarda!
******
Yine, kendimden örnek verirsem, kına gecesinde elektrikler kesildi; nikah sonrası verilen yemek esnasında da…
Ayy… Burasını nasıl anlatsam bilmiyorum; ne nikah sonrası düzenlenen yemekten haberim vardı, ne de annemim “Biz katılmıyoruz kızım, ama sen çok güzel eylen…” demesinin altında yatanı anlamıştım!
Meğerse nikah sonrası bir yemek düzenlenmiş, hiçbir akrabamız hesaba katılmadan yalnızca annem, babam, kız kardeşim ve kocası için bir ayarlama yapılmış…
Annem “Keyfine bak kızım!” dedi diye o gece ben keyfime bakmıştım; annem ve babam nikaha gelen akrabalarımızı evlerinde ağırlarken, ben durumun farkında dahi olmamıştım!
Benim için en kötü anısı o gecenin: Onlar evin girişinde durumun tartışmasını yaparlarken, ben salak bir şekilde, aşık olduğum kocamın eve gelmesini beklememdi!
******
Geldiğinde, inanamazsınız ama, koltukların üzerine ne gelinlik ne de güzelim ipek gecelikler ile oturmama izin vermemesiydi!
******
Boşuna değildi; oğlumun takıntı hastalığı ile baş etmeye çalışmamız; bunu neden yazıyorum: Benzer şeyler yaşayanlar, lütfen, durumu hafife almayınız!
Hani, oydu, buydu… Aman şundan oldu…
Yok şekerim, insanın naturası belli; sevdik, aşık olduk; evlendik ve çocuğumuz oldu diye değişeceğini beklemek nafile!...
******
Yani…
Aslında vallaha yol gösteriliyor, anlamıyoruz, anasını satayım!
Görmek istemiyoruz, bilmek istemiyoruz…
Ancak; canımız yandığında farkına varıyoruz!
Oysa… Ne çok örnekler çıktı karşımıza ve biz kimlere akıl verdik; Oooo…
Canımız neredeyse, yüreğimiz orada atıyor; neyi yaşayacağımızı bilemiyoruz; ahkam kesmenin anlamı yok!
Yine de…
Tek bir gerçek var: Sen, “Sen” olduğunu bilmediğin sürece, seni senden alabilecek insanlar olacaktır çevrende!
Birisinin uydusu olmak yerine, önce kendi varlığının farkında ol; Ahh…Vallaha, sen kendi değerini bilmezsen, kimse o değeri vermez sana!
İstediği kadar sevsin; sen kendini yeterli düzeyde sevmedikten sonra…
Kulu, kölesi olmak zorunda değilsin!
“Bizimki çok farklı diyor”
Ayy… Çok uzattım, farkındayım!
Ama…”Bizim ki çok farklı” diyenlerin her biri gün gelip de aynı dertten mustarip!