- Kategori
- Seçim
İstanbul'da CHP'nin tek adayı Kılıçdaroğlu değildi

CHP’nin İstanbul’da ciddi ve beklenmeyen bir başarı kazandığına şüphe yok. Seçimi kazanamamış olmasına karşın, alınan sonucu bir başarı olarak görmek gerekiyor. Çünkü 1989 seçimlerinden bu yana geçen 20 yıllık süreç, bizi bu sonucu bu şekilde tanımlamaya zorluyor. Görebildiğim kadarı ile AKP adayı olan ve yeniden başkan seçilen Kadir Topbaş’ta bu başarıyı teslim etmiş.
Bu başarıya yönelik olarak şu ana kadar söylenegelen tek gerekçe CHP adayı Kemal Kılınçdaroğlu’nun kendisi oldu. Bu gerekçenin belirli bir gerçek yanı var elbette. Kemal Kılıçdaroğlu gibi dürüstlükle özleştirilen bir ismin, İstanbul gibi ciddi bir rant merkezinde güvenilir bir yediemin gibi görev alabilme olasılığı, toplumda ciddi bir yankı bulmuş anlaşılan. Bu etken, elbette partinin belediye başkanlığı seçiminde %8’lik bir oy artışdaki başat nedenlerden birisi.
Ancak bu başarının tek nedene endekslenmesi, dikkati başka bir yöne kilitlenen benim için hiç de yeterli değil.
Toplumsal yaşamın birçok noktasında olduğu gibi siyasette de takım çalışmasının, ya da bir takımı var eden güçlü bireylerin biraradalığının önemli olduğunu düşünmüşümdür. Buradaki takım olgusunu, arasında hiyerarşik fark olan ve bir işi yapmak için bir arada durmak zorunluluğunu duyan bir grup olarak ele almıyorum. Aksine, bir diğerini kendi varlığının teminatı, kendi doğrularının destekçisi, hatalarının törpüleyici gören, bir arada olmayı sürekli yeniden öğrenme sürecinin parçası olarak algılayan bir anlayış olarak değerlendiriyorum.
Siyasette bu tip, ikili ya da üçlü oluşumlar, genellikle tek lider anlayışına göre daha iyi sonuçlar almaya yatkındır. Ülkemizde de bunun birçok örneği yaşandı. Mustafa Kemal ile İsmet İnönü ilişkisi kısmen hiyerarşik bir ilişki olsa dahi, kendi aralarında denge oluşturan bir ilişki olduğu su götürmez bir gerçekti. Demokrat Parti’ye ivme kazandıran unsurlardan birisi yine milli şef olgusuna karşın, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi güçlü ve birbirlerini etkileyebilen, dengeleyebilen isimlerin bir arada bulunduğu bir lider kadro barındırmasıydı. Ardından gelen Süleymen Demirel, Bülent Ecevit, Turgut Özal dönemleri ise klasik tek kişiye dayalı siyaset süreçleriydi. Bu isimlerin yanında o güce yakın başka bir isim ortaya çıkmadı.
Sol içinde bu duruma en iyi örnek ise, Erdal İnönü ile Aydın Güven Gürkan arasındaki eş başkanlık tarzı yönetim denemesi oldu. Solun farklı iki kanalından bu iki ismin bir aradalığı daha da derinleşebilirdi ama büyük olasılıkla Türk solu bu deneyime yeterince hazır değildi.
Bu duruma benzer en son örnek ise AKP üst yönetiminde bir arada duran Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç ilişkisinde yaşandı. Tayyip Erdoğan eşitler arası birinci olarak öne çıkarken, dışarıdan bakan herkesin gördüğü şey bu üçlünün ortak karar almadan ya da birbirlerini ikna etmeden kendi başlarına hareket etmedikleri yönündeydi. Bu durum, o siyasetin taraftarları arasında ciddi bir sempatiye neden oldu. Aslında farklı karakterlerde de olsalar, bu üçlünün, bir arada durmanın yolunu bulması, ister istemez güçlü bir siyasi etki yaratıyordu. (Bu üçlü yapının ortadan kalkmasının, AKP'deki gerileme üzerindeki etkisi de aslında bir merak konusu olabilir)
Baykal CHP’sinde bu etki hiç oluşmadı. Hatta Baykal aksi yönde, partide kendisine yakın güçte olabilecek herkesi budadı. Bu durumda CHP’ye karşı duyulan antipatinin ciddi gerekçelerinden birisi oldu.
