Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '13

 
Kategori
Deneme
 

Su, düşünce ve ölüm

Su, düşünce ve ölüm
 

Geçmişin Acıları, Yaşamdan Koparılan Babalar


Sivas'ta dört üniversite öğrencisi Amerikan karşıtı karikatür sergisi düzenleme, Tavır dergisi okuma, sendikaların düzenlediği eylemlere katılma gibi gerekçelerle tutuklanmışlar. Bir yıl hiçbir gelişme olmadan tutuklu kalmışlar. Dosyalarına gizlilik kararı konduğu için neyle suçlandıklarını öğrenememişler. Savcılık iddianameyi bir türlü hazırlamıyor, davayı açmıyormuş. Haklarında ne davası açılacağını merak ediyorlar, demokratik bir iki eyleme katılmaktan başka kabahatleri olmadığını söylüyorlarmış.
 
Bir akademisyenin öncülüğünde, 34 ilde 1715 denekle yapılan araştırma hoşgörü için daha çok yol alınması gerektiğini göstermiş. "Aşağıdakilerden hangisi sizin için birinci sıradadır?" sorusuna % 62 din, % 16 laiklik, % 13 demokrasi, % 5 etnik kimliğim, % 4 yeterli gelir yanıtını vermiş.
 
Bu sonuç belki Kahramanmaraş, Çorum ve Sivas gibi olayların olduğu kadar, aşağıdaki acıların nedenleri için de bir ipucudur. Bir türlü aydınlatılmayan karanlık saldırıların acılarını en yakından yaşayanlar, yaşamdan koparılıp alınan değerleri anmak için geride kalanları bir araya gelmiş.
 
Kemal Türkler, DİSK Başkanı, 1926-1980... Nilgün Türkler ilk kez cinayetin duygusal yönünü anlatacaklarını söylemiş.
 
Abdi İpekçi, gazeteci, 1929-1979... Nükhet İpekçi, "Hep böyle bir arada olmamız gerekirdi" demiş.
 
Doğan Öz, cumhuriyet savcısı, 1934-1978... Bengi Heval Öz: "Temiz bir toplumu temsil ediyordu."
 
Musa Anter, yazar, 1920-1992... Dicle Anter: "Bu etkinlik balık hafızalı olmamak içindir."
 
Cevat Yurdakul, emniyet müdürü, 1944-1979... Ayçil Yurdakul: "Cevapları devlet arayıp bulmalı."
 
Ümit Kaftancıoğlu, yazar, 1935-1980...  Ali Naki Kaftancıoğlu: "Babamı öldürenler, baklava çalan çocuklardan daha az hapis yattı."
 
Ahmet Taner Kışlalı, siyasal bilimci, 1939-1999... Dolunay Kışlalı Uluç: "Katiller yakalandı ama adalet yerini bulmadı."
 
Cavit Orhan Tütengil, sosyolog, 1921-1979... Deniz Tütengil Masum: "Anladık ki katiller korunuyor."
 
Yalnızca arkada durup karanlıkta bu oyunları sahneye koyanlar mı, yazılan senaryoları uygulayanlar mı, yoksa bunu tiyatroda bir gösteri izler gibi sessizce izleyen herkes mi suçlu? Geçmişi yeterince anlamadığımız, yeni gelenlere anlatamadığımız için hepimiz ortak mıyız bu sorumluluğa? Tarihi yeterince bilmediğimiz için mi dünü ve bugünü bilmekte zorlanıyorduk?
 
Tarihçi Prof. Dr. Kemal Karpat Avrupa'yı ikiye ayıran yerde, Romanya'nın Dobruca'sında doğmuş. Bir yanında Kıpçak-Rus steplerinden Orta Asya'ya uzanan ovalar varmış, diğer yanında Balkanlar ve Avrupa. Türkiye'nin yurtdışında nam salmış üç tarihçisi, Halil İnalcık, İlber Ortaylı ve Kemal Karpat Kırım kökenliymiş. Karpat'ın Erdoğan'a yazılmış "Tarihi fırsatı kaçırmayın! Dindara da, dinsize de güven verecek bir felsefe ortaya koyunuz" diyen bir mektubu varmış.
 
İlber Ortaylı Türkiye'yi Unesco'ya şikayet edenleri ayıplamadığını, İstanbul'un asıl meselesinin ormanlarının içine girilmesi, çarpık yapılaşma ve görgüsüz burjuvazi olduğunu, böyle giderse İstanbul'un gerçekten biteceğini söylemiş.
 
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Polis Eğitim ve Kongre Merkezi'nin açılışında son dönemdeki bazı operasyonlar ve uygulamalar nedeniyle çeşitli iddialarla karşı karşıya kalan polise sahip çıkılmış. "Emniyet teşkilatımız hem demokrasinin, hem hukuk sisteminin, hem de daha genel anlamıyla rejimin sarsılmaz bir güvencesi, adeta sigortasıdır" denmiş.
 
