Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Mayıs '13

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kemalizm Nedir? [Bölüm 3: Kemalizmin içeriği]

Kemalizm Nedir? [Bölüm 3: Kemalizmin içeriği]
 

UYARI

1)      Yazı eğer uzun geliyorsa çıktısını alarak okumanızda fayda bulunmaktadır. Yazının uzun olmasından ötürü eğer okumaktan sıkılacaksanız dizinin üçüncü ve son bölümünün altındaki SONUÇ başlığını okuyabilir ve yazının ana fikrine ulaşabilirsiniz.

2)      Yazıda geçen bazı kritik kavramlarla ilgili bilgi yetersizliğiniz varsa yazıda belirtilen “BURAYA TIKLAYIN” yazılarını kullanarak önceden yazılmış olan makalelere ulaşabilirsiniz.

3)       Bu yazı üç bölümlük bir yazının üçüncü bölümüdür. Yazının üç bölümünün de tamamı okunmadan konunun anlaşılma olasılığı yoktur.

4)       Yazının bir sonraki bölümleri için yazının sonundaki linkleri kullanarak diğer bölümlere ulaşabilirsiniz.

KEMALİZM (Atatürkçülük) NEDİR?

Şimdi tüm altyapıyı hazırladıktan sonra Kemalizm nedir konusuna detaylı olarak girebiliriz. Konuya tek boyutlu olarak bakmanın mümkün olmaması dolayısıyla bu kavramı birkaç başlık altında işlemek faydalı olacaktır. Kemalizmi ekonomi, siyaset, eğitim ve bilim ve din başlıkları altında inceleyebiliriz.

Kemalizmde Ekonomi: Her şeyi yanlış anladığımız gibi Kemalizmin ekonomiye bakışını da yanlış anlamaktayız. Bugün ülkemizde pek çok insan Kemalist ekonominin komünizmle ilişkisi olduğu zırvasını yayabilmek için özel bir çaba sarf etmektedir.

Bu iddiayı ileri süren kişinin tarih bilgisinden yoksun olduğunu ya da belirli bir kasıt gözettiğini söyleyebiliriz. Ancak sorun çok büyük ihtimalle cehaletten kaynaklanmaktadır. Kemalizm komünizm, faşizm ve anarşizm gibi aşırılaşmaların tamamına karşıdır.

Atanın kurmuş olduğu ilk partinin sol görüşlü bir parti olması dolayısıyla Atanın solcu bir ekonomiyi istediği şeklinde yanlış bir görüş meydana gelmiştir. Oysa Atatürk Türkiye’deki ilk sağ partinin kurucusudur (Serbest Cumhuriyet Fırkası).

Ülkede sermaye birikimi olmaması ve sağ ekonominin de anlaşılamaması dolayısıyla sağcılık yerine alakasız işlerle ilgilenen adamların partinin içerisine doluşması yüzünden bu parti kapatılmıştır. Ancak nedense ülkemizde bu durum pek fazla bilinmiyor. [Atatürk’ün ekonomik görüşünün sağ ekonomiyi mi yoksa sol ekonomiyi mi desteklediğini merak ediyorsanız BURAYA tıklayın]

Atatürk’ün ilk olarak sol görüşlü bir parti kurmasının sebebi ülkede sermaye birikiminin olmamasıydı. Bu yüzden ilk sağ partinin ömrü uzun olmadı. Kısacası Atatürk’ün asıl olarak sağ bir ekonomiyi düşlediğini ileri sürebiliriz.

Ayrıca devletçilik fikrinin ortaya çıkışı da Atatürk’ün ortaya farklı bir gelişme modeli oluşturma hevesinden değil ülkede ekonomik bir güçlüğün bulunmasından; sermaye birikiminin olmamasından kaynaklanmaktaydı.

Yani savaştan çıkmış ve cebinde beş kuruş parası olmayan bir devlette mecburiyetten devlet eliyle üretime yönelme zorunluluğu doğmuştur. Zaten cebinde beş kuruşu olmayan bir milletin devlet desteği olmadan yatırım yapmasını beklemek hayalcilik olurdu.

