Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '15

 
Kategori
İnançlar
 

Şeb-i Aruz ve ölmeden önce ölmek

Şeb-i Aruz ve ölmeden önce ölmek
 

Hz.Mevlana


Kaldır kendini aradan, ortaya çıksın yaradan

Erzurumlu İbrahim Hakkı

Bugün 17 Aralık 2015.

Hz.Mevlana’nın Sevgilisi’ne 742 yıl önce aşk ile göçtüğü günün yıldönümü.

Bir tevhid sultanı, bir gönül eri, gönüller sultanı olan Hz.Mevlana ölümü bile aşk-ı ilahi ile vuslat olarak görmüş. Bu yüzden de Yüce Yaradan’a, Allah’a kavuşması Sevgilisi’ne Kavuşma anlamına gelen Şeb-i Arus olarak anılıyor.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir"  diyor Mevlana.

Şeb-i Arus ölümün ağıt yakılarak üzüntüyle karşılandığı bir gün değil, tam da tersine Mevlana'nın hakkın rahmetine, sevgilisine, kavuştuğu için bir “kavuşma günü” olarak adlandırılıyor.

Hz.Mevlana ve bu günün önemi üstüne yazdığım diğer yazılarımı tekrar etmek amacında değilim. Bu anlamlı günde Tasavvuf’ta vahdet’i vücut kavramı ile birlikte ruhun tekamülü incelendiğinde velilerin bahsettikleri “ölmeden önce ölmek” yani “fenafillah” kavramı üstünde durmak istiyorum.

Zira, bu dünyadaki fiziksel ölümünden önce psiko-sosyal açıdan kendi küllerinden yeniden doğabilen veyahut başka bir tanımla kendi kişilik yazılımını hack edip kendinden yepyeni ama daha ileride bir insan doğurabilen insan, fiziksel ölümü gelip geçici olan dünya hayatı ve onun getirdiği maddi bağlılıklardan emekli olmak, dünya okulundaki sınavından başarıyla mezun olup Hakk’a kavuşmak olarak görür. Aynı Hz.Mevlana’nın yaptığı gibi. Allah hepimize nasip etsin inşallah..

“Ölmeden önce ölmek” sanırım birçok insana ilk okuyuşta çok garip ve hatta anlamsız gelebilir. Ancak sözlerin daha derinlerdeki anlamını kavradıkça değişik ve zengin bir bakış açısını görürüz.

Öncelikle söylemek istiyorum ki bu negatif ve kötü bir deyim değildir. Tasavvuf’ta “ten kafesinden kurtulmak”, “vahdet-i vücut”, “hakka ermek”, “teklikte erimek” şeklinde de anlatılan “kamil insan olma” yolunda ilerleyen kişinin “fenafillah” olarak adlandırılan ölmeden önce ölmesinden bahsedilir. Bu bedende yaşarken, fiziksel değil zihinsel olarak bir değişim geçiren insanı için kullanılır. Uyuyarak kendini ve çevresini bilmeden yaşayan bir insandan, uyanmış ve tam farkındalıkla ve hakikat bilgisiyle yaşamaya başlayan bir insanı temsil eder. Sufizm’den etkilenmiş ve Gurdjieff’in öğrencisi olan Osho da yakın zaman önce bu konuda bir kitap yazdı.

Günlük yaşamın koşturmacasında günü kurtarmaya çalışan insan, ölümü ve ölümle birlikte dünya yaşamındaki faniliğini ancak bir yakını, arkadaşı, tanıdığı bu dünyadan göç ettiği zaman cenaze namazı kılarken düşünür. O an kendi iç hesaplaşmasını yapar. Cenazenin mezarlıkta toprağa verilmesi ile birlikte yakılan ağıtlar, söylenen dini sözler ve edilen dualar eşliğinde,  her küreğin mezara attığı biraz daha fazla toprağın kalıcı olarak uğurladığı kefen içindeki beden ile bu düşünceler ve getirdiği ruhani duygular en üst noktaya ulaşır. Kişi kendisinin, hayatın, sahip olduğu mal, mülk, makam, ilişkiler vs her şeyin geçici olduğunu ve yaşamında herhangi bir anda Azrail’in gelişiyle bu geçici olarak sahip olmasına izin verilen şeylerden mahrum kalacağını tüm hücreleriyle ve bilinciyle anlar, Allah’a dua eder, sığınır.