Bir partinin il kongresi büyük gerginlik ve kavgalarla tamamlanmış. Sonuçta liderin adayı yeniden kazanmış.  Bir başka kongrede iki adayın taraftarları yumruklaşmış.
 
Bir köşe yazarı Müslüman burjuvazi üzerine düşüncelerini yazmış. Bir İslam burjuvası, "Biz asıl burjuvayız, onların kökü dışarıda. Biz doğal yollardan büyüdük, onlar devletten nemalandı" diyormuş. Öte yandan, iktidar değiştiği anda Müslüman burjuvazi kimliğinin içinin boşalacağını söyleyenler de varmış.
 
Eskinin solcusu, yakın geçmişin liberal demokratı, şimdinin yeni sağ parti yandaşları, ancak laik burjuvazinin maddi desteğiyle yaşayabilen bazı liberal think-tank kuruluşları da yanlarında olmak suretiyle, bölücü "Müslüman Burjuva” kimliği inşasına tecrübeleriyle katkıda bulunmuşlar.
 
Bu eski solcu yeni sağ parti yandaşları gençliklerinde proleterleşmek istemişler. Ama küçük burjuvaymışlar ve öyle kalmışlar. Şimdi yaşı ilerlemiş küçük burjuvalar olarak hizmetine girdikleri siyasi misyon için alternatif burjuva sınıf hareketi illüzyonları yaratıyorlarmış.
 
Propagandanın mesajı özetle şöyleymiş: "Sosyoekonomik dinamikler bu sınıfı kaçınılmaz olarak iktidara taşımıştır ve bu olguya direnmek boşunadır." Bu propaganda ihalelerdeki sistemli yandaş kayırmacılığını, yolsuzlukları, İslamizasyonu, kadrolaşmayı sineye çekilir hale getirmeye hizmet ediyormuş.
 
Bir başka köşe yazarı marka mescide girdiyse kapitalizmin mescidi biçimlendirmesiyle bir nesil sonranın İslami Çocuklarının şimdi fikriyatı ve devrini mescitte arayan dedelerini çok köylü, çok ilkel, kafayı çok fazla dine takmış bulacaklarını yazmış. 
 
Nereden nereye geldik?
 
"Ölenler dövüşerek öldüler, güneşe gömüldüler, vaktimiz yok onların matemini tutmaya..."
 
Güneşe gidecektik.
 
Şimdi sergi açan, dergi okuyan gençler cezalandırılıyor.
 
Demokrasi, bilim, teknoloji gelişiyor, insanların % 62'si için yaşamın ekseni din. Başkalarının yaşam biçimine ve hakkına, görüşüne saygının ne anlamı var? Farklı olana acımasızca saldırmak inanmanın önkoşulu sanki! Koşullara göre ya katliam yapılıyor, ya gizli baskı, açık cezalandırma, diğerinin can sularını kesme, ya da ezip yok etmek için ne gerekirse. İnanmanın önkoşulu farklı olanı silmek!
 
Su yaşamdır. Su kaynakları hızla azalıyor. Yaşam kaynaklarımız kuruyor. Doğanın en büyük yanlışı insan, ona meydan okumayı sürdürüyor. (1)
 
Düşünmek gelecektir. İnsan, aklını kullanarak doğada ayakta kalabilmiştir. Ellerinin becerisini ona borçludur. Çocuklarımızı katı kalıplara sokmaya, soru sormadan boyun eğmeye zorluyorlar. Geleceğimizi kurutuyorlar.
 
Üç çocuk, otuz çocuk yapmak değil sorun; çocuklarımızı sevgiyle bağrımıza basabilmek, onlara inanmak, güvenmek, insanca yaşayacakları, çalışıp üretebilecekleri ortamı yaratabilmek.
 
Güneşe gidecektik. Güneşe gömüldük.
 
Ama düşüncelerimiz dünyayı saran bulutlarla birlikte dört bir yana uçmayı sürdürüyor. Öfkeyle bakan gözleri yumuşatıyor, sorulmaz soruları akıllara düşürüyor.
 
Güzel günler görecek miyiz? Nasıl?
 
1. Mehmet Arat, Doğa'nın en büyük yanlışı: insan, http://blog.milliyet.com.tr/doga-nin-en-buyuk-yanlisi--insan/Blog/?BlogNo=352989
 
(Geçmiş Yazılardan İzler)
 
Toplam blog
: 72
: 274
Kayıt tarihi
: 08.01.12
 
 

1958 doğumlu. Mühendislik eğitimi aldı. Teknik alanda çalışırken kültürel konulara ilgisini sürdü..