Kısacası Kemalizm, ekonomide gelişmeyi sağlamak için her sağlıklı yolun denenmesini savunan bir sistemdir. Eğer milletin parası yoksa yatırımı devlet eliyle yapmayı, sermaye varsa yatırımı vatandaşa, özgür sermayeye bırakmayı amaçlar. Ancak Atanın ömrü ülkenin zenginleşebildiğini görmeye yetmediğinden liberal ekonomiye sağlıklı bir geçişi görmesi de nasip olmamıştır.

Kemalizmde Siyaset: Atatürkçü dış siyaset barışçı ve tamamen ülke çıkarlarını ön plana alan ve karşılıklılık esasına dayanan bir görüşü benimser. Topraklarına saldırılmadığı veya saldırı tehdidi olmadığı sürece her türlü müdahaleye kesinlikle karşıdır.

Atatürk’ün birinci hedefi yurtta sulh cihanda sulhtur. Ancak barış isteyene barış olduğu gibi, savaş isteyene de savaş vardır Kemalizm’de. Bir elinde barış yanlıları için zeytin dalı taşıyan Kemalizmin öbür elinde tehdit savuranlar için keskin bir kılıç bulunmaktadır.

Dolayısıyla bu bakış açısına dayanan Türkiye’nin tehdit edilmesi öyle her babayiğidin harcı değildir. Bu açıdan bakıldığında tam bir bağımsızlık anlayışına dayanır [Türk Demokrasisinin Dünya Demokrasilerinden farkı için BURAYI tıklayın].

Kemalist siyaset ülke içerisinde tam bir barış atmosferini istediği gibi dünyada da bir barış atmosferinin oluşması için çalışır. Bugün yürütülmeye çalışılan komşularla sıfır sorun politikasının mucidinin Atatürk olduğunu söyleyebiliriz.

İran’la Sadabat ve Balkan ülkeleriyle Balkan paktlarını kurup işlevselleştirmeye çalışarak düne kadar savaştığı devletlerle kalıcı bir barış istediğini göstermiştir. Ancak kendisinden sonra gelen hiç kimsenin adam gibi vizyonu olmadığından tüm bu projeler yok olmaya yüz tutmuştur.

Kemalizm Osmanlı’nın yıkılışına neden olan aşırıya kaçmış azınlık isteklerine karşı son derece zekice ve mantıklıca bir çözüm geliştirmiştir. Bizden istenen hakların aynılarını, bu hakları isteyen ülkedeki Türkler için istemiştir. Örneğin azınlık okullarının açılması meselesi…

Ataya göre Yunanistan bizden Türkiye’de Rum Okulu açılması istiyorsa bizden talep edilen sayıda ve nitelikte okul Yunanistan’da açılmalıdır. Dolayısıyla “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” ilkesine dayanan ve karşıdaki devletleri empatiye zorlayan bir yapıya sahiptir Atatürkçü dış siyaset. Bu kadar barışçı olmasına karşı kendisine yöneltilen her türlü tehdide karşı asla sessiz kalmaz bire bir karşılık vermeyi öngörür.

Birisi ülkeyi savaşla tehdit ediyorsa o kişilere tehdit ettiğiyle cevap vermeyi hak görür. Dolayısıyla sömürgecilerin alışkanlık haline getirdikleri üstü kapalı tehdit etme kültürünü temelinden sarsan açık bir dış siyaset politikasıdır Kemalizm.

Aynı şey iç siyaset için de geçerlidir. Kemalizm “Söz konusu vatan ise geriye kalan her şey teferruattır” ilkesine dayanır. Dolayısıyla eğer birileri ülkeyi bölmek parçalamak istiyorsa veya ülkeye zarar vermek amacıyla öyle ya da böyle sistematik bir çaba içerisine girecek olursa o kişiler için yapılabilecek tek şey bu kişileri fitnelerini durdurmaları için son bir kez uyarmaktan ibarettir.

Bu uyarıya kulak asılmaması durumunda bu kişiler için artık yapılabilecek hiçbir şey kalmamaktadır. Çünkü Kemalizm her şeye hoşgörüyle yaklaşır, ancak vatana karşı ihanet veya yıkıcılık içerisinde olanlara karşı kesinlikle yumuşak davranmaz ve milli birliğe uzanan her türlü eli kırmayı bir görev bilir.