O gün sonunda çekilen güzel bir uyku ile de bir diğer cenaze namazına ve ya bir vefat haberi alınana dek birçok insan bir daha yukarıdaki paragrafta betimlenen o cenaze töreni sırasında yaşanan his, duygular ve iç hesaplaşmaları bir daha yaşamadan normal hayatının akışındaki seyrine dalar gider. Bir nevi Matrix’in dibinde yaşamaya ve sahip olduğunu sandığı geçici oyuncaklarıyla oynar durur. Geçici şeylerle mutlu olduğunu sanır ama hiç de olmaz.  

Ancak çok az kişiye nasip olan bir hal olan “ölmeden önce ölmek” hali ise uyanmış ve farkındalıkla yaşamanı bilinçlice sürdüren az sayıda insana verilmiş bir fırsattır. Bu insan kim olduğunu ve hayat amacını bilir, buna göre yaşar. İçinde yaşadığı çevre ve evrensel düzeni anlar, onunla uyum ve denge içinde yaşar. Rüzgarın önünde bilinçsizce yuvarlanıp giden yaprak değildir. Böyle bir insan elinde her zaman AYNA ile yürüyen bir kişidir. Sadece cenaze vb gibi özel anlarda değil, nefes aldığı her an hayattan,  kendisi ve çevresindekilerin başına gelen iyi ve kötü olaylardan ve eylemlerinin sonuçlarından ders çıkaran bir insandır. Sadece özel zamanlarda kendine AYNA tutmaz, nefes aldığı her an kendisine AYNA tutar. Tuttuğu ayna ona her zaman istediğini değil, gerçeği %100 doğru ve tüm açıklığıyla gösterir ve bu AYNA’daki kendi yansımasıyla her an yüzleşebilen bir insandır. Hatta bu yüzleşmenin de ötesinde o yüzleşmeden aksiyon çıkarıp bunu hayatında uygulamış ve kendini tüm bağımlılık, korku, endişe, kaygı, tutku, hırslar, olumsuz duygular, cehalet, batıl inanç, saplantılar, dogmalar, bağnazlık, önyargılar, yıkıcı duygular ve düşünceler ve maskelerden kurtarmış bir insandır.

Yani doğduğu andan itibaren yazılmaya başlayan ve 0-7 yaş arasında büyük kısmı şekillenen kişilik yazılımını kırmış ve yeniden kamil insan özellikleriyle yazmış olan bir insandır.  Henüz kemale varmamıştır ama bunun için gerekli bilgelikle kendini donatmış ve her bir hikmetini geliştirmektedir. Böyle bir kişi bilgedir ve kendi bedeninde YENİDEN DOĞMUŞtur. O artık Kaf Dağı’ndaki Anka Kuşu’dur.

Bu doğum fiziksel bir doğum değil, zihinsel bir doğumdur. Başı gökte, ayakları yerdedir, yani hem ruhani bir hayat yaşar ve evrensel yasalarla ve Allah’ın buyrukları ile uyumludur, hem de bir münzevi gibi mağaraya tefekkür için çekilmeyip gündelik yaşamın içinde cesaretle yürümekte ve “gezen kurt aç kalmaz” misali hareket halinde her bir şeyden öğrenmektedir. Her şeyi bir deneyim olarak görüp hayatı bir öğrenme fırsatı verilen evrensel bir tiyatro olarak görür. Yaşam muhasebesini sadece yaşamının her karesinin gözlerinin önünden aktığı o ölüm anında değil, her gün yapan bir insandır o. Feyz alır ve ışık olur çevresine.