Yerel yönetimlerde ise bu tip bir deneyim hiç hatırlamıyorum. Türk yerel yönetim sistemi böylesine bir takım olgusuna, dengeli güç oluşumuna izin veren bir sistem değil.
Bu uzun girişten sonra, son İstanbul yerel seçiminde CHP adına olumlu bir deneyim yaşandığını düşünüyorum ve bence bu olumluluk sandığa fazlası ile yansıdı. Bilindiği üzere CHP’de İstanbul adayının belli olmasından sonra dile gelen ilk slogan “bu üçlü çok güçlü” sloganı oldu. CHP bu sloganla, İstanbul’a bir kadro, güçlü bir lider koalisyonu ile talip olduğunu ifade ediyordu. Gerçi ortaya çıkan üçüncü özne, siyaset içinden gelmeyen ve takımı bilimsel yönden destekleyeceği anlaşılan bir isimde. Zaten bu özelliği onun kısa bir sürede bu takımla anılmamasına neden oldu. CHP’de İstanbul adına öne çıkan iki isim, başkan adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu ile belediye meclisi başkan adayı olan eski il başkanı Gürsel Tekin oldu.
Ben şu ana kadar Belediye Meclis Başkanını önceden ilan eden ve belediye idaresini başkan ve meclis başkanı kadrosu olarak tarif eden başka bir seçim kampanyası hatırlamıyorum. Bunu da yerel seçimler için ciddi bir açılım olarak değerlendiriyorum.
Bu noktada Gürsel Tekin isminin de son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü CHP’de denenen, ama Baykal’ın genellikle sulandırdığı ve büyük olasılıkla bir seçim taktiği olarak ele aldığı değişimin esas sahibi 2007’den beri partinin İstanbul İl Başkanı olan Gürsel Tekin’dir.
Gürsel Tekin ismini daha önceleride duymuş olmama karşın, en çok ilgimi çeken ve daha sonra dikkatle takip etmeme neden olan çıkışı, partinin türban açılımını eleştiren İstanbul Milletvekili Necla Arat’a söylediği “tombaladan milletvekili” ifadesiydi. O tartışmada Gürsel Tekin, Necla Arat için, “16 aydır buradayım, kendisinin yüzünü görmedim. Lütfetsin de, sokağa insin. Sırça köşklerde siyaset olmaz. Tombaladan milletvekili olacaksın, sonra taban rahatsız diyeceksin. Kim bu taban?” demişti.
Gürsel Tekin, toplumla ciddi bağlar kuran, siyaseti toplum üzerinden kurgulayan, kendi doğruları ile toplumun verili koşulları arasında akılcı çözümler üretmeye, politika geliştirmeye çalışan eylemci bir siyaset adamı izlenimi uyandırıyor. Bunun birçok örneğini de il başkanlığı döneminde sergiledi.
Bu duruşunun ne kadar samimi ya da gerçek olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Çünkü Gürsel Tekin’i bir yerel siyasetçi olarak yeterince tanıma şansına sahip olmadık ancak ilk intibalar doğrultusunda demokrat ve özgürlükçü bir kesim için dikkate değer bir siyasi figür.
Bu figürün, aslen bürokrat kökenli bir siyasetçi olan Kemal Kılıçdaroğlu ile kurduğu ittifak, ekip olma hali son derece pozitif bir etki yarattı. Bir kanun adamı ile bir halkla sıkı ilişkileri olan bir siyasi aktivistin oluşturduğu tablo, fazlası ile heyecan oluşturan bir tabloydu ve İstanbul’un bu seçimde bu tabloyu benimsediğini gösteriyor.
Ve bu örnek, solun önünü açmak adına ciddi tahlile ihtiyacı duymaktadır. Ortada gözüken atılımı basit ve düz gerekçelere sığınmadan açıklamak gerekiyor. Daha ilerisi için yöntemler ve politikalar belirlemek adına bu son derece anlamlı bir ödev.