Daha önce de değindiğim Dersim meselesi gibi meselelerde bireyler tartışırken nedense olayların çıkış nedenlerine değil de her daim sonuçlarına değinmektedirler. Hal böyle olunca Hatice’nin başına ne geldiğini kimse bilmezken herkes neticeyi tartışır duruma gelmektedir.

Yaşananların hiç yaşanmamış olmasını isteyen birisi olarak tek söylemeye çalıştığım şey tartışılacak bir şey varsa bunun altyapısına da değinilmelidir. Bu bağlamda ileri sürülen mantıksız iddiaları azıcık da olsa irdelemek gerekir.

Denilmektedir ki Atatürk ülkedeki bütün Kürtleri yok etmeye çalıştı. Öncelikle şunu açıkça söylemek gerekir: ülkede eğer gerçekten böyle bir niyeti olsaydı bunu İngiltere destekli çıkartılan ve sayısız askerimizin ve sivilimizin hayatına mal olan isyanları bastırırken sadece isyanı örgütleyenleri cazelandırarak yapmazdı.

Hitler Almanya’sına bakıldığında birilerinin birilerini yok etmek istediğinde bu yok etme işlemini nasıl yaptıklarını net olarak görülebilir. Ya da Bosna Hersek’e bakılabilir hiçbir suçu olmayan ve tek bir eylem bile yapmayan insanların nasıl kıyıma maruz bırakıldıklarını.

Ancak Musul’u almamızı engellemek için çıkartılan Şeyh Sait isyanı, Amerika’nın isteği ve İngiltere’nin planları doğrultusunda Sevr’i uygulamaya zorlamak için yine İngiltere’nin açıktan desteğiyle çıkartılan Dersim isyanlarının bastırılmasını değerlendireceksek şartların, niyetin ve olaya etki eden faktörlerin tamamen farklı olduğunu görmeliyiz. [Dersim Olayını Görmek için BURAYA tıklayın]

Özetlenecek olursa Kemalist bir siyasetin radikal çözümler dahil olmak üzere her türlü eylemi gerçekleştirmesinin tek bir şartı vardır, o da vatanın ve milletin birliğine yönelik kasıtlı bir eyleme girişilmiş olmasıdır. Yöntemlerin yanlışlığı ve sair her türlü faktör elbette eleştiriye açıktır.

Ancak akılcı bir eleştiri yapılırken “Acaba sen olsaydın ne yapardın?” sorusuna da sağlıklı bir yanıt verilmeli ve yapılan hatalar bu şekilde bir çözüme kavuşturulmalıdır. Aksi yöndeki her türlü ifade birilerinin değirmenine su taşıyan tek yönlü ifadeler olmaktan ileriye gidemeyecektir.

Kemalizmde eğitim ve bilim: Kemalizmde eğitim ve bilim konusu da diğer alanlarda olduğu gibi acı bir kaderin kurbanı olmuştur. Kemalist bir eğitimde bireyler sağ veya sol görüş gibi tamamen kişinin özgür iradesi ve dünya görüşüyle alakalı konularla zerre kadar ilgilenmez.

Kısacası Kemalist bir eğitimde siyasallaşma kesinlikle söz konusu olamaz. Kimi çevreler bilgisizlikten ötürü Kemalizmi solculukla ilişkilendirme gibi bir hataya düşmekte bir de bunu savunmaktadır.

Oysa Kemalizm öğrenimini gören bireylerin siyasetle değil saf olarak bilimle ilgilenmesini esas alır. Birileri çıkıp bu cümlelerimden sonra mutlaka şunu diyecektir: “Yıllarca Kemalist eğitim sistemi uyguladık, o zamanlar solculuk aşılanmaya çalışıldı.

Bunu diyen bireylerle ilgili ilk aşamada yakın tarih bilgisinden yoksun oldukları tespiti çok rahatlıkla yapılabilir. [Sağ-sol ve Türkiye siyasal yapısıyla ilgili bilgi sahibi olmak için BURAYA tıklayın.] Zira yıllarca uygulanan Kemalist bir eğitim sistemi değildir.