Bu kişi için dünya bir misafirhane, beden ise bir emanettir. Herhangi bir anda ölüm ile kucaklaşabileceğini ve ondan kaçış olmadığını bilerek yaşar ama ölecek diye de endişe ederek kendisini yaşama kapatmaz.  Denge halindedir. Hareketlerinde ölçülüdür. Tüm coşkusu ve yüksek enerjisiyle anı yaşar, tam bir konsantrasyon halinde hiç bir şeyi dikkatinden kaçırmaz. Olumlu ve olumsuz her şeye minnet eder, “eyvallah” der. Çevresindeki canlı ve cansız her şeyin kendisinin de geldiği kaynaktan olduğunu bilerek, Yaradan'dan ötürü onları sever. Zıtlıkların birliğini içinde bütünlemiştir ve her şeyi O’nun farklı tezahürleri ve çokluktaki teklik olarak görür. Her şeye koşulsuz bir kabul, takdir, minnet, sevgi ve şefkat ile bakar. Hint felsefesinde Samadhi halini anlatmak için kullanılan söz gibi, artık “gözleyen değil gözlenen” olmuştur. Bir tanıklık hali ile akar ve hiçbir şeyin dengesini bozmasına izin vermez. Miyamoto Musashi’nin bahsettiği sarsılmaz bir irade ve dinginliğe sahiptir o. Çevresindeki canlı/cansız her şeyi ilahi bir sevgi ile takdir eder. Zıtlıklar arasında gidip gelmez ve bilgeliğinden ötürü dengede kalır. Ne övgüden ne de sövgüden etkilenir. Ancak yeri geldiğinde de “mış gibi” yapması ve rolünü oynayarak duruma müdahale etmesi gerekiyorsa da, bunu yapar ve rolünü oynarken rolüyle özdeşleşmeden ve rolünden etkilenmeden bunu yapar.

Özetle kendini bilen ve farkındalıkla bilinçli bir yaşam süren, ahenk ve denge içinde kendi içsel ve evrensel dinamiklerle uyumlu bir yaşam süren bir insanı temsil eder bu söz. “Ölmeden evvel ölenler, nefsî arzularını hayatta iken terk etmeyi başarıp, Allah'ın küllî iradesine tabi olurlar”. Ölmeden önce ölenler kişilik yazılımlarını kırmış, doğum anındaki saf ve bütün “ÖZ”leriyle bir olmuştur.

Kişiliklerinin sahte maskeleri yoktur ve ego kilidini kırmışlardır. Kişiyi korumak için orada olan ve o ana kadar kişiye köle gibi hükmeden ego artık bu kişinin müttefiki olmuştur. Ego artık cüzi iradenin değil, külli iradenin hizmetindedir. Bu kişi miracını bu dünyadayken yapmıştır.

Bunu herkes yapabilir. Unutmayın; bir kişi yaptıysa herkes yapabilir. Bu noktada ise Hz.Mevlana bizlere 742 yıl öncelerinden büyük bir ışık tutarak yol göstermiş. Yolumuzu aydınlatmış. Yeter ki yolda yürümek isteyelim ve gayret ile ilerleyelim.

Yaşamınızda her an sağlık, mutluluk, huzur dolu yaşayalım, sevgi ve barış içinde olalım, ahenk ve denge ile davranalım.

Sevgiler,

Kenan

 

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

https://instagram.com/naacel/

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 

Konuyla ilgili diğer yazılarım

Hz.Mevlana ve Şeb-i Aruz Kutlamaları http://blog.milliyet.com.tr/mevlana-ve-17-aralik-seb-i-arus-kutlamalari/Blog/?BlogNo=440877

Hz.Mevlana ve Anadolu Rönesansı http://blog.milliyet.com.tr/hazreti-mevlana-ve-anadolu-ronesansi/Blog/?BlogNo=440965

Mevlana’nın Eserleri http://blog.milliyet.com.tr/mevlana-nin-eserleri/Blog/?BlogNo=441179

Mevlana’nın başarısında kadının yeri http://blog.milliyet.com.tr/mevlana-nin-basarisinda-kadinin-yeri/Blog/?BlogNo=441377

İnsan 2 kere doğar http://blog.milliyet.com.tr/insan-2-kere-dogar/Blog/?BlogNo=465425

Şems mi mürşid, yoksa Mevlana’mı? http://blog.milliyet.com.tr/mursid-sems-mi--mevlana-mi-/Blog/?BlogNo=482601

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..