Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '08

 
Kategori
Tarih
 

CHP Tek Parti İktidarı; Mumla aradığımız günler

CHP Tek Parti İktidarı; Mumla aradığımız günler
 

Bir başka CHP'zede Sabahattin Ali


CHP’nin asr-ı saadet dönemini, şairlerimiz ve aydınlarımızın yaşadıkları üzerinden incelemeye devam edelim.

Bir önceki yazımda Nazım Hikmet’in Tan Gazetesi Baskınınından iki gün sonra yazdığı şiire yer vermiştim. “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim” diye başlayan bu şiirle, Nazım olaya tepkisini ortaya koyarken, büyük olasılıkla içindeki acıyı tam olarak boşaltamamış olacak ki, bu şiiri yazdığının ertesi günü bir şiir daha kaleme alır;

Bursa'da havlucu Recebe
Karabük fabrikasında tesviyeci
Hasana düşman
fakir - köylü Hatçe kadına
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman.

(Piraye İçin Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri.)

Aslında bahsi geçen dönemi ve siyasal yelpazeyi kısaca ele alacak olursak, o dönem CHP’si için sol tanımlaması yapmak mümkün değildir. Zaten parti böyle bir iddiayı ilk kez 1970’lere doğru dillendirir. Peki CHP için sağ bir parti demek mümkün müdür? Zannedersem bu da mümkün değildir. Çünkü sivil kimliği olmayan bir hareketin modern siyasal yelpaze içinde değerlendirilmesi söz konusu olamaz. 1940-1950 CHP’si daha çok Hitler ve Mussolini’den etkilenen bir partidir.

Bu eğilim partinin tüm kesimlerince benimsenmese de, yetkili konumların gizliden gizliye eğilimi budur. Ama elbette bu tercihi çok fazla sessiz kalmadan açığa vuranlarda vardır. Bunların başında da Cumhuriyet Gazetesi gelir. O dönem gazetenin politikası Hitler Almanyası yörüngesindedir.

Örneğin, Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin, 22 Haziran 1941 tarihli başyazısının başlığında şu tarifi yapar; “Atatürk’ü anlayan bir şef”. İnsanın aklına İsmet İnönü geliyor ama değil, sayın Nadi bu ismin Hitler olduğunu herhangi bir çekince duymadan yazının içinde dillendiriyor. İşte yazı metninden bir alıntı;

“Zamanımız devlet adamları içinde, ebedi Şefimiz Atatürk’ün harikulade şahsiyetini anlamayan ve takdir etmeyen bir kişi bile yoktur. Fakat yanılmadığımıza emin olarak söyleyebiliriz ki, bunlardan hiçbiri Atamız hakkındaki duygu ve düşüncelerini Alman devlet reisi Adolf Hitler kadar açık ve kat’i olarak müteaddit defalar ifade etmemiştir.
İktidar mevkiine henüz yeni geldiği sıralarda bir Türk gazetesine verdiği beyanatta, Führer daha o zamanlar, Atatürk’ün başardığı eserler karşısındaki hayranlığını söylemiş, Versailles’i takip eden yıllarda Alman milletinin kurtuluşu uğrunda çalışırken Büyük Türk kumandanın eserinden birçok ilhamlar aldığını anlatmıştır… Samimi duygunun ifadesi olan bu sözleri Türk milleti daima sempati ile karşıladı. Ve bugün iki millet arasındaki dostluk bağları tarihi bir vesika ile mühürlenirken, Alman devlet şefi tarafından en büyük Türk’e karşı öteden beri beslenen hayranlık ve hürmet duygusu üzerinde durmayı bir vesile biliriz.”

Aslında bu örnek bile, Cumhuriyet Gazetesinin ve sistemin, Atatürk'ü istediği gibi şekillendirdiğinin, kendi düşüncelerinin içine yerleştirebildiğinin en güzel göstergesi.

Gazetemizin bir gün önceki sayısında da, İsmet İnönü ile Hitler arasındaki bir yazıya ilişkin “Milli Şefimiz ile Führer arasında samimi tebrikler” başlığı yer alır.

1940’ların başı CHP ve hükümet için, İttihat ve Terakkiden kalan Almanya hayranlığının yeniden hortladığı dönemdir. Eğer Almanya’da ırkçılık ve milliyetçilik moda ise bizde de moda olmalıdır bazı zihinlere göre. Bu zihniyetin sivil temsilcileri de çıkmakta gecikmez. Nihal Atsız, Turancılık ideolojisinin yeni ve gözü pek sırtlayıcısıdır. Bu duruşu ile CHP içinde bir kesimden destek görürken, bir kesimden tepki görür. Ama 1940’ların başı onun ve hükümetteki temsilcilerinin dönemidir.

Nihal Atsız’ın da en büyük hedef tahtası Sabahattin Ali’dir. Elbette tüm solculara, komünistlere düşmandır ama Sabahattin Ali’nin özel bir yeri vardır bu düşmanları arasında.

Sabahattin Ali’de dönemin solcu yazarlarındandı. İlk kez 1931’de tutuklanmış, 1940’lara kadar düzenli aralıklarla tutukluluk halleri devam etmiştir. 1932’de Sinop Cezaevinde yatarken, en ünlü şiirini kaleme alır;

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül aldırma
Dışarda azgın dalgalar
Gelir duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah'a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül aldırma
Görmek istersen denizi
Yukarıya çevir yüzü
Deniz gibidir gökyüzü
Aldırma gönül aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül aldırma

Sabahattin Ali için en kötü dönemler 1940’dan sonra başlar. Nihal Atsız’la süren çekişme Türkiye gündemini belirler. Ancak iktidardaki CHP içinde özellikle savaşın ilk yıllarında Nihal Atsız tarafında yer alan isimler oldukça çoktur.