Eğer öyle olsaydı ülkemizin bugün muhasır medeniyetler seviyesinin üzerinde olması çok muhtemeldi. Bizim yıllarca uyguladığımız sakat eğitim sistemi Atatürk’ü “Tören Sevgisi” şeklinde öğretmek, onun yaşamı ve fikirleriyle ilgili bilgi birikimi oluşturmaktan çok uzak ve kuru bir gelenekselcilikten ibaretti.

Kısacası bu sakat sisteme Kemalist sistem demek Kemalizme edilmiş ağır bir hakaret olur. Özetle Kemalist bir eğitim sisteminin Cumhuriyet tarihi boyunca yalnızca bir kez ve çok kısa süreli olarak uygulandığını iddia edebiliriz. O da Köy Enstitüleri zamanıdır.

O günden sonra hemen her dönemde Amerikan Marshall sistemini uygulayarak insanımızı çürümeye terk ettik ve nihayet çürüdüklerini görmeyi de başardık.

Bilenler bilir Köy Enstitüleri her şeyi yaparak yaşayarak öğrenme esasına dayalı, amacı eleştirel düşünceye sahip bir nesil yetiştirecek öğretmenler yetiştirmek olan gelmiş geçmiş en başarılı eğitim modellerinden birisidir.

Bu başarı tanımını abartılı buluyorsanız bugün tüm eğitim fakültelerinde öğretilen ve KPSS’de soruları sorulan John Dewey’ in köy enstitüleri hakkında “Hayalimdeki okullar” açıklamasını hatırlayalım.

John Dewey’ in bile başarısı ve sistemine hayran kaldığı bu okulların, Amerikan Marshall yardımının şartıyla tamamı binasına kadar yıktırılmış, içerisindeki binlerce öğretmenin görevlerine son verilmiş ve adeta bir düşmandan kurtulurcasına kökleri kazınmıştır.

%2’ler civarındaki okuma yazma oranımızı kısa sürede birkaç katına çıkaran bu kişiler komünist oldukları suçlamasıyla karşı karşıya kalmışlardır ve bu şekilde kökleri kazınmıştır.

Aslında bu okullarda komünizm gibi Kemalist felsefeye tamamen zıt görüşteki adamlar yetiştirilmediğini muhalefetin kendisi de bilmekteydi ancak o dönemin öcüsü komünist suçlamasının birilerine yönelterek onu itibarsızlaştırmak çok kolay olduğundan bu yolu tercih etmişlerdi.

Hatta dönemin meclisinde bu konu hakkında muhalefetin bir milletvekilinin köy enstitülerini suçlarken suç işlendiği iddiasıyla şu ifadeleri kullandığı bilinmektedir: “Bu okullarda resmen Mustafa Kemaller yetiştirilmeye çalışılıyor.”

Kendilerine göre hakaret oysa eğitim bilimleri açısından kusursuz bir başarıyı alameti olan bu cümle karşısında ne diyeceğini şaşıran hükümetten bir yetkili de ona yalnızca şu cevabı vermekle yetinmişti: “Biz de tam olarak bunu gerçekleştirmeyi amaçlıyorduk!

Sözün özü Allah’ın ortalama olarak yüz yılda bir dünyaya gönderdiği zekâlardan birisini yetiştirebilecek kadar iddialı görülen tek okulları da Amerika’nın emri neye hizmet anlamakta güçlük çektiğimiz muhalefetimizin kavliyle kapatmayı başardık.

O okullarda siyaset yerine yalnızca bilim ve üretim gerçekleştiriliyordu. Şimdiyse sadece ezber ve günlük hayatta nerede kullanılacağı belli olmayan bir ton bilgiyi kafamıza sokmakta ısrarlı bir sistemi uyguluyoruz.

Okullarımızda öğrencilerimizin bilimden çok siyasete kafa yorduğunu da üzülerek görüyoruz. Bugün çoğu eğitim yuvasında maalesef siyasi görüş meselesi yüzünden çeşitli olaylar yaşanmaktadır.

Gencecik beyinlerimiz, hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığı siyasi görüşlerin peşinden körü körüne gitmektedir. Şüphesiz bunun yerine eğitim kurumlarımızın bilim ve fikir alışverişlerinin çok daha yoğun yaşandığı yerler olmasını dilerdik. Bu da bizim eğitim eksikliğimiz.

Yaklaşık 70 yıldır sistemi her değiştirdiğini söyleyen ya sınav sistemini değiştirmiş,  ya zorunlu olarak okunacak yıl sayısını değiştirmiş ya da derste okunup sınavda sorulacak ders kitaplarının içeriği ve niteliğini değiştirmiştir.

Öğrencileri sıralardan kaldırıp üretime yöneltmeye, ilgili iş gücüne yönelik eleman yetiştirmeye yönelik tek bir ciddi adım atılmamıştır. Bugün modern eğitim sistemi denilen yapılandırmacı yaklaşım 1940’larda köy enstitülerinin uygulamış olduğu sistemdir.

Bugün bunu öğrenen eğitimcilerimizin yapılandırmacılığı da uygulamak yerine sadece kitaplardan ezberleyip sınavlarda soru olarak cevaplamaya çalışmaları dolayısıyla sistemde en ufak bir kımıldama gerçekleşmemektedir.

Yapılandırmacılığın ezbere karşı, uygulamaya dönük ve öğrenci merkezli bir sistem olarak ezberletilmesi trajikomik midir yoksa bir hezeyan mıdır bilinmez ancak ülkemizde köy enstitüleri dönemi dışında Kemalist mantığa dayalı bir eğitimin uygulandığını her kim söylüyorsa Kemalizmi tam anlayamamış demektir.

Sorun sanıyorsam biraz da genellemeden kaynaklanmaktadır. CHP yaptıysa Kemalisttir genellemesi bir hatadır. CHP döneminde uygulanan her sistemin Kemalizme mal edilmesi en büyük sorundur.

CHP döneminde yapılmasına karşı gerçekten Kemalist olduğu iddia edilebilecek uygulamalar bizzat Mustafa Kemal’in hayatta olduğu dönemdir. Birileri Kemalizmi eleştirmek istiyorsa bunu İsmet Paşa dönemi üzerinden değil de daha çok Mustafa Kemal dönemi üzerinden olayların tarihi altyapısını da göz ardı etmeden yaparsa çok iyi olur. Çünkü her CHP’li Kemalist olmayacağı gibi her Kemalist’ te CHP’li olmak zorunda değildir.

Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü anlamak istiyorsak kesinlikle çok boyutlu düşünebilen ve genelleme hastalığından arınmış bireyler olmalıyız. Aslında bugüne kadar Kemalist bir eğitim sisteminin uygulanmadığının en güzel ispatı da ülkemizdeki bireylerin ciddi bir kısmının analiz sentez yerine genelleme ile bir konu hakkında çıkarım yapmaya çalışmalarıdır. Kemalist bir eğitim sistemi uygulanmış olsaydı böyle bir nesil yetişmemiş olacaktı. En azından genellemeci insanımızın sayısı daha az olacaktı.

Kemalizmde Din: Baştan aşağı yanlış anlaşıldığını düşündüğüm bir diğer kavram da Kemalizm ve din ilişkisidir. Ülkede ekonomik, siyasi bir ton sorun varken atanın tükettiği alkolün milli mesele haline gelmiş olması hezeyanının altında da derin bir sosyal sorun yatıyor olması gerçekten çok acıdır.

Aslında bu durum binlerce düşmanı tek başına yenmiş bir süper kahramanın başarısını görmek yerine üzerindeki elbisenin markasıyla uğraşmaktan farksızdır.

Atanın alkol tüketimi hem Kemalist olduğunu iddia edenler hem de Kemalizme karşı olduklarını iddia edenlerce çok yanlış anlaşılmıştır. Bir kere Atatürk ülkede alkol tüketiminin önündeki yasağı kaldırırken asla ve kat’a “Beşikten mezara hep beraber içki içelim.” dememiştir.

Dediği şey “İçenler artık gizli içmesin, bu serbesttir isteyen içer istemeyen içmez” den ibarettir. Bugün televizyonlarda vergi kaçıran, kul hakkı yemekten çekinmeyen, Allah korkusu olmayan, insanımıza insanca davranmayarak zulmeden insanların çıkıp alkol tüketimi üzerinde saatlerini harcamalarını anlamak mümkün değildir. [Dindar Nesil tartışması için BURAYI tıklayabilirsiniz]

Dindar bir Kemalistin olamayacağı şeklinde beyinlere zarar bir algılamanın varlığı ise başlı başına ciddi bir eleştiri konusudur. Bir vatandaş pek ala tam bir mümin şeklinde yaşarken Kemalist olabilir.