Sabahattin Ali o dönem Aziz Nesin’le birlikte ünlü Markopaşa dergisini çıkarır. Hükümete sert muhalefeti ile ünlenen derginin satışı yüz binlere kadar çıkar ve elbetteki hükümet bu duruma sessiz kalmaz. İsmet paşa’nın eleştirildiği öngörüsü ile dergi sürekli kapatılır, yazarlarda mahkemelerde süründürülür. Dergi her defasından farklı bir isimle çıkar, Malum Paşa, Merhum Paşa, Hür Marko Paşa, Mazlum Paşa, Yedi Sekiz (Hasan) Paşa, Öküz Mehmet Paşa, Ali Baba gibi dergiler sürekli açılır ve kapanır.

1948’de Sabahattin Ali pes eder ve matbaa makinelerini satarak kamyonculuğa başlar. Ama dönemin dikta anlayışı yine de peşini bırakmaz ve onu kaçmaya zorlar. Son ise bilindik hikayedir. Cesedi Bulgaristan sınırında bulunur 1949’un başında. Suç komünist çetelerin üzerine atılmak istenir ama işin “derin devlet” işi olduğundan kimse şüphe duymaz. Hatta Uğur Mumcu, Sabahattin Ali’nin sınırda değil, bir sınır ilinin karakolunda işkence ile öldürüldüğüne dair bir ipucu yakalar ama belgeleyemez.

Bu olaydan kendisine pay çıkaran elbette bu baskıcı rejime karşı çıkan DP olur. Tüm aydın ve düşünürleri yanına çeker. Bunlardan birisi de sonradan TİP’in başkanı olacak olan ve o dönemlerde de sol fikirlere sahip Mehmet Ali Aybar’dır. O da CHP’nin baskıcı politikalarına karşılık DP’den milletvekili adayı olur ancak seçilemez.

Ayrıca aynı seçimde Cumhuriyet Gazetesinin kurucusu olan Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’nin Demokrat Parti listesinden Muğla Milletvekili seçildiğini söylemem gerekiyor. Yani yavaş yavaş rota değiştiren Cumhuriyet Gazetesi de, kokusunu aldığı iktidar değişimine doğru yönelmeye başlar. Bu değişmenin etkisi ile mi, yoksa Alman Faşizmi ile Türkiye sağının ortak bileşeni olan anti-kominizm etkisinin devamından mıdır bilinmez Cumhuriyet Gazetesi, 1951 yılında, Rusya’ya kaçan Nazım’ın Türkiye’ye ulaşan ilk fotoğrafını yayınlarken altına da şu notu iliştirirler; 'Resmini teksir ettirip dağıt ki millet doya doya yüzüne tükürsün'

“Peki CHP’nin tüm bu aydınlarla olan sorunu 1950 öncesine mi aittir, sonra bir değişim olmuş mudur?” sorusunu sorabilirsiniz. Ama bu konuda da size çok olumlu cevap veremem. Konumuzu yine Nazım Hikmet’le kapatacak olursak, 1960 sonrasın dair de bir örnek sunabilirim.

Yıl 1962’dir. 1960 İhtilalı olmuş ve askerler iktidarı CHP’ye hediye etmişlerdir. İsmet İnönü Başkanlığında hükümet kurulur ve 1961’den 1965’e kadar ülkeyi yeniden tek parti iktidarı ile yönetme şansı elde etmişlerdir.

Ancak CHP Hükümeti de ABD ile ilişkileri sıcak bir şekilde geliştirmekten çekinmez. Oysaki bu durum, DP’nin ABD uşağı olduğu eleştirilerini dile getirmekten çekinmeyenler için elbette normal bir politika sayılamaz. ABD, o yıl Türkiye’ye 120 milyon dolar hibe yardımı yapar. Nazım bu gelişme üzerine “Amerikan Emperyalizminin yarı sömürgesiyiz” ifadesini kullanır. Ancak büyük olasılıkla hükümet politikalarını destekleyen bir gazete tarafından bu yoruma cevap verilir; “ Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala”. İşte bu durum üzerine Nazım kaleme aldığı şiiri hepimiz biliyoruzdur;

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”

( 28.07.1962 )

Bilmem ki, ülkemizde ki çatışmanın, devrim – karşı devrim, ya da laik – anti laik kutuplaşmasına dayandığına dair satırlarımda bir ipucu elde edebildiniz mi? Bence, Türkiye tarihindeki çatışmaların özünü demokrasi ve özgürlük mücadelesi olarak görmek gerekiyor. Özgürlüğü ve demokrasinin yanına geçen her hareketinde halktan büyük bir destek gördüğünü anlamak hiç de zor değil. Ve belki de Türkiye’nin en büyük şansızlığının demokrasiye ve özgürlüğe sahip çıkan gerçek anlamda bir sol partiye sahip olamaması olarak karşımıza çıkıyor. Yeniden otoriter bürokratik ideolojisine geri dönen CHP'de hala bu tip bir oluşumun önündeki en büyük engel olarak duruyor.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..