Kemalist olmak için mutlaka içmek gerekir gibi bir kural yoktur ve olduğunu iddia edenlerin de ciddi sorunları vardır. Aksine Mustafa Kemal’in düşüncelerini anlamış ve tam bir Allah korkusuyla donanmış bir bireyin Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarının gönüllerine kesinlikle müthiş bir korku dostlarına da mükemmel bir güven vereceği iddia edilebilir.

Hem Allah korkusu hem de içki tüketiminin serbestliğinin savunulmasının saçma olduğunu iddia etmek için sabırsızlananların anlayacaklarını umut ederek şunları söylemek istiyorum: Kemalizmin içkiyle hiçbir alakası yoktur.

Kemalizm ülke yönetiminde ülkenin ileri medeniyetler seviyesine çıkartılmasıyla ilgili bir düşünce akımıdır. Kemalizmde içki satışı da tüketimi de pekâlâ yasaklanabilir. İçki meselesi bir özgürlükler meselesidir.

İsterseniz serbest bırakır isterseniz yasaklarsınız. Atatürk’ün her yediğini içtiğini Kemalizmle açıklamaya kalkışmak abesle iştigalden öte bir davranış değildir. İçki serbestliği tamamen toplumun isteğidir.

Osmanlı’da da içki tüketilirdi ve bugün İran’da da içki tüketilmektedir. İsterseniz yasaklarsınız illegal tüketilir, isterseniz serbest bırakırsınız legal tüketilir. Kısacası alkol serbestliğinin gidip de devlet yönetimi ile ilişkili bir fikir akımının vazgeçilmez bir parçası gibi gösterilmesinin gereksiz, anlamsız ve ahlaksız bir girişim olduğunu söyleyebiliriz.

Atatürk’ün din konusuyla ilgili görüşünü anlamak için dinimizin daha net ne anlaşılır hale gelmesi amacıyla Kur’an’ın Türkçe’ ye çevrilmesini sağladığı ve bugün evlerimizin başköşesindeki Elmalılı Hamdi Yazır tercümelerinin onun emekleriyle ortaya çıktığının bilinmesi gerekir.

Bir de Türkçe ibadet meselesi vardır ki bu konuyu da tam olarak anlayamadığımız kesindir. Ezanın Türkçe’ ye çevrilmesinin dini ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem olduğunun iddia edilmesini anlamak da imkânsızdır.

Türkçe ezanda Allahuekber yerine Tanrı Uludur ifadesinin kullanılmasının Allah’ın adının unutturulması amacıyla yapıldığını iddia edenlerin yine bu konuyla ilgili bir miktar kaynak okumalarında fayda bulunmaktadır.

Kabul edelim ki ezan meselesinde aşırıya kaçmış bir Türkçeleştirme hevesiyle oldukça sıkıntılı bir tercüme yapılmıştır. Allahuekber sözcüğünün Allah büyüktür yerine tanrı uludur şeklinde çevrilmiş olması ezanın ahengini müthiş derecede bozmuştur [Türkçe ezan konusunu merak edenler BURAYA, Tanrı sözcüğünün nereden geldiğini merak edenler BURAYA tıklayabilirler].

Ancak buradaki amacın dine ve insanımıza hizmet etmek değil de zarar vermek olduğu düşüncesinde ciddi bir sıkıntı bulunmaktadır. Zira eğer dinin anlaşılmaz hale gelmesini istenseydi her gün minarelerden “Haydi namaza” diye herkesin anlayacağı şekilde ezan okunması için çalışılmazdı.

Biliyorum ki içinizden bazıları muhafazakâr olmayan, beş vakit namazını kaçırmadan kılmayan birisinin İslam’a hizmet etmiş olamayacağını düşünüyorlar. Peki, gereklerini tam olarak yerine getiremese de bir insanın gönlünde bir Allah ve İslam sevgisi olamaz mı sizce?

Bugün %99’u Müslüman olan ülkemizde beş vakit namazını kaçırmadan kılan, kul hakkı yemekten korkan kaç kişi var? Gerçekten Allah’ın emirlerini ve efendimiz Hz. Muhammed’in sünnetlerini hakkıyla yerine getirebiliyor muyuz? [Dindar Nesil tartışması için BURAYI tıklayabilirsiniz] 

Herşeyi geçiyorum namaz kılanların gerçekten tam bir huşu ile ibadet edebiliyor? Namazlarımızı kılarken aklımızdan binbir türlü dünya işini geçirip ruhumuzu tam anlamıyla Allah'a teslim ederek  hakkını vererek kılamıyoruz namazlarımızı. O halde dini gerekçelerle başkalarını yargılamaya kalkışmak da neyin nesi oluyor? Kendimiz bu kadar mükemmel miyiz gerçekten?

Bizler namazlarımızı kılarak kendi ahir dünyamızı kurtarmak çabasındayız. Bu bağlamda bizler namazı Allah için değil aslında kendimiz için kılmaktayız. Zira Allah’ın bizim namazımız dâhil hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Namaza ihtiyacı olanlar biz aciz insanlarız.

Kısacası aslında eylemlerimizi Allah için değil, kendimiz için yapıyoruz. Ancak Kuran’ın Türkçe’ ye çevrilmesiyle Allah’ın emirleri artık hepimizin anlayabileceği hale gelmiş ve inananların Kuran okuyup anlamaları kolaylaşmıştır.

İnsanların kutsal kitabımızı daha rahat anlamalarını sağlamanın da kişinin Allah yolunda gerçekleştirdiği bir hizmet olduğunu düşünmek sizce de çok mantıklı değil mi?

Eğer o bizleri Kuran’dan uzaklaştırmak isteseydi neden Kuran’ı kendi dilimizde kolayca anlamamızı sağlayacak bir çevirinin yapılması için din âlimlerinden ricada bulunsun ki? Allah aşkına biraz mantığımızı çalıştıralım.

SONUÇ:

Tüm bir yazının özeti olarak şunlar söylenebilir: Kemalizmi anlamak için mutlaka okumak gerekir. Facebook’tan ne oldukları belirsiz ve kaynağı bile olmayan şişirme haberleri gidip de referans kabul ederek Kemalizm anlaşılamaz. Kemalizm televizyonda Kemalizmi tartıştıklarını iddia eden ancak gerçekçi ve tarihsel dayanağı olmayan iddiaları ileri sürenlerin iddialarının doğru sayılıp benimsenmesiyle hiç anlaşılamaz. Kemalizmi anlamak için yakın tarih bilmek, eleştirel düşünebilmek, açık görüşlü ve hoşgörülü olabilmek ve araştırmacı olmak gerekir.

Bizler gerçekten dindar ve gerçekten Kemalist olabildiğimiz gün ülkemizdeki karşıt görüşlü insanlar birbirine hakaret edip birbirileriyle çatışmak yerine oturup “Nedir Allah için alıp veremediğimiz?” diye güzel güzel konuşabileceklerdir. Muhafazakârların cumhuriyetçilerle, sağcının solcuyla, birbirlerinin kalbini kırmadan insanca ve medeni şekilde tartışabildiklerini, ortak noktalar bulup farklılıkları zenginlik olarak görebildiklerini ve bu farklılıkları ülkenin çıkarı için nasıl değerlendirebileceklerini konuştuklarını görebilmek hem dinimizi hem de Kemalizmi adam gibi anlayabildiğimiz zaman mümkün olacaktır.

Bu yazıyla umut ediyorum ki Kemalizm ile ilgili kafanızdaki soru işaretlerini giderebilmiş ve bir türlü adam gibi anlaşılamayan bu kavramın anlaşılmasına katkı sağlayabilmişimdir.

Yazının BİRİNCİ BÖLÜMÜ için BURAYA tıklayın

Yazının İKİNCİ BÖLÜMÜ için BURAYA tıklayın

 
Toplam blog
: 352
: 2915
Kayıt tarihi
: 05.06.10
 
 

Jack Amca, düşünsel dünyasındaki gelişmeleri dışa vurmak niyetiyle başladığı yazı yazma sevdasına..